Yönetmen Halûk Ünal, Rojava kadın devrimini, kadın öncülerden Jiyan Tolhildan’ın yaşam öyküsü üzerinden anlattığı filmi için ”Süper kahramanlara değil herkesin inandırıcı bulacağı gerçek çürümemiş insan hikayelerine ihtiyacımız var” diyor.
Ünal’ın Jiyan’ın Hikayesi adını verdiği 2014 yılında başlayan filminin çekimleri Rojava’nın ateş altında olduğu bir dönemde Kamışlo, Afrin ve Kobani kentlerinde yapılmış. Filminin yapım sürecinde yönetmen ve ekibi savaştan kaynaklanan birçok sıkıntıyla karşılaşmış ve epey badire atlatmış. Bu yüzden filmin tamamlanması yılları almış.
Filiz Deniz
Ünal, Rojava kadın devriminin dünyaya anlatılması amacıyla hissettiği sorumluluk duygusundan hareketle yola çıktığını söylüyor. Aynı zamanda,”Kürt siyaseti hareketi, muazzam şeyler yapan ama maalesef kendi hikayesini anlatmak konusunda çok zayıf kalan bir hareket” değerlendirmesini yapıyor. Kadın özgürlükçü yeni paradigmanın ”ciddi alt metinlerinin, uyarlama yaklaşımlarının üretilmesine ihtiyacın çok açık” olduğunu söylüyor ve bu alandaki eksikliğe dikkat çekiyor.
”Jiyan’ın Hikayesi” filmi 2017 yılından bu yana gösterimde. Birçok ülke televizyonlarında yayınlandı ve milyonlarca izleyiciye ulaşmayı başardı. Suriye’de HTŞ iktidarıyla birlikte başlayan yeni dönemde Rojava ile ilgili gelişmeler de yeniden yoğun bir biçimde tartışılmaya başlandı. Buradan hareketle, yönetmen Halûk Ünal ile Rojava kadın devrimini, Türkiye’nin SİHA saldırısında yaşamını yitiren YPJ komutanı Jiyan Tolhıldan’ı , filmiyle ilgili yaşadıklarını ve yeni dönem Suriye’yi konuşmak ihtiyacı hissettim…
Rojava kadınlarıyla ilgili bir film yapma fikri ilk ne zaman ve nasıl oluştu?
2010 yılında Drama İstanbul Film Atölyesini kurmuş, bir yandan film üretmeye bir yandan proje geliştirmeye başlamıştık. 2011’de “Saklı Hayatlar” (uzun metraj kurmaca) 2013’te de “Küçük Kara Balıklar” (uzun metraj belgesel) filmlerini çekmiştik. Küçük Kara Balıklar (KKB), aylarca Bakur’da çekimlerini yaptığımız ve Kürt siyasi hareketiyle çok yakın ilişkiler kurduğumuz bir süreç oldu. Bu arada 2014 için bir dizi ve iki kurmaca film projemiz de hazırdı. İşte o yıl KKB nin gösterimleri sürerken yakından Rojava’da yaşanan gelişmeleri de izlemeye başlamıştık. İlk olarak “kadın devrimi” iddiasını duymaya başladık. Ardından da “Rojava Toplumsal Sözleşmesi” nin Türkçe metni elimize geçti.
Kadın devrimi iddiasıyla Sözleşme metninin içeriği yan yana gelince bizi çok şaşırtmıştı. Bu içerik bilinen Marksist, Leninist, Stalinist paradigma ile taban tabana zıt bir yaklaşımı işaret ediyordu. Biz de sosyalist her sanatçının böyle bir konuda duyacağı merakla kuşatılmış olduk. Bu noktada kısaca da olsa kararlarımın doğru anlaşılması için bir bilgi daha vermem gerekir. 16 yaşında sosyalist olmaya karar vermiş, hayatımı böyle yaşamak için kendime bir söz vermiştim. O günden sonra da bu söze sadık kaldım, hâlâ da öyle durmaya çalışıyorum.1974-90 arası süreçte sanatın (profesyonel tiyatro) yanı sıra aktif bir komitacı olarak da yaşadım. 78 yılından itibaren bir sanatçı olarak Stalinizm’le aram açıldı.
87 yılında editörlüğünü yaptığım “Yeni Öncü” dergisinin (Kurtuluş Örgütü) çıkış yazısında bir ön söz yazmış, kullandığımız siyasal, kültürel araçların düşmanımıza benzediğini, amacımıza uymadığı tespitini dile getirmiştim. Yani diyebilirim ki 2014 yılına kadar “ne olmaması gerektiği” konusunda bir kitap yazacak durumda olsam da “ne olması gerektiği” konusunda seçenek oluşturacak bir donanımda değildim. Yani ML paradigmayla da aram açılmıştı.
İşte “kadın devrimi” toplumsal sözleşme metni bu nedenle bizi müthiş heyecanlandırmıştı. Bunun bir yönetmenin hayatındaki karşılığı kamerasını alıp, bu süreci vizöründen bakarak anlamasından başka bir şey olamazdı. Hemen projeme yatırımcılar buldum, Kürt siyasi hareketiyle ilişki kurdum, projemi anlattım ve gerekli vizenin verilmesini talep ettim. Sevgili ve değerli Heval Cuma yoldaşın müthiş dayanışması süratle gerekli güven zemininin oluşmasına neden oldu. Türkiye’de Faysal Sarıyıldız ve aramızdan ayrılmış olan İbrahim Ayhan yoldaşlarımın çok önemli desteğiyle hem iletişim hem de sınır ötesine geçişim için gerekli altyapı oluştu.
Böylece 30 Aralık 2014 günü her gece akın akın tellerden Rojava ’ya giden genç savaşçı kafileleriyle Suruç’tan tek başıma 30 kiloluk bir ekipmanla (ben de 110 kg) sınırı geçtim. Yalnızdım çünkü bu riski paylaşacak hiçbir profesyonel bulamamıştım. İki kez Kobanê’ ye girme girişiminde başarısızlık ve ciddi riskler yaşanınca, yönümü Kamışlo’ya çevirdi arkadaşlar.
Çekim öncesi süreci nasıl yaşadınız Rojava’da? İlk temaslardan izlenimleriniz nasıl?
31 Aralık günü Kamışlo’da yeni kurulmuş sinema komününden arkadaşlar beni karşıladılar. Onların binasında kalmaya başladım. Hatta ilk gece sorumlu arkadaş beni komünün minibüsüne bindirip, yanına da keleşini alıp, bana Kamışlo’yu gezdirdi. Bütün kentin Müslüman mahalleleri karanlıkta, Süryani mahallesi ise Beyoğlu gibiydi. Ama aynı zamanda silahlı sinemacı bana her yerin cephe olduğunu da özetleyivermişti.
Bir hafta sonra Kongra Star (merkezi kadın örgütlenmesi) yetkililerinden randevu geldi. Tecrübeli ve donanımlı oldukları hemen hissedilen iki arkadaşla buluştuk. Önce kendilerine yanımda bir seloteype sarılmış, yakalanırsam ilk iş yutmam gerektiği tembihlenmiş, içeriğini benim de görmediğim küçük mektubu teslim ettim. İki saat kadar söyleştik. Projemi anlattım. Özellikle de “Rojava devrimi” değil, “Rojava kadın devrimi” temasını vizörümden anlamaya ve anlatmaya geldiğimi söyledim. İleride görecektim ki onlarca genç “Rojava devrimi” çekmeye gelmişti ve silahlar ve çatışmalar onları çok cezbediyordu. Bense doğrulanamamış, yenilmiş bir paradigmanın içinden geliyor ve yeni bir paradigma umuduyla bakıyordum. Önce de söylediğim gibi kadın devrimi odaklı bir toplumsal sözleşme içeriği kuvvetle böyle bir çağrışım yapıyordu.
Filmin ana karakteri Jiyan nasıl seçildi? Jiyan ile ilk ne zaman tanıştınız, nasıl ikna oldu
Kongra Star’ la toplantımızda onlardan taleplerimi sordular. İlk ve ayrıntılı ifade ettiğim bir kahramanın yolculuğunu anlatmak istediğimdi. Öyle bir arkadaşla tanışmalıydım ki, hayatını anlattığımızda kadın devriminin de hikayesi ortaya çıksın. Böylece onun mikro kozmosunda makro kozmosu da görebilelim. Bunun üzerine istişare ettiler ve beni üç kadın yoldaşla tanıştıracaklarını, kararın bana kaldığını söylediler.
Bu arada çok önemli bir tartışma oldu. Ben kahramanımın Türkçe bilmesi gerektiğini söyledim. Elbette buna haklı olarak başta çok itiraz ettiler. Bir önceki yıl “Kürtçe- Türkçe tercüman” konusunda yaşadığım çok kötü deneyimleri anlattım ve profesyonel düzeyde bir tercüman şartı ileri sürdüm. Belgesellerde de duygu aktarılamazsa film olmaz. Ayrıca filmin orijinal dağıtım kopyasını zaten İngilizce dublajlı planlamıştım. Beni sonunda anladılar ve çekimlerde Türkçe meselesi de kabul edildi. Diğer tanıklıklar Kürtçe kaydedilebilir, çekimler tercümanla çözülebilirdi.
O gün beni filmcilerin yanından alıp, Kongra Star’ın çok güvenli özel konukevine transfer ettiler. İki gün sonra da ilk aday olarak çok sevgili ve değerli bir yoldaşıma ve öğretmenime dönüşecek olan Jiyan Tolhildan (Selva Yusuf) geldi. 35 yaşında 16 yıllık Afrin/Suriye doğumlu bir gerillaydı. İleride arkadaşlarından öğrenecektim ki Jiyan, çok bilinen ve çok özel bir örnek idi. Biz bütün günü birlikte sohbet ederek geçirdik. Gece konuk evinde kaldılar. Sabah kendisine “başka bir adayı yormayalım ben aradığımı buldum, Lütfen arkadaşlara ilet” dedim.
Çekimler ne zaman başladı? Nerelerde çekim yaptınız. Çekimi kaç kişilik bir ekiple yaptınız ve ne tür engeller, zorluklarla karşılaştınız? Filmin çekiminde toplam kaç kişi görev aldı ve çekim ne zaman bitti?
Birkaç gün sonra genç bir YPG savaşçısı bir minibüsle geldi. Aracın film için tahsis edildiğini, kendisinin de hem şoför hem koruma olduğunu söyledi. İŞİD’in sızma eylemlerinden örnekler verdi. Çarşı, pazar, kafama göre, kendisi olmadan gezmemem gerektiği konusunda beni sıkı sıkıya tembihledi. Ertesi gün Jiyan eve yanında genç bir kadın savaşçıyla geldi. Bir de basında fotoğrafçı olarak çalışan benim kamera asistanlığımı bazen ikinci kameramanlığımı yapacak olan çok sevgili Beşhir Talati katıldı. O da çok iyi İngilizce biliyordu. Bizim hafif süvari ekip hazırdı.
İlk olarak ekibe savaşı çok iyi yansıtan bir mekan bulmalarını rica ettim. Orada rahat bir hafta on gün Jiyan ‘ın bireysel hikayesini kaydedecektim. Böylece filmin senaryo taslağı da ortaya çıkacaktı. Taş üstünde taş kalmamış bir mekanda çalışmaya başladık. Bilirsiniz bütün belgesellerde önce ön araştırma yapılır, mekanlar ve tanıklarla ön çalışma yapılır. Çekim başladığında her şey planlanmış olur. Buradaki olağandışı koşullarda ise hem öğreniyor, araştırıyor hem de çekim yapıyordum. Aslında çok riskli ve zordu.
Çekimlerde ilk ve en önemli sorunu da anlatmak isterim. Çünkü Jiyan da şehitler kervanına katıldı. Teke tek çekimlerin ilk üç dört günü, o evde tanıdığım genç kadın gitmiş yerine tutuk bir insan gelmişti. Sanırım dördüncü gündü, o gün paydos ettim ve yine baş başa konuşmaya çağırdım. İzlenimimi anlattım. Önce kaçak güreşti, hatta “beni değiştir,” bile dedi. Ben de “gerçek nedeni anlamadan olmaz. Sanırım ben önemli bir hata yapıyorum ve sen kötü etkileniyorsun, başka açıklaması yok,” deyince, itiraf etti.
“Şimdiye kadar belgesel yalnızca şehit arkadaşlar için yapıldı. Ben böyle bir imtiyazla onların hakkını çalıyormuş gibi hissediyorum. Bu beni çok kötü etkiliyor.” Bu, benim ezberimin bozulma zincirinin bir başka halkasıydı. Bir iki gün istedi, gitti arkadaşlarıyla konuştu. Sonra döndü. Her ne yaptıysa, tanıştığım günkü kadın geri dönmüştü.
O zaman Rojava kantonlarından birbirine geçilemiyordu. Arada İŞİD vardı. Bu nedenle her kanton için ikişer ay ayırmıştım. Her kanton bittiğinde yine tellerden yasadışı Türkiye’ye dönüyor, yine tellerden diğer kantona geçiyorduk. Sırada Kobanê ve Afrin vardı. Filmin çekimleri yedi ay sürdü. Ayrıca Jiyan ’ın Türkiye’ye girip çıkmasına haklı olarak izin vermedi arkadaşları. Ben de Kobanê ve Afrin’i onsuz planladım. Onunla her türlü stok çekimi yapıp vedalaştım. Tabi, Cezire kantonunda üç ay yetişmiş ekip de gelemedi. Her kantonda yeni amatör bir ekip ve amatör tercümanlarla çalıştım. Temmuz sonunda da İstanbul’a dönüp kaba kurguyu yapmaya başladım.
2016 matruşka darbesinden sonra filmin güvenliği için yatırımcılarla kurguyu yurtdışında bitirmek gerektiğine kanaat getirdik. Yunanistan’da çok iyi bir kurgucu olan sevgili Apostolos Karakasis’i keşfettik. Ve ben kurgu setimi, 130 saatlik ham görüntüyü, 3 saatlik kaba kurguyu alıp Yunanistan’a gittim… 2017 sonunda ince kurgu bitmişti.
Film hangi kanallarda yayınlandı ve ne tür tepkiler aldı?
Bu film beni mesleki olarak da dünyalı yaptı. Çünkü filmlerin dağıtım ve pazarlaması Türkiye dışında çok profesyonel ağlarla gerçekleşiyor. Biz de uygulayıcı yapımcılarımızdan biri sayesinde İngiltere’de bir ajans bulduk. 5 yıllık bir kontrat imzaladık. Böylece filmin profesyonel pazarlama ve dağıtım süreci de başlamış oldu. Ajansımız (Espresso Medya) üzerinden filmimizin stüdyo ve kurgu işlemleri Yunanistan’da 2017 Kasım ayında bitti. Toplam 110 saat çekim ve 40 saat arşiv görüntüsü üzerinden kurgulandı.
Filmin İngilizce orijinali 80 ve 52 dakikalık iki versiyon. TV versiyonu şu ana kadar Avusturya ORF, Portekiz RTF, Almanya ZDF TV ve Medya Haber TV kanallarında 2019 yılında ikişer kez gösterildi. Youtube Real Stories kanalına satıldı. Son dört yıl içinde bir milyon kişi de burada izledi. Sinemalardaki gösterimi kendi imkan ve ilişkilerimizle İsviçre, Fransa, Almanya ve Yunanistan’da yapıldı. Yunanistan’da Anarşist Hareket 2020’de 40’a yakın yerleşimde filmi izlettirdi ve arkasından Rojava Kadın devrimini tartıştık. Jin TV ve Medya Haber kanallarına da bir kopya teslim edildi.
Filmin finansmanı bir grup yatırımcı tarafından sağlandı. Buna ek olarak Med TV‘ye Türkçe ve Kürtçe TV hakları karşılığında ön satış yapıldı. Filmin uluslararası pazarlama hakları ise ESPESSO Media İnternational (Londra) tarafından temsil edilmektedir. Film kadın devrimi temalı hala ilk ve tek profesyonel belgesel durumunda, maalesef.
23 Temmuz 2022’de Kamışlo’da SİHA saldırısına uğrayan Jiyan’ın hayatını kaybettiğini duyduğunuzda neler hissettiniz?
Gerçek bir öfke ve büyük bir acı. Jiyan yalnızca çok değerli bir dost olmakla kalmadı; kadın devrimi konusunda, yeni paradigma konusunda da kılavuzum olmuştu. Beni, değerli Öcalan’ın savunmaları ve özgürlük sosyolojisi ile o tanıştırdı. Bookchin’i orada keşfettim. Ve döndüğümde ekibime sosyalist olarak aradığımı buldum, demiştim. Jiyan kadar zeki, bilgili, cesur, mütevazı, komik bir insan çok az tanıdım. Kahkahaları hala kulağımda…
Ortadoğu gibi erkek egemen zihniyetin baskın olduğu bir coğrafyada kadın özgürlükçü bir paradigmaya sahip Rojava’nın bu demokratik yeteneğinin uluslararası toplum tarafından önemsendiğini ve yeterince desteklendiğini düşünüyor musunuz? Özellikle Kürt kadınlarının IŞİD’le mücadelede ödedikleri bedeller göz önüne alındığında neler söyleyebilirsiniz?
Bu fasılda kısaca birkaç şey söyleyebilirim. İlk olarak Öcalan’ın savunmalarında çok önemli bir noktayı gördüm. Kendisi arayış içinde olan hepimiz gibi Frankfurt Okulu, Gramchi, Wallerstein, feminizm vb. eleştirel Marksist bütün okul ve düşünürleri incelemiş, sonunda Murray Bookchin’in yeni paradigmasını keşfetmiş, belli ki o da aradığı çerçeveyi (olması gerekeni) böylece bulmuştu, diye tahmin ediyorum. Bookchin’in sahip olamayacağı iki şeye sahipti. Biri PKK pratiğinin bütün kurucu bilgisi ve dersleri, ikincisi de kadın özgürlüğünün ayrıksı bölgesel ve küresel önemi. Böylece 21. Yüzyıl sosyalizminin yeni paradigmasına tarihi katkılarını yapabildi.
Kadın devrimi perspektifi çok özgün bir katkı ve devrimin de hareketin de bence sigortası bu. Kürt siyasi hareketi ise dünya tarihinin en büyük komünü. Çok kültürlü, çok katmanlı milyonlardan oluşan devasa bir komün. Başlangıçta Stalinist olan bu komünü, komünalizmle aşılaması dahiyane bir buluştu. (Bookchin’in elinde aşılayacak bir ağacı yoktu.) Benim gördüklerimi Batı görüyor mu konusuna gelince. Batı henüz büyük çoğunlukla yeni paradigmayı anlamıyor.
Çünkü yapmak çok önemlidir ama anlatmak da çok önemlidir. Kürt siyaseti hareketi, muazzam şeyler yapan ama maalesef kendi hikayesini anlatmak konusunda çok zayıf bir hareket. Askeriyeye ayırdığı kaynakların onda birini aydınlanma çalışmalarına aktarsa, megapolde bir kültür “gerillası” yaratabilse bugün çok başka olabilirdi. Ama hareketin saflarında Stalinist tortular, merkeziyetçi alışkanlıklar birden yok olmuyor. Hala yeni paradigmanın ciddi alt metinlerinin, uyarlama yaklaşımlarının üretilme ihtiyacı çok açık. Bu da bir evrim süreci. Kültür endüstrisi bütün solu kuşatıyor. Bireyleri biçimlendiriyor. Böylece “Yeni paradigma” ve Öcalan’a yaklaşım bizim geçmişte Marksizm’e yaklaşımımıza çok benzemeye başladı kaygısı bende yükseldi. Betonlaştırma ve ezbercilik; ML zihniyet, devrimi siyasal ve askeri sınırlara hapsetmişti. Yeni paradigmanın temelleri ise bize bir sosyal devrimin ancak kültür devrimi olarak vücut bulması gerektiğini işaret ediyor.
Ama nasıl? Tabi ki bunun yolu merkezi deklarasyonlar olamaz. Kendi aydınlanma hareketinin teşvik edilmesi, desteklenmesi elzem. Marks’ın kaynaklarını okumadan Marks’ı ezberlemek neyse, Öcalan’ın Bookchin’in kaynaklarını, entelektüel yolculuğunu onların mokasenleriyle yürümeden anlamaya çalışmak aynı şey. Burada karşımıza ciddi bir engel daha çıkıyor: Özcülük… Özcülüğün en veciz cümlesi Kemalistlere aittir: “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”.
Türk’ün hali ortada. Ellerine geçen devasa imkanları bugün karşı karşıya olduğumuz çürümeye akıttılar. Özcülük, dışarıdan entelektüel güç aktarmanın, öğrenmenin, zenginleşmenin önündeki en büyük engeldir. Sorgulayıcı, eleştirel ve bilime sırtını yaslamış bir okul zihniyeti egemen olmadıkça en dahiyane tohumlar bile kuruyabilir.
Son olarak da bütün dost görünümüne rağmen kapitalist Batı, bu yaklaşımın nasıl nüfuz edici olduğunu Rojava pratiğiyle çok iyi gördü. Buna karşı da çok tedbirliler. Çünkü eminim onlar çok farkında ki; ilk kez bir “ulusal kurtuluş hareketi” ulusuyla birlikte insanlığın kurtuluş yolunu döşüyor. Modeller yaratıyor. Bu, en istemeyecekleri şey. Batı, HTŞ’ye yaptırdıklarını YPG yapsın istemedi mi sanıyoruz? Çok istediler. Ama YPG ahlakı buna yanaşmadı. Onlar da bunu not ettiler. Rojava’yı savunmak bir yandan binlerle sokakta olmayı ama aynı zamanda çok organize iletişim organizasyonları ve koordinasyonları yaratmalarını şart koşuyor. Müthiş bir dil birliği istiyor.
Rojava’yı Batı basını ve Batı emperyallerinin çok sevdiği “İŞİD savar” tanımından kurtarıp, insanlığa ne vaat ettiğini anlatmayı gerektiriyor. Kürt hareketinin devasa komününü, bu komünlerin yarattığı insan tipini anlatmayı gerektiriyor. Süper kahramanlara değil herkesin inandırıcı bulacağı gerçek çürümemiş insan hikayelerine ihtiyacımız var. Yani hikaye anlatmayı öğrenmemiz şart. Dünya, hikayelerle dönüyor.
Sizin filminizi çektiğiniz dönemde Suriye Esad rejimi vardı ve artık yok onun yerine IŞİD’in devamı durumundaki HTŞ var iktidarda. HTŞ’nin temel insan hakları, özellikle de kadın hakları konusunda tutumu biliniyor. Sizin bu konudaki ve geleceğe ilişkin düşüncelerinizi öğrenmek isterim…
Siyonistler Yahudi toplumuna tarihi bir fırsatı kaçırttılar. Çok büyük bir kötülük yaptılar. Yahudi toplumu binlerce yılın mağduru olarak Ortadünya’da demokrasinin kalesi ve modeli olabilirdi. Sarumanlaşmayı tercih ettiler. Bu, öyle sadece isteyince olacak bir şey değildir. Olağanüstü bir müktesebat gereklidir ve bu Yahudi halkında var. Ama Siyonizm bunu çöp etti. Yine de bunun dışında kalan kesimden umutluyum. Bunu niye söyledim; HTŞ’nin gerçek yüzünü ve ihtimalleri şu ana kadar tek doğru teşhis eden de İsrail. Suriye’de attıkları bütün adımlar HTŞ belasına karşı çok “doğru.” Batı hayal kuruyor. Ya da henüz bilmediğimiz başka bir plan var. İyimser bir yaklaşımla, HTŞ gibi radikal İslamcılıkla yetişmiş onbinlerin – imkansız değilse de- liberalize olması on yıllar alır. Üstelik İslam içinden reform da çıkaramamış bir dindir.
HTŞ ile değil devlet, bir köy bile kurulmaz. Daha ilk aydan bu anlaşıldı. İtalya’da geçen gün yapılan emperyaller toplantısının konusu da bu olabilir. Böyle bir durum Suriye’nin patlamasını getirir. Suriye patlarsa Türkiye’nin de elinde patlayacak.
Öte yandan henüz Şangay Bloku (İran, Rusya, Çin) Suriye, Lübnan, Gazze yenilgisinden sonra ikinci cepheyi Yemen, Irak hattında mı kuracak bilmiyoruz. Yani bu süreç daha çok su kaldırır, belirsizliklerle dolu. Tek umudum -şu ana kadar sergiledikleri zeka, diplomatik ve askeri becerilerle- Kuzey ve Doğu Suriye modelinin temayüz etmesi. Dürzi ve Aleviler çok sıkışıp, bu yana geliverse tarihin akışı değişecek.
Ama sonuç olarak “kadın devrimi” bu sürecin asıl kültürel koç başı ve miğferi olacak gibi duruyor. En hızlı küreselleşebilecek, partiler üstü güç onlar. Bu da umudu büyütüyor. Zapatista’lardan bayrağı Kürt Siyasi Hareketi aldı. Yeni doruklara dikti. Önemli olan Batı’da bu zihniyetin yaygınlaştırılması.
Filmin linki:
https://vimeo.com/manage/videos/243353961