Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP Kocaeli İl Kongresi’ndeki açıklamaları, Türkiye’nin giderek daha otoriter ve militarist bir rejime dönüştüğünün açık bir göstergesidir. Erdoğan’ın, “Bu ülkede siyaset yapıyor, milletin ekmeğini yiyor ama ülkeye ve millete açıkça düşmanlık güdüyor” şeklindeki ifadeleri, toplumu kutuplaştırmaya yönelik stratejik bir adım olarak okunmalıdır. Bu söylem, Kürtlere yönelik nefret politikalarının toplum nezdinde meşrulaştırılmasını ve geniş kitlelerin savaş politikalarına mobilize edilmesini hedeflemektedir.
Erdoğan’ın bu söylemleri, ekonomik ve toplumsal krizlerle baş edemeyen bir rejimin, sorunları etnik ve ideolojik düşmanlık üzerinden çözme çabasını yansıtmaktadır. “Ekmeğinizi yiyorlar” ifadesi, özellikle ekonomik sıkıntılar içindeki Türk toplumunu Kürtlere karşı kışkırtmayı amaçlayan bir nefret söylemidir. Rejim, bu yolla ekonomik sorunların yükünü sistematik olarak Kürtlere atmakta ve toplumu ırkçılık temelinde konsolide etmeye çalışmaktadır.
Tarihsel olarak Türkiye’deki otoriter rejimler, her kırılgan dönemde, toplumsal dönüşüm sağlayamadıkları noktada, halklara yönelik katliamları bir çözüm aracı olarak kullanmıştır. Ağır ekonomik krizler döneminde, yoksul ve bunalım içindeki toplumsal kesimler, hedef gösterilen halkların mallarının ve mülklerinin talan edilmesiyle rahatlatılmıştır. 40 yıllık savaşın yarattığı yıkımı “terör” üzerinden Kürtlere yükleyen rejim, ekonomik olarak metropol bölgelerde güçlenen Kürtleri açıkça hedef haline getirmektedir.
Erdoğan’ın söylemleri, bir iç savaş çağrısı niteliği taşımaktadır. Güvenlik güçlerinden ziyade, provokasyonlarla mobilize edilen milliyetçi kesimlerin eliyle, özellikle metropollerde Kürtlere yönelik toplu katliamların gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. Bu strateji, yalnızca iç kamuoyuna değil, uluslararası hukuka da bir meydan okumadır. Kürtlere yönelik topyekûn bir imha politikasını meşrulaştırmak adına, rejim bu politikaları “iç savaş stratejisi” olarak sunmaktadır.
Erdoğan’ın açıklamaları, Türkiye’nin Suriye politikası ve özellikle Rojava’ya yönelik askeri müdahale planlarıyla doğrudan ilişkilidir. Rejim, Suriye’deki cihatçı güçleri kendi jeopolitik hedefleri doğrultusunda mobilize etmekte ve bu güçlerin zaferlerini Türk milliyetçiliğiyle harmanlayarak bir zafer ideolojisi inşa etmektedir. Erdoğan, bu söylemlerle Türk toplumunu hem Rojava’ya yönelik askeri operasyonlara hazırlamakta hem de savaş psikolojisiyle şekillendirmektedir.
Rojava’ya yönelik saldırılar, yalnızca Kürtlerin siyasi ve askeri kazanımlarını hedef almamaktadır. Aynı zamanda, Türk toplumunu savaş merkezli bir toplumsal düzene uyumlu hale getirmeyi amaçlamaktadır. Erdoğan, bu savaşı uluslararası kamuoyuna “terörle mücadele” olarak sunarak, Rojava’yı bir mezarlığa çevirmeyi ve bölgedeki Kürt nüfusunu tamamen etkisiz hale getirmeyi planlamaktadır.
Erdoğan’ın söylemleri, Türkiye’nin artık klasik bir siyasal sistemden ziyade, savaşı merkeze alan bir rejime dönüştüğünü göstermektedir. Siyasal alan giderek daralırken, militarist stratejiler toplumu yeniden şekillendirmektedir. Bu dönüşümde, yoksulluk, ekonomik bağımlılık ve militarist ideoloji rejimin temel araçları olarak öne çıkmaktadır. Erdoğan, “ekmeğinizi yiyorlar” söylemiyle, ekonomik bağımlılığı ideolojik bir zemine taşıyarak, rejime muhalefet eden tüm kesimlere yönelik baskıyı artırmaktadır.
Rojava’ya yönelik olası bir askeri operasyon, rejimin militarist politikalarının somut bir yansıması olacaktır. Ancak bu operasyon, yalnızca bölgesel istikrarsızlığı artırmakla kalmayacak, Türkiye’nin uluslararası alandaki meşruiyetini de ciddi şekilde sorgulatacaktır. Erdoğan’ın “Hama, Şam, Rakka tıpkı Antep, Urfa, Hatay gibi bizim birer vilayetimiz olabilirdi” şeklindeki açıklamaları, Türkiye’nin sorunları demokrasiyle değil, emperyal politikalarla aşmayı hedeflediğini açıkça ortaya koymaktadır. Erdoğan, Rojava’yı Kürtler tarafından işgal edilmiş bir Türkmen yurdu olarak tanımlayarak, Türk halkını ikinci bir “Kurtuluş Savaşı” fikriyle seferber etmeye çalışmaktadır.
Erdoğan’ın bu söylemleri, Türkiye’yi bölgesel bir emperyal güç olarak yeniden inşa etme çabasını yansıtmaktadır. Ancak bu strateji, yalnızca bölgesel dengeleri değil, küresel sistemi de tehdit etmektedir. Rojava’ya yönelik saldırılar, uluslararası hukuka aykırı savaş suçları olarak değerlendirilebilir ve Türkiye’nin küresel sistemdeki konumunu daha da zayıflatabilir.
Erdoğan’ın söylemleri, çözümü barış ve demokraside değil, savaş ve imha politikalarında aradığını göstermektedir. Bu dönüşüm, Türkiye’yi hem iç hem de dış politikada daha kanlı ve yıkıcı bir döneme sürüklemektedir. Erdoğan’ın “savaş rejimi,” yalnızca Kürtlere yönelik bir tehdit değil, aynı zamanda rejime muhalefet eden tüm kesimlere yönelik bir baskı ve kontrol mekanizmasıdır. Türkiye, bu politikalarla, yalnızca kendi içindeki toplumsal barışı değil, bölgesel istikrarı da geri dönülemez bir biçimde kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.