Merhaba sevgili okur..Siz beni tanıyorsunuz aslında…
Elinizde tuttunuz, cebinizde taşıdınız, bazen üzerime şiir, bazen mektup, bazen dilekçe yazdınız. Ama yine de ben kim miyim? Tarihin yükünü taşıyan, zulme karşı duran, özgürlüğü mürekkeple yazan bir varlığım…
Hadi biraz size kendimi tanıtayım.
Ben toprakta doğarım, ağaçlarda filizlenirim. İlk köklerim Mısır papirüslerinde yeşerdi, sonra Antik Yunan’ın balmumu tabletlerinde iz sürdüm. Roma’nın stylus kalemleriyle tanıştım. Ama en büyük dönüşümüm, Çin’de bambudan yapıldığım gün başladı. O gün, insanın dilinden çıkan sözü ölümsüzleştiren bir araca dönüştüm.
İçimde taşıdığım mürekkep, bazen bir kralın fermanını yazdı, bazen de bir halkın ağıtını. Osmanlı saraylarında hattatların elinde sanat oldum; Mezopotamya’da halkın acılarını taşırken gerçek oldum.
Benim hikâyem, insanlık kadar eski. Ama hâlâ sizinle olmaya devam ediyorum.
Köklerim ve Gücüm
Benim ilk formum, bir dal parçasıydı. Beni toprağın içinden alıp şekillendirdiler, uçlarımı sivrilttiler, içime mürekkep koydular. Ve o gün anladım: Ben yalnızca bir nesne değilim. Beni kullanan ellerin niyetine göre ya bir halkı aydınlatırım ya da sustururum.
Kürdistan’ı ilk tanımam
Kürtlerin mücadelesine ilk kez bir dağ köyünde tanık oldum. Çocuklar beni tanımıyorlardı o zaman. Ellerine aldıklarında, anadilinde bir kelime yazmanın özgürlüğünü tattılar. Roj baş diye yazarken gözleri parlıyordu. Ama o parlayan gözlerin, bir gün susturulmak isteneceğini de gördüm. Yıllar sonra Kürdistan’ın dört parçasında dolaştım.
Mahabad’da Gazi Muhammed’in ellerinde ‘Cumhuriyeti’ yazdım. Uzun yürüyüşte Mela Barzani’nin anılarına ortak oldum. Abdurrahman Kasımlo Viyana’da diplomatik görüşmeler yaparken elinde, alçak bir silahla vurulduğunda cebinde bir tek ben vardım.
Dr. Sadık Şerefkendi ile Kimya problemlerini çözen bendim. Berlin’deki Mykonos Restoranında vurulduğunun haberini yazan yine bendim. Amed zindanındaydım.
On binlerce Kürdün insanlık dışı koşullarda ‘Mengele’ yöntemleriyle işkenceden geçirildiğinin tanığıyım ben. Esat Oktay’ın yüzüne tüküren Sakine Cansız’ın direnişini yazanım ben.
Tüm zor koşullarda umudu fısıldayan Mehdi Zana’nın ellerinde umudu yazandım.
Amed zindanında minnacık kağıtlara yazılan umudu, direnişi bağıran notlardım.
Kah Mazlum Doğan’ın elinde ‘Partiye Notlar’ yazar, kah Kemal Pir ve Hayrı Durmuş ile ‘İnsanlık Onuru işkenceyi yenecek’ bildiriler olurdum. Kah dörtler olur ‘Bu ateşi söndürmeyin’ isyanı olurdum.
Tanığıyım ben
Bombalanan, yakılan, köylerin, sürgünlerin, göçlerin tanığıyım ben. Kürt gazeteciler, o acıyı tarihe not düşmek için canlarıyla yazdı. Apê Musa, bir meydan okumaydı. Sözleri, Mezopotamya’nın kadim taşlarına kazındı. Gurbetelli Ersöz, “Gerçek, gözlerimizi kör eden o puslu perdeyi yırtandır,” dedi.
“Bir kalemin yazabileceği kadar şiir yazabilir misin gökyüzüne?”
Cemal Süreya beni böyle romantik tanımlamıştı. Enver Polat ( Selçuk Şahan ) ise mücadele yazıları ve direniş şiirleri ile beni tanımlardı. Halil Uysal gözlüklerinin arkasından hayatı, insanı, doğayı gözlemleyip, bunları kamereya alırdı. ”Bazen tek parça kaya gibi durabilmek istiyorum. Biliyorum tanıyorum ve seviyorum. Bu ülke artık benim ülkem oldu…” diye yazdı.
Ahmet Arif, “Bu kalem ki karanlığı deler, insanı aydınlatır,” diyordu. Ama bu topraklarda karanlığı delen her kalem, karanlığın hedefi oldu.
Hafız Akdemir, gerçeğin sesi olmak için hedef alındı. Kemal Kılıç, Cengiz Altun, Ferhat Tepe, Deniz Fırat, Gülistan Tara.. Onlar, sadece haber yazmadı; bir halkın hafızasını, tarihini ve iradesini yazdı.
Her öldürülen Kürt gazeteci, Ahmed Arif’in şu dizelerinde yankılanır:
“Ölüm, bir dağ çiçeği kadar güzelse,
Demir kapı, kör pencere,
Asma kilit, zincir,
Ne yapsalar boş,
Ama Kürt gazeteciler için ben, şiirden çok gerçeğin bir aracısıyım. Çünkü yazdıklarım hayatların, hakların, susturulan dillerin yankısıdır. ”Göğümüzde bir tuğra gibi asılı özgürlük. ”Musa Anter’in elindeydim. “Kalem en büyük silahtır,” dedi. “Onu bırakma!” Ama bir gün, Diyarbakır’ın karanlık sokaklarında onun ellerinden düştüm. O düştüğünde, mürekkebim kana karıştı.
Zulme Karşı
Bugün hâlâ Beni Kürt gazetecilerin elinden alıyorlar, mürekkeplerimi kurutuyorlar.
Cihan Bilgin’in ellerindeydim. Kalemimle Kürtçe’nin yasaklanmaya çalışılan her harfini yazdı.
Bir gün Nazım Daştan’ın elindeydim. “Kürtçe’nin ve çocukların geleceği için yazıyorum,” dedi.
Ama bu topraklarda böyle sözler, kalemden önce cana mal olur. O günden sonra, mürekkebimle değil, Nazım Daştan’ın hikâyesiyle yazılmaya başladım.
Beni tanıdınız mı?
Şimdi kim olduğumu anlamışsınızdır.
Ben kalemim, Kalem
Toprakta doğan, ağaçlarda filizlenenim ben.
Yalanı, dolanı, talanı, sürgünü yazarım. Kalemim ben kalem
Kökleri Mısır papirüslerinde yeşerenim ben. Antik Yunan’ın balmumu tabletlerinde iz sürenim ben. Göç yollarında hüznü yaşar ve yazarım.
Bazen direniş olurum Rojava’da, bazen bir hawar olurum Şengal’de
Bazen Akre’den, bazen Silemaniden, Hewler’den , bazen Sine’den, Mahabad’dan özgürlük isyanını yazanım ben.
Kalemim ben
Roma’nın Stylus kalemleriyle tanışanım ben. Bambudan yapılanım ben.
Bazen Jina Amini gibi ‘Jin, Jiyan , Azadi’ sloganı olur Seqiz’dan haykırırım. Bazen Taybet İnan gibi, cansız bedeni 7 gün sokakta bekletilenleri, çoğu zaman da bu zulmü yapanları yazarım.
Kalemim ben
Her kırıldığımda yeniden doğarım. Çünkü ben, halkların, dillerin, özgürlüklerin taşıyıcısıyım.
Bazen bir stran olur, Dersim dağlarından süzülüp, Muş ovasına helbest olarak konarım.
Bazen Van kalesinden notlar olur, Kürtçe ve Ermenice ağıtlara karışırım.
Bazen, halklar mozaiği Kürdistan’ın, halksızlaştırılmasının örneği, yakarışı olurum Ezidi bir ailenin iltica dilekçesinde. Süryanice hüzünlü duaların, göğe yükselen taşıyıcısı olurum.
Bazen, ayrımcılığa uğrayan, yalnızlaştırılan Alevilerin deyişi olur yankılanırım.
Kalemim ben
Köklerim toprakta, dallarım ağaçlarda, ama yerim insanlığın ellerindedir.
Bazen güzel bir düş olurum, bir çocuğun rüyasında Kürdistan’da…
Bugün umudun yüz akı, direnişin kalesi Kobane’deyim.
Tişrin barajında direnenlerin yanındayım. Direnişin stranı umudun halayındayım. Ve gerçeği yazmaya devam ediyorum. Yazdığım her gün, susturulmaya çalışılan her kelime, yeniden yankılanacak.
Not: Bu yazı, toprağın emeğiyle yetişen, hakikatin peşinde koşan tüm gazetecilere adanmıştır…