Kürt meselesi, Türkiye’nin yalnızca iç politikasında değil, aynı zamanda dış politikasında da temel belirleyicilerden biridir. Bu mesele etrafında şekillenen çözüm veya çatışma süreçleri, ülkenin siyasal, sosyal ve kültürel yapısını doğrudan etkiliyor. Abdullah Öcalan’ın “Kürtler eskiden ya isyan halindeydi ya da teslimiyet. Bundan sonra hem savaş hem de görüşme iç içe olacak” sözleri, bu gerilimi ve değişimi çarpıcı bir şekilde özetliyor.
Son dönemde, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çözüm süreci söylemlerine göz kırpan çıkışları ve AKP’nin savaş siyasetindeki ısrarı, Türkiye’nin Kürt meselesinde izlediği stratejinin çok katmanlı bir yapıya büründüğünü ortaya koyuyor. Bu durum, Türkiye’nin bölgesel dinamiklerle şekillenen kısa vadeli çıkarlarını koruma çabasının bir yansımasıdır. Ancak bu stratejilerin derinlemesine bir analizle sorgulanması gerekmektedir: Gerçekten bir çözüm mü amaçlanıyor, yoksa zaman kazanmaya dayalı bir oyalama siyaseti mi yürütülüyor?
Türkiye’nin Kürt Meselesindeki Tavrı: Çözümden Uzak, Çatışmasızlığa Yakın
Anayasal düzeyde Kürt meselesinin çözümüne dair herhangi bir adım atılacağına dair bir emare yoktur. Bugün itibarıyla:
Anayasada Kürtlere yer verilecek mi? Hayır.
Anayasada Kürtçe resmi bir statüye kavuşacak mı? Hayır.
Yerel yönetimlerin yetkileri genişletilecek mi? Hayır. (Zira mevcut durumda, seçilmiş Kürt belediyelerine bile kayyum atanıyor.)
Kürtlerin kendi tarihine, kültürüne ve ulusal özelliklerine göre örgütlenme hakkı tanınacak mı? Hayır.
Bu sorulara verilen cevaplar, Türk devletinin Kürt meselesindeki paradigmasının hâlâ değişmediğini ve bu paradigmanın değişmesinin, Türkiye siyasetinin “büyüsü”nü bozacak bir adım olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Yüzyıllık ulus-devlet anlayışının terk edilmesi, Türk siyasetinin şu an için kabullenemeyeceği bir gerçekliktir.
Bahçeli’nin Çıkışları ve Bölgesel Dinamikler
Devlet Bahçeli’nin bir ay öncesine kadar “DEM kapatılsın” derken, bir anda Öcalan ile DEM arasında görüşmeler yapılmasını önermesi, Türk siyasetinin rasyonel bir paradigmasından ziyade bölgesel gelişmelerden duyulan endişelerin bir sonucu olarak yorumlanabilir. Bu endişelerin merkezinde, özellikle Rojava’nın kontrolsüz bir güç olarak bölgesel dengeleri etkileme potansiyeli yatmaktadır. Türkiye, Rojava’nın giderek güçlenmesi ve uluslararası müttefikleriyle birlikte hareket etmesi karşısında, Kürt meselesinde diyalog arayışına girmiş görünmektedir.
Öcalan’dan Beklentiler ve Gerçekçilik
Türk devletinin Öcalan’dan beklentileri, onun Kürt siyasetini yönlendirme kapasitesine dayalıdır. Ancak Öcalan’ın, Türk devletinin silah bırakma gibi temel taleplerini, anayasal ve yasal güvenceler olmaksızın kabul ettirme şansı yoktur. Taraflar, bu gerçekliğin farkındadır. Bu durumda Öcalan’dan alınabilecek tek şey, daha önceki süreçlerde olduğu gibi, bir çatışmazlık dönemi için Kürt siyasetini ikna etmesi olabilir. Ancak bu, kalıcı bir çözüme ulaşmaktan çok uzak bir hedeftir.
Oyalama Stratejisi ve Kürtlerin Enerjisi
Bu tür bir çatışmazlık süreci, Kürtlerin dikkat ve enerjisini uluslararası alandan alıkoyarak Türkiye’ye odaklanmasını sağlayabilir. Böyle bir durumda, Cumhur İttifakı, Kürtleri Türkiye siyasetinde nötr bir pozisyonda tutarak, yeni anayasa sürecinde bundan faydalanmayı hedefleyebilir. Ancak bu planın ne ölçüde başarılı olacağı, Kürt hareketinin bölgesel ve uluslararası bağlamdaki stratejik hamlelerine bağlıdır.
Türkiye’nin Kürt sorununda tarihsel süreçlere dayalı taktikleri ve güncel gelişmeler, meseleyi yeniden çatışma ve çözüm ikileminde konumlandırıyor. Abdullah Öcalan’ın “Kürtler artık ya isyan ya da teslimiyet arasında kalmayacak; bundan sonra hem savaş hem de görüşme iç içe olacak” sözü, bu gerilimin sürekliliğini ve Kürt hareketinin esnekliğini vurguluyor.
Birinci çözüm sürecinde Erdoğan, hem güç kazanma hem de hazırlıklarını tamamlayarak çökertme planını devreye sokma stratejisini uyguladı. Ancak bugün, Türkiye’nin iç ve dış dinamikleri farklı bir tablo ortaya koyuyor. Ortadoğu, savaş ve belirsizlikle dolu bir süreçten geçerken, Türkiye hem bölgesel hem de küresel ölçekte eski inisiyatifini kaybetmiş durumda:
İran’ın zayıflayan rolü, Türkiye’ye bir fırsat sunmak yerine İsrail’in stratejik etkisini artırdı. İsrail’in güvenlik endişeleri Kürdistan sınırına kadar genişledi.
Türkiye’nin de işgale dayalı dış siyaseti büyük oranda çöktü. ABD ve Rusya’nın desteği, zayıfladı.
Irak ve KDP ile yapılan mutabakatlar, Türkiye’nin bölgedeki hedeflerini gerçekleştirmek için yetersiz kaldı. Güneyin işgali üzerinde gerillayı tasfiye etme ve Güney’in içlerine yayılma stratejisi sonuç vermedi .
Rusya üzerinde Esat’ı yanına alma girişimi sonuçsuz kaldı. Rojava’nın tasfiyesi, Türkiye için askeri ve siyasi açıdan mümkün görünmüyor.
Elinde tuttuğu çeteler kanalıyla ne Esat ne de Rojava üzerinde etkide bulunabiliyor. Bu silahı elinde tutmakla birlikte stratejik uygun bir taktik güç olma konumunda da değil.
En önemli konunun başına Trump’la birlikte İran’ı güçten düşürecek bir savaşın gündemde olmasıdır. Bu durum Irak’ı da güçten düşürecektir. Kürtlerin içinde hareket edeceği çok geniş bir saha meydana gelecek korkusu Türkiye’yi şimdiden basılmış durumda.
Kısacası Bahçeli’nin gündeme getirdiği Kürt sorunu Türkiye’yi kökten sarsacak kadar büyük bir sorun olduğundan dolayıdır. Erkene davranıp önlem almak için gündeme getiriyorlar Biz çözüm yok burada . Oyalama ve süreç yayma taktiği daha ağırlık basıyor.
Bu bağlamda, Bahçeli’nin Kürt sorununa ilişkin çözüm sürecine benzer bir girişimi gündeme getirmesi, birinci çözüm sürecinin tekrarı olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu sürecin amacı bir çözümden ziyade Kürtleri oyalamak ve bölgesel gelişmelere karşı zaman kazanmaktır.
Kürt hareketinin bugünkü politik üretkenliği, barış ve savaşı bir arada yürütebilme kapasitesine dayanıyor. Artık barış ve savaş, birbirinden ayrı pratikler değil, birbirini tamamlayan stratejik araçlar olarak görülmelidir. Bu esneklik, Kürt siyasetinin hem bölgesel hem de uluslararası ölçekte güç kazanmasına olanak tanımaktadır.
Kürtler artık teslimiyet ya da isyan arasında sıkışan bir hareket değildir. Hem savaşı hem de barışı eş zamanlı olarak yürütebilen bir kapasiteye sahiptir. Bu durum, Kürt meselesindeki temel dinamikleri değiştirirken, Türk tarafının ise barış adı altında oyalama taktikleriyle zaman kazanmaya çalıştığını göstermektedir. Sürecin uzun ve karmaşık bir seyir izleyeceği açıktır; ancak barış ve savaşın iç içe geçtiği bu yeni dönem, Kürt siyasetinin stratejik üretkenliğine bağlı olarak şekillenecektir.
Türkiye’nin Kürt meselesinde izlediği yol haritası, kalıcı bir çözümden çok, zaman kazanmaya yönelik bir strateji olarak görülmektedir. Tarafların birbirine istediklerini verebilecek durumda olmaması, meseleyi derin bir çıkmaza sokmaktadır. Bu süreçte atılacak her adım, yalnızca Türkiye’nin değil, bölgedeki diğer aktörlerin de stratejik hesaplarıyla şekillenecektir.
Türk devleti, Öcalan üzerinden Kürt siyasetiyle bir diyalog süreci başlatarak iplerin tamamen kopmasını önlemeyi hedefliyor. Ancak bu planın başarılı olup olmayacağı ve sürecin nasıl işleyeceği, zaman içinde netleşecektir. Kürt meselesinin çözümü, yalnızca çatışmazlık dönemleriyle değil, kalıcı ve yapısal adımlarla mümkündür. Bu adımlar atılmadıkça, Kürt meselesi Türkiye’nin çözülmesi gereken en temel sorunu olarak varlığını sürdürecektir.