Müslüm Yücel: Çıkrık Felsefesi; İp, Yumak ve Dokuma Üzerinden Yeni Bir Resim Önerisi

Yazarlar

Her toplumda olduğu gibi bizim de evrensel değerlerimiz vardır ve değerler sınırları aşan, bütün insanlığın bugününü ve geleceğini kapsar niteliktedir. Vahhab Ayhan’ın çizgilerinde evrensel olanın iki özelliği var; ilki özgünlük, ikincisi bütünlüktür. Ayhan’ın özgünlüğünde değerler ve değerlerin arzularıyla olan uyumu, bilinçli benlikteki dikkatte kendini gösterir. Bu “yaratmadığım bir dünyanın dışındayım” demektir. Ancak, yaratmadığı dünyanın içine atılmış ya da fırlatılmış olmanın getirdiği “kendini bil” öğüdünü de içerir. Bütünlük ise, tamlıktır ve tamlık, çok eski zamanların yıkılmış ya da parçalanmış bir eserin (kilim ya da heykelin) tümünü arama, bulma ve en nihayetinde aradığını, bulduğunu tekrar bir araya getirme, hatta, bir daha bunu kaybedip, tekrar bulma, tekrar bir araya getirme ve yeniden birleştirme sürecidir. Bu, adeta bir döngüye dönüşür ve kasvetli tarihsel bir evrimin eşiklerini atlayarak ilk hale ya da “şimdi”nin tarihi içinde olan “ilk” elde edilir.  Deleuze’un dediği gibi sergilenen dünya zamansal bir dünya olarak karşımıza çıkıyor: Zamanda, anlatısal olarak eklemlendiği ölçüde insan zamanına dönüşüyor, zamansal deneyimin özelliklerini gösterdiği ölçüde de anlamlı hale geliyor. (Gilles Deleuze, Felix Guattari, Anti Ödipus: Kapitalizm ve Şizofreni, s., 68).

Vahhab, evrensel miras olan  geometrik formlardan yola çıkıyor; geometrik formlarla birlikte halı, kilim ve cicim desenlerinin birleşiminden doğan anlatı, geçmişin derin izlerini bir araya getiren çok katmanlı bir yapıyı içeriyor. Vahhab sinemadan da istifade ediyor; her çizgi, desen ve hatta renk bile filmlerdeki geri dönüşleri andırıyor ve bu geri dönüşler kimi zaman bir tekniğe, kimi zaman belirsizliğe sirayet ediyor, ama sonuç değişmiyor; ister teknik, isterse belirsizlik olsun bize sanatçının yaşamından kesitler veriyor. Bu kesitler resmin, ressamın, özetle hikâyenin arka planını oluşturmaktadır. Zamanın bazen ilmekleniyor; bazen atlatılıyor, bazen ima ediliyor, hikâye, böylece tutarlı bir zemine (içsel bir geriye), dokunaklı bir şimdiye kendini bırakıyor; isteyen buradan bir kara film, bir melodram çıkartabilir; çünkü burada, artık izleyen de bir bakıma tabloya dâhil oluyor; can alıcı olanda bu görsellik karşısında ses üzerinden bir müzik oluşuyor; ressamın sesi, ilmeklerle bir dış sese dönüşüyor, hikâye böyle başlıyor…

Bu noktada, elbette palimpseste (kazımak, yeniden yazmak) dair derin bir göndermede bulunmak mümkün. Resim, artık bir metin olarak yeniden karşımıza çıkmaktadır; tek fark, her bir yeni iz, öncekinin gölgesini barındırıyor oluşudur. Eski zamanlarda, deriler üzerine yazılar ya da çizimler kazınır, yüzey yeniden işlenip düzleştirilmeden önceki her şey silinirdi. Bu yöntem, iki önemli sonucu doğururdu: ilki, kaybolan bir anlam, başka bir biçimde yeniden hayat bulur; ikincisi, yeni bir şey var olur. Fakat her yeni iz, geçmişin izlerini taşıyarak onunla bir bağ kurar. Böylece, eski ile yeni arasında bir diyalog başlar, bir zamanlar silinenlerin yankıları, yeniden üretilenle yankılanır.

Vahhab’ın desenleri, palimpsestler gibi, farklı zamanlara ait anlamları, imgeleri ve bu imgelerden türetilen – bizim de kendi katkılarımızla şekillenen – hikâyeleri ve sesleri iç içe geçirerek, yalnızca estetik değil, aynı zamanda kültürel, toplumsal ve bireysel belleğin derin izlerini taşır:  Paul Ricœur’ün zamansal anlatı teorisi ışığında her bir katman, geçmişin bir yansıması olarak varlık bulur; her çizgi, daha önceki bir anlatının izini taşır, zamanın silikleşmiş izleri, yeni bir anlam arayışıyla yeniden şekillenir. Bu yapıyı incelemek, salt estetik bir deneyim değil,aynı zamanda  kimlik, hafıza ve kültürel miras üzerine derin bir felsefi sorgulama anlamına gelir. İsteyen eylemleri resim üzerinden takip eder, isteyen taklit eder, isteyen temsil eder; ve her adımda, herkes kendi anlamını, hatta anlamının yapısını, kendi simgeleri, tarihi ve kültürüyle yeniden kavrayabilir, yeniden yorumlayabilir.

Ayhan’ın Ölü Evi tablosu…

Vahhab Ayhan’ın resimlerinde bir “masal zamanı” vardır. İp, yumak, dokuma, engin bir çıkrık felsefesi içerir. İp, alt ben (id); yumak, ben (ego); dokuma ise üst ben (süper ego) olarak karşımıza çıkar. İp, hayatın anlamıdır, yolculuğu simgeler; beyaz ip geceyi, siyah ip ise gündüzü temsil eder. Bu iplikler, bilincin dokunduğu yazgının ipine dönüşür (M. L. Von Franz, Masalları Yorumlamak, s. 146). Yumak, hamın pişmiş halidir; alt ben, bir olaydır. Her iplik, bir halkasında yeni bir dönemin haberini verir; benliği bulana kadar işlem devam eder. Çile ve bedel, haz ve acı burada birbirine karşıt olarak varlık gösterir. Son evre olan “dokuma”, kişiliğin oluşumunu temsil eder. Halı gibi, her ilmek yazgıya sirayet eder; halı, toprak anadır ve hayatın içsel temelidir. “Yaşamın karmaşık sembolik desenleri, yazgının gizli tasarımları için bir semboldür” (M. L. Von Franz, Masalları Yorumlamak, s. 96).

Vahhab Ayhan için geçmişin izlerini ve kişisel hikâyelerini örerek anlamı oluşturmak, sanatının özüne dönüşmektir. Freud’un teorileri çerçevesinde, iplik hali, haz ilkesine, mantıksal düşünceden uzak ilkel bir oluşuma işaret eder. Yumak hali ise gerçeklik ilkesine göre şekillenir, mantıklı ve akılcı düşüncenin belirginleşmesidir. Dokuma, içselleştirilmiş ana-baba imgelerinin etkisiyle denetleyici bir gücü gösterir; eylem ya da düşüncenin onay ve sevgi kaybına yol açıp açmayacağı, kişinin yaşamına yön veren bir düstura dönüşür.

Bu metafor, Lacan’ın ayna evresi teorisiyle birlikte düşünülmelidir. Yansıyan her desen, bireyin kendini tanıma, yeniden tanımlama, anlama sürecinin bir parçasıdır. Halıdaki desenler, yalnızca bireysel bir kimlik inşası değil, aynı zamanda toplumsal yapının ve kültürel kodların taşıyıcısıdır. Lacan’a göre, “ben” yalnızca bir yansımanın ürünüdür ve bu yansıma dış dünyadan gelen sembolik anlamlarla şekillenir. Halıların motiflerinde de görüldüğü gibi, birey hem geçmişin izlerini taşır, hem de kendi kimliğini sürekli olarak yeniden inşa eder.

Genette’in metinler arası ilişkiler kavramı, resimlerindeki desenlerin işlevini daha derin bir şekilde anlamamıza yardımcı olur. Halı ve kilim desenleri, yalnızca estetik değil, aynı zamanda bir kültürel metin işlevi görür. Her motif, bir anlam taşır ve bu anlam, bir önceki katmandan türetilerek yeni bir biçim alır. Halı, bir kültürün metnidir ve her yeni desen, bu metnin yeniden yazımıdır. Katman katman eklenen her anlam, kültürel hafızanın bir parçası olarak tekrar şekillenir. Genette’in “analepsis” (geriye dönüş) kavramı burada önemli bir yer tutar: Geçmişin her iz düşümü, geleneksel motifler üzerinden yeniden anlatılır, ancak her seferinde farklı bir anlam evrimiyle.

Deleuze’ün “fark ve tekrar” teorisi, bu katmanların dinamizmini ve yeniden üretimini açıklamada önemli bir araç sunar. Deleuze’e göre, her tekrar yalnızca aynı olanı yeniden sunmaz; her tekrar, farklı bir fark yaratır. Her desen, motif ve sembol, kendi içindeki farklılıkları barındırır ve bu farklılıklar zamanla yeni anlamlar üretir. Bu bakış açısıyla, resimlerdeki her katman, geçmişin bir tekrarı olarak değil, geçmişin yeni bir şekilde yeniden üretimi olarak varlık bulur.

Bu çok katmanlı yapı, Paradjanov’un Narın Rengi filminde olduğu gibi, yalnızca yüzeydeki bir anlatıyı değil, her sembolün ve motifin çok katmanlı anlamlarını ortaya koyar. Paradjanov’un sinemasında olduğu gibi, burada da geçmişin kültürel ve toplumsal izleri, bireysel bir çerçevede yeniden şekillenir. Sayad Nova’nın hikayesi, sadece bir belgesel anlatısı değil; geçmişin bireysel bir yansımasıdır, bir yeniden anlatıdır. Her motif, her desen, geçmişin bir yansıması olarak, ancak aynı zamanda kişisel bir kimliğin ve toplumsal belleğin yeniden üretimi olarak işlev görür.

Sonuç olarak, resimlerimdeki her desen ve sembol, hem geçmişin izlerini taşır, hem de izleyende yeni bir anlam kazanır. Bu süreç, yalnızca kişisel bir izdüşümü değil, aynı zamanda toplumsal hafızanın bir biçimde yeniden şekillendirilmesidir. Geçmişle kurulan bağ, bireysel kimlik inşa etmenin ötesine geçer ve toplumsal belleğin bir parçası haline gelir. Bu çok katmanlı anlatı, bir bakıma yazılı bir kültürel hafızanın resmedilmesidir.

Sergi Detayları

Vahhab AYHAN’ın “KATMANLAR” adlı sergisi, 11-28 Ocak 2024 tarihleri arasında Kadıköy’de Skala Galeri’de izlenebilecek. 

 

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Sakine Cansız’ın Hatırasına Dönüş
DEM Parti: Göktepe cinayeti ne ilkti ne de son oldu

Öne Çıkanlar