Suriye’nin geleceği ne olacak sorusu daha orta yerde duruyor. Dahası Türkiye’nin Kürtlerin yaşadığı bölgeyi işgal etme, özerk yönetimi ortadan kaldırma politikası da gündemde. Türkiye şimdilik Kürtlerle barış yerine savaşı tercih ediyor. Kürtlerin sahada ki müttefikleri ABD ve koalisyon güçlerinin bu işgal saldırılarına karşı tutumu ise önemli.
İskoçya’nın günlük gazetelerinde The Nation’da Sarah Glynn bu konuya dikkat çeken bir analiz kaleme aldı.
Glynn analizinde şu görüşlere yer veriyor:
‘’Tüm gözler Heyet Tahrir el-Şam’a ve Beşşar Esad hükümetinin devrilmesine çevrilmişken, Türkiye de paralel bir operasyonla Kuzey ve Doğu Suriye’deki özerk bölgelerdeki Kürtlere ve komşularına karşı operasyon yürütüyor.
Kürt kimliğinin bastırılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden biridir. Bu içerideki baskının ve dışarıdaki saldırganlığın temelini oluşturur; Cumhurbaşkanı Erdoğan ise uzun zaman önce Kürtleri Kuzey Suriye’den temizleme ve bölgesel özerkliğe dair tüm umutları sona erdirme niyetini ilan etmişti.
Zaten üç işgal gerçekleştirdi ve şimdi hırslarını yerine getirmek için bir fırsat görüyor. Kürtlerin umutlarının ve hayatlarının yıkımının yanı sıra, bunlar arasında daha büyük bir Türkiye’nin neo-Osmanlı hayalleri ve Kürtlerden temizlenen bölgelere Türkiye’den Suriyeli mültecilerin yeniden yerleştirilmesi de yer alıyor.
On yıl önce, Suriye Kürtleri uluslararası medyada ve vicdanda patlak verdi. Bu kadınlar ve erkekler kimdi (ve bu kelimelerin sırası önemlidir) ki DAİŞ’e karşı mücadeleyi yürütüyor ve Orta Doğu’daki durdurulamaz görünen hücumlarını tersine çeviriyorlardı?
Küçük Kürt kenti Kobani. Şimdi tekrar Türkiye’nin tehdidi altında yeni bir Stalingrad olarak görülmeye başlandı ve 2019’da DAİŞ toprakları üzerinde dalgalanan son bayrak, Kürt Kadın Savunma Birlikleri YPJ bayrağıyla değiştirildi.
Özgürleştirilen topraklar, kadın haklarına ve barışçıl demokratik bir arada yaşamayı önceliklendiren özerk bir yönetimin parçası haline geldi. Kürtlerin Rojava’sı artık, sosyal katılım ve yerel yönetimin söz sahibi olduğu, tüm Suriye için bir model olarak ortaya çıkan çok etnikli Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’dir.
Yaklaşık 12.000 Kürt ve müttefikleri bunu mümkün kılmak için hayatlarını feda ettiler. Her şehrin bakımlı bir mezarlığı var ve her aile şehitlerini anıyor. Ancak bu zaferdeki en önemli faktör Amerikan hava desteğiydi.
Kobani’nin geleceği belirsizken, o zamanlar hükümet karşıtı İslamcılara milyarlarca dolarlık silah ve eğitim sağlayan ABD, Kürtleri yükselen DAİŞ tehdidine karşı tek etkili savaşçılar olarak tanıdı. Kürtlerle çalışmaya başladılar. Ancak NATO müttefiki Türkiye’yeden dolayı ABD bunun DAİŞ’e karşıtı operasyonlarla sınırlı taktiksel bir ‘ittifak’’ olduğunu vurguladı.
Türkiye, özerk bölge halkının elde ettiği her şeyi yok etme ve ortadan kaldırma kararlılığıyla, aşırı vahşetleriyle bilinen ve Kürtlere ve diğer azınlıklara karşı derin bir nefret besleyen paralı milisler kullanıyor.
Birçok eski DAİŞ üyesinin de içinde yer aldığı milisler, kontrol altına alındıkları Türk işgali altındaki bölgelerde yeryüzünde bir cehennem yaratarak kötü bir üne kavuştular. Birbirleriyle savaşmadıkları zamanlarda yağmaladılar, kaçırdılar, tecavüz ettiler, öldürdüler ve aşırı kadın düşmanı ve sadist şiddetin diğer biçimlerine başvurdular.
Milisler Türkiye tarafından eğitiliyor, donatılıyor ve masrafları karşılanıyor. Böylece Türkiye sahada ölecek Türk askerlerinin siyasi utancından kaçınıyor. Türk uçakları ve insansız hava araçları tarafından destekleniyorlar ve şimdi de Türk tankları tarafından. Türkiye, NATO’daki en büyük ikinci orduya sahip ve Kuzey ve Doğu Suriye’nin neredeyse hiç hava savunması yok.
Bu sefer hava desteği Kürtlerin düşmanlarından geliyor. DAİŞ’a karşı mücadelede Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile birlikte çalışan ABD ve Avrupa ülkeleri Türkiye’yi rahatsız etmek istemiyor ve Türkiye’nin cezasız kalmasına izin veriyor.
Şimdiye kadar Özerk Yönetim’in ABD’den aldığı tek pratik destek, Yönetim’in kararlı ama sıkıntılı SDG’sinin bazı taktiksel geri çekilmelere izin vermesi için yapılan müzakereler. Türkiye’nin derhal ihlal ettiği ateşkes anlaşmaları oldu.
Çok fazla gelip gitti, perde arkasında çok fazla tartışma oldu ama henüz bunlardan daha fazla sonuç göremedik.
Amerika Birleşik Devletleri kırmızı çizgiyi nerede çizeceğini seçebilir. Türk işgali altındaki Afrîn’den yerinden edilen ve şimdi tekrar taşınmaya zorlanan 100.000’den fazla Kürdün yaşadığı izole edilmiş Şehba bölgesini savunmaya yardım etmemeyi seçtiler.
Yönetimin 2016 yılında Kürt güçleri tarafından kurtarılmasının ardından barışçıl işbirliğini teşvik ettiği çok etnikli Minbiç şehri de öyle. Minbiç’in yeni işgalcileri, şehirde işledikleri vahşetin videolarını yayınlamaya başladı.
Amerika, Türkiye’nin sivil bölgelere yönelik ölümcül drone saldırılarının önünde durmadı. Yakın zamanda kabul edilen ateşkesi açıkça hiçe saymalarının önünde de durmadı, tıpkı 2019 işgalini sonlandıran ABD garantili ateşkes anlaşmasının ardından Türkiye’nin düzenli bombardımanlarını ve suikastlarını hiç durdurmadıkları gibi. SDG, Fırat Nehri üzerindeki hayati Qere Qozaq köprüsünü ve artık hasarlı olan Tişrin Barajı’nı tek başına savundu.
Kuzey ve Doğu Suriye halkı, onları çevreleyen güçlerle çalışırken temel prensipleri nasıl koruyacaklarını bulmak zorunda. Bu bir hayatta kalma meselesi. ABD müdahalesinin sona ermesi, nihayetinde arzu edilir olsa da, sadece kontrolü Türkiye’ye devretmek anlamına gelecektir.
Kürtler, ABD ve müttefiklerinin-İngiltere dahil- Türkiye’ye saldırılarını durdurması ve Kürtlerin ve komşularının barış içinde yaşamalarına ve Suriye’nin yeniden inşasına katkıda bulunmalarına izin vermesi için baskı yapmasını talep ediyor. Rojava, Orta Doğu ve dünyaya bir umut ışığı getirdi ve bugün dünyanın dört bir yanındaki şehirlerde bu umudun söndürülmemesi çağrısında bulunan gösteriler yapılıyor.
/The Nation/