Merdan Dirlik: Kürt Siyaseti, ve milliyetçi söyleme bir elestiri

Yazarlar

Türkiye’deki Kürt siyasetinin devlet tarafından denetim altına alınmaya çalışıldığı bir gerçeklik olmakla birlikte, bu sürecin analizinde sıkça yapılan hatalardan biri, belirli siyasi figürlerin varlığına gereğinden fazla anlam yüklemektir. Özellikle kendilerini “Kürt milliyetçisi” olarak tanımlayan kesimlerin, Türk solunun marjinalleşmiş unsurlarının devlet eliyle Kürt hareketi içinde konumlandırıldığı yönündeki eleştirileri, siyasal gerçekliğin yapısal dinamiklerini göz ardı etmektedir. Devletin Kürt siyasetini kontrol altına alma çabaları tartışılmaz bir olgudur; ancak bu çabalar yalnızca bireysel figürler üzerinden okunamaz.

Kürt siyaseti, tarihsel olarak yalnızca parlamenter mücadeleye dayalı bir çizgide gelişmemiş, çok daha geniş bir toplumsal ve siyasal bağlam içinde şekillenmiştir. Parlamento veya devletin farklı kademelerinde yer alan bireylerin kimlikleri üzerinden bir beklenti geliştirmek, hem siyasal determinizm açısından hatalı bir yaklaşımdır hem de devlet aygıtının doğasını anlamamaktır. Egemen sistem, etnik kimliği ne olursa olsun, kendisine hizmet eden unsurları bünyesine dahil etme kapasitesine sahiptir. Türkiye’de cumhurbaşkanı yardımcısından dışişleri bakanına kadar devletin en kritik noktalarında Kürt kökenli isimlerin bulunması, bu kişilerin Kürt halkının çıkarlarını temsil ettiği anlamına gelmemektedir. Aksine, devlet mekanizmasının işleyiş mantığı içinde, bu bireyler çoğunlukla sistemin devamlılığını sağlayan araçlar haline gelmektedir.

Dolayısıyla, Kürt kimliğine sahip bireylerin devlet içinde yükselmeleri ile Kürt halkının kolektif haklarının tanınması arasında doğrudan bir bağlantı kurmak, ciddi bir politik yanılgıdır. Devlet, tarih boyunca bu tür figürleri sistem içinde eriterek, onları birer kontrol mekanizmasına dönüştürmüştür. Bu durum yalnızca Türkiye’ye özgü değildir; küresel siyasette de benzer devlet pratikleri gözlemlenmektedir. Bu bağlamda, Kürt siyasetini bireysel pozisyonlar üzerinden değerlendirmek yerine, yapısal güç ilişkileri ekseninde analiz etmek gerekmektedir.i

Kürt siyasetinin esas belirleyici unsuru, devletin sunduğu siyasal alanlar içinde şekillenen bireysel figürler değil, halkın doğrudan örgütlü mücadelesidir. Parlamenter temsiliyet, siyasal mücadelede tamamlayıcı bir unsur olabilir; ancak belirleyici olan halkın siyasal bilinci, örgütlülüğü ve mücadele pratikleridir. Bu nedenle, devletin belirli figürleri Kürt hareketinin içine yerleştirerek süreci yönlendirme çabalarına karşı geliştirilen tepkiler, yalnızca semboller üzerinden şekillenen milliyetçi bir retorikle sınırlı kaldığında etkisizleşmektedir.

Meclis içindeki temsilin, Kürt siyasetinin yönünü tayin eden en önemli faktör olduğu düşüncesi, ciddi bir stratejik yanılgıdır. Parlamenter siyasete gereğinden fazla anlam yüklemek, mücadeleyi kısıtlı bir alana sıkıştırmak anlamına gelir ve halkın öz gücünü ikincil plana iterek onu edilgen bir aktöre dönüştürür. Bunun yerine, Kürt siyaseti, demokratik mücadelenin farklı dinamiklerini içeren ve toplumun geniş kesimlerini kapsayan bir strateji geliştirmek zorundadır.

Kürt siyasetinin başarısı, yalnızca Kürt nüfusunun yoğun olduğu coğrafi bölgelerle sınırlı bir mücadele yürütmekle sağlanamaz. Türkiye’deki Kürt nüfusunun önemli bir kısmının göç ettirilmiş olması ve büyük şehirlerde yoğunlaşması, mücadelenin daha geniş bir toplumsal zemine dayanmasını zorunlu kılmaktadır. Sadece belli bir coğrafi alana sıkışan bir mücadele tarzı, hem toplumsal desteği sınırlar hem de devletin baskı mekanizmalarına karşı savunmasız hale gelir.

Bu bağlamda, Kürt siyaseti, yalnızca kendi toplumu içinde değil, Türkiye’deki sol ve demokratik kesimlerle de ittifaklar kurarak mücadele alanını genişletmek zorundadır. Devletin otoriter yapısına karşı gelişen muhalefet dinamikleriyle ortaklaşmamak, Kürt mücadelesini yalnızlaştırır ve siyasi kazanım elde etme şansını azaltır. Türkiye’de demokratik bir dönüşüm sürecinin inşasında Kürt siyaseti belirleyici bir rol oynayabilir; ancak bu ancak geniş toplumsal ittifaklarla mümkündür.

Devletin ırkçı ve saldırgan kesimlerine bakarak milliyetçi bir karşı söylem üretmek, mücadeleyi güçlendirmek yerine dar bir etnik çerçeveye hapsetmek anlamına gelir. Bu tür bir yaklaşım, Kürt kimliğini korumanın değil, mücadeleyi zayıflatmanın bir sonucudur. Kürt siyasetinin milliyetçi bir daralmaya girmesi, onu tarihsel deneyimlerinden kopararak, aşiretçi ve yerelci bir pragmatizme sıkıştırır. Oysa Kürt mücadelesi, sadece bir kimlik mücadelesi değil, aynı zamanda sistem karşıtı ve demokratik dönüşüm odaklı bir mücadeledir.

Sonuç olarak, devletin Kürt siyaseti üzerindeki müdahalelerini analiz ederken, yalnızca bireysel figürlerin varlığına odaklanmak yerine, yapısal dinamikleri merkeze alan bir bakış açısı geliştirmek gerekmektedir. Devlet mekanizması içinde belirli Kürt figürlerin varlığına aşırı anlam yüklemek ya da onları tamamen reddetmek, stratejik olarak eksik bir yaklaşımdır. Kürt mücadelesinin esas belirleyici unsuru, halkın politik bilinci, örgütlülüğü ve direniş pratiğidir.

Kürt siyaseti, milliyetçi bir içe kapanma ve dar sınırlara hapsolma anlayışıyla değil, sistem karşıtı hareketlerle ve geniş muhalif kesimlerle ortak mücadele alanları yaratarak güçlenebilir. Türkiye’deki otoriter yapıya ve devletin krizlerine karşı gelişen geniş muhalefet dinamiklerini görmezden gelmek, Kürt siyasetini yalnızlaştırır ve kazanım elde etme ihtimalini azaltır. Kürt siyaseti, yalnızca etnik bir kimlik mücadelesi olarak değil, Türkiye’de demokratik dönüşümün asli bir unsuru olarak ele alınmalı ve mücadele hattını buna göre şekillendirmelidir.

Bu nedenle, Kürt mücadelesinin başarısı, yalnızca devlet karşıtlığı üzerinden değil, demokratikleşme sürecine katkı sunan, geniş toplumsal ittifakları içeren ve uzun vadeli stratejik perspektife sahip bir mücadele anlayışıyla mümkün olacaktır.

İlginizi Çekebilir

Türkiye ve Katar’ın Suriye’de kurduğu şehir hizmete açıldı
Sebatullah Tekin: Devlet Arzusu

Öne Çıkanlar