Türkiye’nin besleyip desteklediği çetelerin İdlib’den Halep’e doğru harekete geçmesiyle birlikte, görünürdeki ilk hedef her ne kadar Suriye rejimi olsa da, bu çeteleri besleyen ve cephelere süren Türk devletinin asıl ve nihai hedefi her zaman Kürtler oldu. Sahadaki pratikler de bunu açıkça kanıtladı. Ancak öyle bir hedef var ki, Türk devleti yetkililerinin gözünde adeta bir kılçık gibi saplanmış durumda: Kobanê.
Kobanê, Türk devletinin yüreğinde kapanmaz bir yara iken, Kürtlerin ilk göz ağrısı, Rojava’nın ruhu ve temel direğidir. İşte bu yüzden yıllardır Kobanê’nin çevresinde pusuya yatmaktan vazgeçmediler. Çünkü Kobanê, hem dünyayı korkuyla esir alan IŞİD’in mezarıdır hem de Kürt çocuklarının Türk devletine karşı çaktığı ilk tarihi ve sağlam kazıktır.
Kürt tarihinde doğal birliği sağlayan Kobanê, aynı zamanda dünya kadın tarihine de birçok ilkle damga vurmuş bir şehirdir. Dünyanın en barbar erkekleri, Narîn ve Tolîn adında iki Kürt kadının komutanlığında, eşarp bağlayan erkek kardeşlerinin omuz verdiği savaşçı kadınlar tarafından yenilmiştir. İşte Kobanê, sadece bir şehir değil, aynı zamanda direnişin ve özgürlüğün sembolüdür. Bir de Kobanê’nin dünya kadınlarına hediye ettiği Kobanê’nin baş tacı eşarbı…
Kürtlerin yazılı tarihi, büyük ölçüde dört işgalcinin kaleminden nakledilmiştir; bu yüzden, yazılı kanunları yoktur. Ancak Kürtler, kadim bir halk olarak her zaman yazılı olmayan kutsal gelenek ve göreneklere sahip olmuştur. Zamanın derinliklerinde yankılanan, dilin iniltilerinde birer fısıltı gibi taşınan bu gelenekler, Kürt kimliğinin sessiz muhafızları olmuştur. Yüzyıllar boyu süren asimilasyonlara, fetihlerin acımasız dalgalarına rağmen Kürtlerin öz değerlerini koruyabilmesi, bu adı konulmamış ama kutsal yasalar sayesindedir. Ve bu yasaların kalbinde, Kürt kadınları dururdu – mirasın taşıyıcıları, barışın sarsılmaz hakemleri ve yaşamın kutsal kökleri.
Bu geleneklerden biri, barışın, adaletin vazgeçilmez elçisi olan kadın eşarbıdır. Ne zaman bir çatışma patlak verse – ister aşiretler arasında ister bireylerin arasında baş gösteren bir kavga olsun – barışın ilk adımını atan daima kadınlardı. Anaç bir zarafetin yumuşaklığıyla, bilgenin sarsılmaz otoritesiyle kargaşanın tam ortasına yürürlerdi. Sesleri, öfkenin uğultusunu bastırır; kararlılıkları, şiddetin pençesini yumuşatarak barışa çevirirdi.
Kadınların barış çağrısına kulak asmamak bir utanç işaretiydi. Erkekler onların çağrısına kayıtsız kalırsa, kadınlar daha ileri giderdi: Başlarındaki eşarbı – bir sulh bayrağı olarak – çıkarır ve kavgaların ortasında dalgalandırırlardı. Aşk ve gururla bağlanmış olan bu eşarplar, şimdi buyruğun sembolleri haline gelirdi; yazılı hiçbir yasanın taşıyamadığı ağırlığı taşırdı. Zira hiçbir savaşçı, annelerin, kız kardeşlerin iradesine karşı gelmeye cesaret edemezdi. İtaatsizlik, topluluğun saygısını kaybetmek demekti ki, bu herhangi bir cezadan çok daha ağır bir yaptırımdı.
Ancak tarih, akışı kestirilemeyen bir nehirdir. Kobané destanında, eşarbın geleneği ve yasası yeniden yazıldı.
Bu kez eşarplar barış için değil, özgürlük için savaşmak adına dalgalandı. Kadınları örtüp susturmak isteyen karanlık ve baskıcı bir ideolojiye meydan okurcasına, Kürt kadınları renkli eşarplarını bir kez daha çıkardılar. Ama bu kez, onları birer sancak gibi yüksekte tuttular, ölümsüz bir haykırışı yankılandırarak: “Jin, Jiyan, Azadî” – Kadın, Yaşam, Özgürlük!
Sokak sokak, ev ev, mevzi mevzi savaştılar. Eşarpları artık barışın simgeleri değil, direnişin bayrakları olmuştu. Bir zamanlar barış için çağrıda bulunan bu eşarplar, şimdi kurtuluş için haykırıyordu. Barış eşarbı, *Şarpika Şer* – savaş eşarbı – olarak yeniden doğdu.
*Şarpika Şer* adını ilk kez dengbêj Viyan Peyman’dan duydum. Savaş meydanını akşamın karanlığı sararken, Viyan kendini hazırlıyordu. Eşarbını bir ritüel ve meydan okuma arasında bir halaya gidercesine zarafetle bağlayarak, “*Şarpika Şer Jî Temam e*,” dedi ve mevziisine geçti.
O umutsuz ve görkemli günlerde savaş eşarbı, her savaşçının en kutsal parçası haline geldi. Silahlarına kemer, yanlarında vurulan yoldaşlarının yaralarına bandaj oldu. İsimsiz bir savaşçı son nefesini verdiğinde, bir başkasının boynundaki eşarbıyla – isimsiz ellerin sunduğu son bir sevgiyle – örtüldü. Kan lekeleri eşarba yeni desenler dokuyordu, her damla fedakârlığın ve cesaretin bir şahidi olarak. Savaşçı kadınların başlarına bağladığı bu eşarp, zamanla her savaşçının baş tacı olmuştu.
Kadınlar kendilerini köleleştirip ve örtmek isteyen zihniyete meydan okurken, eşarpları sadece bir direniş değil, aynı zamanda bir dönüşüm sembolü haline geldi. Ve zafer kadar derin bir anlam taşıyan bir edayla, erkek yoldaşları da savaş eşarplarını bağlamaya başladı. Erkeklerin kadınların eşarbını benimsemesi, sadece bir saygı ifadesi değil, kadınların mücadelesinin herkesin mücadelesi olduğuna dair bir ilan niteliğindeydi. Kobané’de doğan *Şarpika Şer*, düşmanın ideolojisinin kalbine herhangi bir mermiden çok daha derin bir darbe indirdi. Ve kazanılan zaferin ilk mevziisiydi.
Ve YPJ kadınları, eşarpları meydan okuyarak dalgalanırken, savaşlarını düşmanın karanlık başkenti Raqqa’ya taşıdıklarında, savaş örtüsü bir zafer bayrağına dönüştü.
Bugün, *Şarpika Şer* hâlâ kadın kurtuluşunun en güzel ve etkili bayrağına dönüşmüş durumda. Kobanê’nin baş tacı olan eşarp bu gün dünya çapında kadınlar tarafından gururla taşınıyor. Tozla, kanla ve terle lekelenmiş, hırpalanmış ama boyun eğmeyen bir şekilde dalgalanıyor. Bir direniş kalıntısı olarak değil, yaşayan bir umut sembolü olarak yükseliyor.