Yücel Kayıran: 2024 yılında şiire dair

2024 yılında yayımlanan şiir kitaplarını, 2024’ün şiir kitabı olarak, bir derecelendirme yapmadan, ben de birkaç kitaba indirebildim; anacağım ve kısaca değineceklerim de var…

Şiirimiz artık birbirinden farklı politik-ontolojik ve politik-teolojik sorunlar zemini üzerinden gelişiyor ve farklı tinsel köklere bağlanıyor. Ötekileştirme ya da kendini farklılaştırma biçimlerinin arttığının altını çizmek isterim. Sözgelimi ben hem Türk hem solcu hem Sünni Müslüman olanların da artık ötekileştirilen azınlık durumuna düştüğü kanısındayım. Şiirimizin gelişim düzleminde yer alan çeşitliliğin ve farklılaşmanın nedeni bu. Bir diğerinden vazgeçemeyişimin nedeni de bu. Bu temelden gelmeyen günümüzün şiiriyse, şiirimizin geçmişten gelen ortalama zemininde ilerliyor. Bir de benim artık “ergenlik şiiri” demeyi tercih ettiğim, başlangıç dönemi şiirinde kalış, kendi varoluşunun ilk evrelerinden dünya ve ülke sorunlarına geçemeyiş şiiri var. Kendine dünya sorunsalından bakmak hâlâ eleştirel ve politik şiirin bir özelliği.


İlk kitap, toplu yapıtlar ve çeviri

İlk kitap olarak Zeynep Oktay’ın Birlerken adlı kitabına dikkat çekmek isterim. Dikkat çeken, Oktay’ın Alevi ontolojisine referanslarla şiirini kurması. Bu poetik eğilim daha önce Cemal Atay Genç’in şiirlerinde ortaya çıkmıştı; Kitab-ı Yalnızlık, Selman’ın Penceresinden Kırklar Cemi ve Poetikanın Hata-i Yolu kitaplarını hatırlatırım. Oktay’ın ikinci kitabı bakalım nasıl gelecek… Bu eğilim bir çizgi oluşturabilir.

Toplu şiirler yılın kitabına dahil değildir. Bununla birlikte 2024 bir toplu yapıtlar yılı oldu. Altay Öktem’in Kuşlarım Üşüyor kitabı şairin dokuz kitabını bir araya getiriyor. Bülent Keçeli’nin Düş Görgüsü, şairin yayınlanmış şiir kitaplarıyla birlikte dergilerde kalan şiirlerini de içeriyor. Keçeli’yi 2020 yılında, 52 yaşında kaybettik. Bu kitap Murat Üstübal’ın editörlüğünde bir araya getirildi. Bu önemli bir çabadır; böylece Keçeli’nin şiirleri bir toplam olarak unutulmaya terk edilme olasılığının dışına çıkarılmış oluyor. Nihat Özdal’ın Yük Yeri kitabı şairin toplu şiirlerini bir araya getiriyor. Nihat’ın başka “poetik iş”leri de vardı. Başka toplamlar da var ama onları görme fırsatım olmadı.

Fahri Öz’ün çevirdiği, Walt Whitman’ın bütün yapıtını oluşturan Çimen Yaprakları bu yıl dördüncü cildinin de basılmasıyla tamamlandı. Bence en önemli şiir çevirisi olaylarından biridir bu; Whitman’ın bütün şiirleri nihayet Türkçeye kazandırılmış oldu. Ayrıca bu sene Aytek Sever’in de bir Walt Whitman çevirisi çıktı: Benliğimin Şarkısı. Bu kitabın ayırıcı özelliği, Whitman’ın hem “Benliğimin Şarkısı” şiirinin çevirisini hem de Ed Folsom ile Christopher Merrill’in bu şiir hakkındaki karşılık analizlerini içermesidir. Bu eleştirel analiz 150 sayfa civarında.

Son yılların önemli çeviri hamlelerinden biri de Cem Yavuz’a ait. Yavuz’un Paul Celan (Sesler İşitin Bizi de, 2022) ve T. S. Eliot’tan (Bütün Şiirleri, 2023) sonra bu sene Rilke’nin toplu şiirleri çevirisi çıktı: Hiç Uğruna Bir Nefes.


Roni Margulies, Harfiyat Kamyonları

‘80’li yılların en önemli şairlerinden olan Roni Margulies’i 19 Temmuz 2023 tarihinde kaybettik. Kanser tedavisi görüyordu. Margulies’in ölümünden önce tamamladığı son şiir kitabına dair K24’te “Ron’nin vedası” adıyla daha önce de bir yazı yazmıştım; Harfiyat Kamyonları sadece 2024 için değil, genel olarak bir şairin şiirini bir tamama erdirmesi bakımından, pek benzeri olmayan bir biçimde, kendi şiirinin bütünlüğünü ve poetik dünya görüşünün kapanış evresini dile getirmesi bakımından önemlidir. “Kapanış evresi” dediğim, metnin hem insanın bir varlık olarak hayattaki son evresine tanıklığını dile getirmesi hem şairin kendi şiirinin bütünlüğünü bir kapanış tamamına erdirmesi durumudur. Her şairin içsel yolculuğu, şiirinde konuşan anlatıcı-benle özdeş hale gelme çabasının yolculuğudur. Bu durum bize, Margulies’in şiirini çağrışımın rastlantısallığı içinde yazmadığını, şiirini tamamen kendi tinsel ve tarihsel hikâyesinin zorunlu sonucu olarak dile getirdiğini gösterir.


Müslüm Yücel, Kahramanlık Komedyası

Müslüm Yücel’in Kahramanlık Komedyası yılın son günlerinde (Kasım ayında) yayınlandı.Kahramanlık Komedyası senfonik bir eser; üzerinde müstakil olarak durmayı gerektiriyor. Benim burada dile getireceğim ilk kanaatler olacak. Yücel aslında velut bir şair ve yazar ama uzun bir süreden beri ilk defa bir kitabı çıkıyor. Geçen sene Yeni Yaşam gazetesinde çıkan “Türk Entelektüelleri” başlıklı yazısıyla dikkatleri üzerine çekmişti. Çekildiği münzevi alandan arada bir çıkarak, hesaplaşmadan çekilmediğinin emaresi “bir tür kafa atma” girişimi.

Müslüm Yücel’in kurduğu şiir Ahmet Arif’ten bugüne gelen yazılan şiirde bir kırılmayı dile getirir; ideolojik ya da toplumcu şiirden varlık temelli bir şiire doğru konumlanmanın oluşturduğu bir kırılma bu. Şu dizeler Kahramanlık Komedyası’nın açılış bölümünde yer alan “İtiraf” şiirinin ilk parçasından:

(Bir evim olmadı hiç

evin ahlak olduğunu söylerdi babam;

Çağırdığım bir sesti: Gel ve kurtar beni

Gelmedi. Adım karanlığa çıktı. Ölümdü tek imzam.

Şu dizeler “VI” parçadan:

Geceleyin yüzün bir uçurumdur, gülüşler kilitliyor kendini

Ah! Sen kendini bilmezsin. Boş bir oda.

Orada bir adam vardır, ben değilim

Ben dediğim o, kalbi delik bir iğne, dikiyor seni

Şiirin içinde ya da tinsel evreninde bilgelik, ideolojik olanın sav sözlerini dile getirmekten daha önemli Yücel için; ya da Yücel güncel olana poetik olarak pek yüz vermiyor diyebiliriz. Nitekim siyasal öfke ve intikam duygusunun dile getirilişinden çok, Arif’ten uzaklaşılarak gerçekliğe, orada da kendi başına bırakılanın varlıksal(ontik) durumunun tasvirini dile getirmeye geçişin şiiridir bu. Kahramanlık Komedyası’nın girizgâh bölümünü oluşturan “İtiraf” şiirin “IV” parçası şöyle:

Yer benim içimdir, kimse ayak basmadı

Gökle doldurdum gözlerimi, ay kalbimdi

Bana verilen adları çok ucuza sattım

Günlük elbiselerimdeki yamalarla tanıyor beni herkes

Kime ne söyleyeceğimi bilmedim hiç

Gerçek nasıl söylenir bilmedi kimse

Düşlerin soğuk karları üstüme yağdı

Hiçbir şey değildim, hiç’in özü değilsem

Kimse yıkamadı tırmandığım odanın duvarını

Asılmak istedim, kimi zaman da kurşuna dizilmek

Sandım ki bir iç kanamadır iç savaş

Ben ölsem herkes kurtulacak, şaka gibi

Bu parçada ilk dikkati çeken temel unsurlardan biri imgesel tasvir ise, diğeri ben’in aitsizliği, dahası aitsiz kalmışlığıdır. Aitsizlik negatif bir öğe olarak açığa çıkıyor. Son dizedeki “şaka” kelimesi Milan Kundera’nın Şaka’sına bir selam gibi. Müslüm Yücel ideolojik olanın bildiri kipi yerine ontik ve imge kipini yurt ediniyor. İmgesel anlatım ben’in henüz kendisini tanımlayamamış olmasını, kimlikteki netlik durumunun belirsizliğini ifade eder. Yücel’in yazdığı şiirin sözünü ettiğim çizgideki konumunun ayırıcı özelliği şurada: Burada kendisini belli bir devlete karşı kurmayan, konumunu o devletle göre tanımlamayan bir şairle karşı karşıyayız. Kendini bir devlete karşı kurmak, karşı bir tavır bağlamında da olsa, kendini o devlete ait kılmakla ilgilidir. Bu durum söz konusu devletin seni içselleştirmiş olmasının bir sonucudur. Yücel’in bu şiirlerinde devlet yok, o nedenle öznenin kimliği belirsiz. Kimlik milletle ilgili değildir, kimlik devletle ilgili bir kavramdır. Kimlik modern devletin temel ilkesidir. İmparatorluk döneminde bu türden bir kimlik mevcut değildi ve değeri yoktu. Fuzûlî de, Ehmedê Xanî de bu türden, kendini devlet karşısında konumlandıran bir kimliği dile getirmez. 

Kahramanlık Komedyası’nda bu aitsizlik durumu ya da devletin bir varlık olarak mevcut olmayışının yeri “Tanrı” kavramıyla doldurulur ya da Kahramanlık Komedyası’ndaki “Tanrı” imgesi ve kavramı, anlatıcı-benin kendisini ait göreceği bir devlet halinin namevcut oluşunun yerini dolduran bir kavram ve imge olarak ortaya çıkar. İmparatorluk döneminde de Tanrı kavramı temelde yaratıcı niteliğinden çok, ötekilerle karşılıklı varlık durumuna karşı güven ilişkilerini düzenleyen bir töz olarak vücut bulur. Kahramanlık Komedyası’nın girizgâh bölümünde yer alan “Kimlik Bilgileri, Giriştir” şiiri şu dizelerle kapanır:

Ve bir mezara indirilmiş dünya karşısında

İsyan, Tanrı anlayışıdır. Tanrı, sınamadır.

Bir taş alırsın eline, bir ulus oynar yerinden

Sanırsın kör bir Tanrı’nın gözleri açılmıştır

Şimşek seni doğduğun evin belleğine gömer

Sanırsın sağır bir Tanrı’nın kulakları seni duyar

Sanırsın, ben düştüm, beni ayakta tutar içimdeki ben

Şimdi Kahramanlık Komedyası’nı okumaya başlayabiliriz.


Cevdet Karal, Tanrının Kurduğu Saatler

Cevdet Karal’ın Tanrının Kurduğu Saatler’i “Şarkıma Katıl” şiiriyle açılır: “Mademki varsın, şarkıma katıl,/ Esirgeme müziğini benden,/ Esirgeme Tanrım;// Sadece kendi yüreğimi burkan/ Bu şarkım, canlısın// Gözlerin görmediği korodan/ Soluğunla bir uyum yaratayım,// Ve senin sesini başkaları/ Benim sesimmiş sansın”

“Tanrı” ve “saat” imge ve kavramlarını ilk bir araya getiren Schleiermacher’di: Tanrı evreni bir saat gibi kurmuştur, onun işleyişine karışmaz; doğa saat gibi kendi kendine çalışır. Bu düşüncenin kökeni kuşkusuz Spinoza’nın “natura naturan/etkin, yaratıcı doğa” ile “Natura naturata/adilgin, yaratılan doğa” kavram çiftine kadar geri götürülebilir. Bir zorunluluğun kendiliğinden işleyişi, başta kurulmuş olana müdahalenin olanaksızlığı dile getirir. Kitabın adı bir önceki kitapta (Sevgililer ve Bir Daha Sevemeyecekler İçin Küçük Şiirler ve Diğerleri) yer alan “Aşk ve Saatler” şiirinden geliyor:

Tanrının kurduğu saatleri

Kurcalamaktan yorgun düştüm,

Seni bir daha görmenin

Vakti gelmedi

Bu bağlamı dikkate alırsak, bununla birlikte “Tanrının kurduğu saatler” ifadesindeki “saatler” kelimesinin çoğulu tümeli değil, tekil anları dile getirdiğini söyleyebiliriz, bu “saatlerin” değiştirilemezliğini de.

Günümüzdeki İslamcı şiirde siyasal iktidara gönüllü bağlanış söz konusu. Bu düzlemde İslami şiir temelde bir ‘dava şiiri’ bağlamına sıkışmış bir şiirdir. Evrensel ve ulusal bağlamın gerçekliğinden uzak, ideolojik bir şiir bu. ‘70’li yılların sol ideolojik şiiri gibi. Cevdet Karal’ın şiirini ayrıcı kılan özellik bu bağlamın dışına çıkmış olması. Karal ontik ve teolojik problem temelinde lirik bir şiir kurdu. Oysa İslami şiir lirik bir şiir değildir. İkinci bir ayırıcı özellik, Karal’ın aynı zamanda yeni bir evrensellik kurmuş olmasında ortaya çıkmaktadır. Bizim şiirimizdeki evrensel bakış sol dünya görüşü temelinde gelişmişti ve bu bakış tarzı benzersiz kalmıştır.

Sezai Karakoç “Ötesini Söylemiyeceğim” şiirinde İslami bir evrensel bakış tarzını denemişti, ama bu bakış tarzını o şiirde bırakmış ve geri çekilmişti. Karal bu “geri çekilişi” kırarak yeni bir evrensel bakış geliştiriyor. Dünyaya, olup bitene sağdan bakan bir evrensel bakış tarzı. Farklı bir paralaks da diyebilirim buna. Daha soyut bir tümellik içerdiği için, Cevdet Karal’in şiiri bağlamında, “İslami” değil “sağ” ifadesini kullanacağım. Büyük Kekeme ve Cebrail’in Yakarışı kitabında yer alan “Serçe 1958” şöyle: “Şu serçe,/ Mao Zedong’un//Prinç tarlalarında/Karnını doyurmasını/Ve dallara konmasını//Yasakladığı günden beri,/Tepede dönüp duruyor//Hiçbirimizin yüreği,/Onu bir tüfekle indirmeye/Elvermedi, diğer serçelere/Yaptığımız gibi//Söylediği şarkı içli mi içli:/Başkan bu özgür gökyüzünü/Bir kafese çevirdi//Cık cık cık, cık cık cık/Ve koca Çin’i, koca Çin’i”

Schleiermacher’in Hıristiyan teolojisine dahil olduğunu unutmayalım – “Tanrı” ve “saat” arasında kurulan metafor da öyle. Franco’ya insani/hümanist yaklaşım İslam kavramından çok “sağcı dünya görüşü” kavramı altında bir araya toplanabilir. Karal sağcı poetikanın bakış alanını alabildiğine genişletti. Dolayısıyla Cevdet Karal yer aldığı politik çizginin en önemli şairi konumunda.

Ama bu sağcılık ideolojik zeminden çok ontik (varlıksal) zeminde vücut buluyor. İslami şiirde Batıyı topyekûn reddeden bir “Batı düşmanlığı” teması vardır. Eleştirel yaklaşımdan çok “nefret suçu” kategorisinde yer alır bu tema. Karal bu temadan uzaklaşarak eleştirel bakışa geçiyor. Eleştirel bakış kendimizi dilde dile getirirken, benliğimizin ne olduğunu netleştiren bir bakıştır. Karal’ın bu kitabında yer alan “Franco’nun Ayakkabıları” şiiri şöyle:

Francisco Franco’da çocukluktan kalma

Büyüklük tutkuları vardı,

Tüm askerî rütbeleri genelkurmaydan

Bir haftada kopardı

İç savaşa kadar

Emirlere sadık kaldı,

İsyan bastırdı. Fas,

Yoksul İspanyol halkı

Hışmına uğradı;

Futbol, fiesta ve kilise hakkında

Tefekkürle geçirdi kalan vaktini,

Geleceğe yatırım yaptı

Onca haşmetine rağmen

Küçüktü, koyu Katolik annesinin

Pek düşkün olduğu ayakları

1939’da

Diktatör olduğunda,

Danışmanlarının bulduğu çözümle

İç içe ayakkabılar giymeye başladı

Ölüm döşeğinde son sözü

Bir soruydu:

Nereye gidiyorlar?

Kan içinde ayaklarım.


Nilay Özer, Yüzü Kelebeklerle Örtülü

Nilay Özer’in Yüzü Kelebeklerle Örtülü (2024) adlı yeni şiir kitabında ilk dikkati çeken öğe, daha önceki kitaplarında olmayan bir biçimde dilde ortaya çıkıyor. Türkçenin tınısı, dinginliği ve sakinliği pürüzsüz bir biçimde, ayırıcı bir özellik olarak mevcut bu şiirlerde. Ama aynı minval üzerinde giden bir ses olduğunu da söylemeliyim. Yüzü Kelebeklerle Örtülü, Nilay Özer’in şiirinde bir dönüm noktasını oluşturuyor. Yüzü Kelebeklerle Örtülü aynı zamanda Nilay Özer’in en rahat kitabı. “Rahatlıktan” kastım kendini ele vermeyişin rayına oturmuş olması. Kendini ele vermeyen, zor bir şiir Nilay Özer’in şiiri; bu ilk kitaptan beri varolagelen bir özellik. Kendini bu ele vermeyiş, okurla yapıt arasındaki iletişimde ortaya çıkan bir durum kuşkusuz. Yüzü Kelebeklerle Örtülü’nün “‘bir elbise bazen anıları taşırır’ diyor ilya” adlı ikinci şiiri şu dizelerle açılır:

üzüm şaraptan yapılmıştır bundan bir ev kur kendine

kapısı komşuda tuz bitmiş rica

nerede kim ölmüş matem

omuz versen açılır ya açma

mermere oyulası ince bir el bul

pencerelerinde mavi demir korkuluklar

korkulukta bir çan var ben astım ben tutturdum

o elle çek ipini çınlasın camlarda yüzü anna’nın

üzüm şaraptan çok sonra

bir kadını bilmenin kana verdiği hızdan

hazda serbest bırakılmış sevinçten yapılmıştır

Kendini ele vermeyen bir girizgâh. İkinci dizeyi biraz anlayabiliriz; “komşudan tuz istemek” izlenimini hatırlatıyor bir ölçüde. Ama bu dize bir izlenimi dile getirmiyor, bu izlenimden inşa edilmiş, izlenim ya da duyu olmayan bir şeyi dile getiriyor. İlk dizeye dönelim; bu nedir: “üzüm şaraptan yapılmıştır bundan bir ev kur kendine” Bu dize bir duyum ya da algı değil, bir izlenim değil; bu dizede deneyimin emareleri de yok diyemeyiz ama bu dize bir deneyimi de dile getirmiyor. Kendini ele vermeyiş dediğim burada. Diğer dizeler de bu dizelerin ardından aynı minvalde devam ediyor. Ama kendini ele vermeyişteki rahatlık dediğim sondan bir önceki dizede ortaya çıkar. İçerik ya da problem analizinden önce Özer’in kurduğu yapı üzerinde durmamız gerekiyor.

Özer’in şiirinin zor bir şiir olduğunu tekrarlayalım. Bu zorluk hem onun imge kuruş biçiminden kaynaklanmakta hem de şiirin bir betimleme şiiri olarak kurulmuş olmasından gelmektedir.Yüzü Kelebeklerle Örtülü’nün ayırıcı belirgin özelliği, Özer’in bu kitabıyla tam olarak betimleme şiirinde ikamet kurmuş olmasıdır. Bir geçişten değil, bir tercihten söz ediyorum. Daha önceki şiir kitaplarında betimlemeye dayalı şiirlerin yanında bildiri cümlesi içeren şiirler de mevcuttu.

Ancak Yüzü Kelebeklerle Örtülü tamamen betimleme cümlesine dayalı şiirlerden oluşuyor. Dolayısıyla bu durum poetik bakımdan bir dönüşüm, bir kendini yenileme de oluyor. Sözgelimi Korkuluklara Giysi Yardımı (2015) kitabında yer alan “har/e” şiirinin girizgâhı şöyledir:

gözleri kısa ağaç o devrik lêle

ben rüyada başladım savaş hep vardı

kime ne anlatılır kelimelerle

hem sayfadaki yara izlerinden kime ne

sorsam boşalır dudaklarımda

bir öfkenin gergin yayı kanarım

kıskandığım şu ki leylâ ve leylak

dünya ben olmasam da yaratılırdı

Bu parça bildiri kipinde bir cümle yapısına sahiptir. Bildiri cümlesi bize bir şeyi bildiren cümledir: Bir duygu, bir hal, bir fikir. İkinci bir özellik ise, bildiri cümlesine dayalı şiirde ön planda olan, şiirde konuşan anlatıcı-bendir. Şiir bu benin duygusunu ya da fikrini veya iradesini dile getirir. Bildiri cümlesiyle kurulan bir şiir temelde kolay anlaşılan bir şiirdir. Sözgelimi Nâzım Hikmet’in, Ahmet Arif’in, Orhan Veli’nin ya da İkinci Yeni şairlerinin şiirleri, Turgut Uyar hariç, bildiri cümlesiyle yazılmış şiirlerdir. İdeoloji ya da dünya görüşüne dayalı şiirin sahnesi böyledir. Betimleme cümlesine dayalı şiir olup biteni olduğu gibi kendi nesnel kendiliğinde betimler, tasvir eder. Bildiri cümlesinde dile getirilen fikir ve duygulara ilişkin kavramsal kodlar söz konusuyken, betimleme cümlesine dayalı şiirde bu kavramsal kodlar mevcut değildir. Bu durum Yüzü Kelebeklerle Örtülü’nün de ayırıcı özelliğidir. Betimlenen olduğu haliyle, nesne durumunda betimlenir. Dolayısıyla betimlenenin ne olduğunu çıkarmak ya da tanımlamak okura kalmaktadır. Burada bir başka özellik daha ortaya çıkar. Betimleme cümlesine dayalı şiirde öne çıkan şiirde konuşan anlatıcı ben değil, dilin kendisidir ya da Nilay Özer’in bu kitabında özne konumunda olan şiirin anlatıcı beni değil, dildir, dile getirmenin kendisidir. Yüzü Kelebeklerle Örtülü’de öncelikle Türkçenin dikkati çekmesinin de nedeni bu.

Betimlemeye dayalı şiir, bildiri cümlesine dayalı şiire göre zor algılanan bir şiirdir. Dağlarca’nın, Necatigil’in, Akın’ın şiiri (toplumcu dönemi hariç) betimlemeye dayalı şiirdir. Akın’ın ilk yıllarında anlaşılamamasının nedeni ya da Dağlarca’nın Uzaklarla Giyinmek’in yerini henüz bulamamış olması, bu şiirlerin betimlemeye dayalı bir şiir olmasından kaynaklanır. Nilay Özer’in şiirinin zorluğu da buradan gelir. Özer’in şiirinin algılanmasını zorlaştıran bir başka poetik öğe daha vardır. Bu onun imge anlayışında, imgeyi kuruş tarzında ortaya çıkar. Sözgelimi “Şehirde Jazz Var” (Korkuluklara Giysi Yardımı) şiirinin şu ilk dizelerine bakalım:

göğsüme gömülü gölde yansıdı

kolyenin ucunda sallanan ay

Bunlar bildiri değil, betimleme cümlesidir. Burada dile gelen imgedeki öğeler gerçeklikteki nesnelerdir: Göğüs, göl, kolye, ay… İlk dizede bu yalın gerçeklik içindeki nesneler gerçeklikle bağları koparılarak başka bir varlıksal durumun, soyut durumun nesneleri haline getirilir. Göl, göğse gömülü göle dönüştürülür. Dış dünyanın nesneleri ve onlara ilişkin duyumlar gerçeklik bağlarından koparılarak zihinsel bağlam içinde, başka ilişkiler içinde varlık bulur. “Sevgilime Bir Hediye” şiirindeki şu dizeler de aynı yapıdadır:

çünkü buza bıçaklar bileyen rüzgâr

biçiyor başlarını otların ve kuşların

Ya da “babam için bir sonsuz” şiirindeki şu dizeler: “kırlangıç yumurtası bulmuş gibi tarlada / koştun haber verecek bir aşk aradım”… Ya da ilk kitabındaki “Bale” şiirindeki şu dizeler: “biliyordun etrafımdaki kilitli kapıların/ bir anahtarlık canları vardır”… Yani yolda bulunmuş değil, ilk kitabındaki şiirlerde ortaya çıkmış bir imge biçimidir bu.

Bir düşünce şiiri olarak görülüyor Nilay Özer’in şiiri. Ama “düşünce” kavramı pek açıklamıyor onun şiirini. Tümdengelimli ya da tümevarımlı bir düşünme biçimi söz konusu değil Özer’de; söz konusu olan kıyaslamada ya da analojide değil. Bunlar akıl yürütmeye dayalı Aristoteles’çi düşünme biçimleridir. Descartes kuşku duymayı işin içine katarak düşünme biçimine çok önemli değişiklik getirir. Kuşku duymak düşüncenin motorudur. Modern insan kuşku duyan insandı. Ama kuşkunun yönettiği bir hareketlilik de söz konusu değil Özer’in şiirinde. Burada zorluğa katkıda bulunan zihinsel bir madde söz konusu. Zihinsel madde dediğim, zihin yapımı maddedir. Yani bir duyu verisi değil, izlenim meyvesi değil, zihnin duyuları ve izlenimleri öğelerine ayırarak ondan yeni bir bütün kurduğu bir madde. Dolayısıyla zihni hesaba katan bir okumayı talep ediyor Nilay Özer’in şiiri. Bu bakımdan dolayı bir düşünce şiiri bu.

Nilay Özer’in şiirinin politik bir şiir olduğunu da ileri süreceğim. Ama bu politiklik tümel olanın değil, tekil olanın biçimlerini dile getirmesinde ortaya çıkıyor. Politik şiir bireyle devlet arasındaki gerilimi dile getirmede ortaya çıkar. Özer’de söz konusu olan bu değil: Daha çok, ötekileştirme biçiminin dile getirilmesinde, azınlık durumuna indirgenerek ilişki çevresinin daraltılmasını dile getirmede… Özellikle kitabın ilk iki şiiri bu bağlamda yer alıyor: “Marikula’nın köklerine dokunduğu ağaçlar” ve “‘bir elbise bazen anıları taşırır’ diyor ilya” şiirinde. Her iki şiir de uzun cümle şiiri olmaları bakımından kitabın diğer şiirlerinden ayrılırlar. Her iki şiir üzerinde de ayrı ayrı durulması gerekir. Bu iki şiir hemen Edip Cansever’i akla getirse de, önemli bir ayrılık söz konusudur. Cansever’in şiirindeki azınlıklar yaşamın içinde yer alırlar ama “Marikula” ve “İlya” yaşamın neredeyse sona erdiği noktada betimlenirler. Bu iki şiir bir yaşam bilançosu olarak da dile gelmektedir. Çok-kültürlü, çok milletli bir dünyanın neredeyse sona erdirildiği bir dünyadaki nefeslerini dile getirir bu iki şiir. Şu parça ilk şiirden:

ve ürpermiş bacaklarıma değen

etekliğimin hafifliği şöylece dursun

kavrulsun diye yaşanmamışın kalbi

mum diktim mucizeler kilisesinde

avucumdan kumları akıttım gördü isa

horanda yedi kez dönüp kum olmayı diledim

ne çarkhapan’ın sihri ne merhameti hreşdegabet’in

doldurmadı boşluğunu kanımdaki uçurumun

balat’ta rüzgarın yorulduğu yokuşlarda

kavak pamukları gibi uçuştuğum gün

ali’nin kalbi atıyordu kasığımda

iki kalpli bir gerçek inkâr edilebilir

ama öldürülemez örtülemez bunu bildim

Yüzü Kelebeklerle Örtülü, biraz çekinik bir biçimde, böyle çok-kültürlü bir dünyadan gelen ya da günümüze tek tek kalan kişileri karakter ediniyor da diyebiliriz. Şiirimizin eleştirelliğinin devamlılığı, bugün geçmişi sorgulamasında, üstü örtülerek gizlenip olamamış duruma getirilenin açığa çıkarılmasında olanaklıdır. Ama bu analizi bir yoruma ve ileri sürülen tezi olasılık durumuna indirgeyen bir yapısı da var kitabın. Yüzü Kelebeklerle Örtülü iki uzun şiirle açılır; bizim analiz yaparken üzerinde odaklandığımız şiirler bunlar. Ama daha sonraki şiirler gerek içerik ve gerek teknik bakımdan bu türden değil; kısa şiirlerden oluşuyor bu şiirlerin gerisinde yer alan şiirler. Uzun şiir cümlesine dayalı şiirlerle kısa şiir cümlesine dayalı şiirler bir araya getirilmiş bu toplamda. Kısa şiir cümlesinde cümle imgeyi dile getirir; uzun şiir cümlesinde ise cümle durumu inşa eder; ilki tekil olanı dile getirir, ikincisi ise tümel olanı.

Bana öyle geliyor ki, Yüzü Kelebeklerle Örtülü ana yapıtın ilk cüzü; keşfedilen yapıtın tamamı değil. Bu durumda bu yazı da ana yazının ilk fragmanı olarak kabul edilmelidir. Bu ilk fragmanın başlığını şöyle düşünelim: “Kaybedilmiş Hayat ve Kendini Ele Vermemek.”

/Bu yazı k24kitap.org sitesinden alınmıştır/

İlginizi Çekebilir

CHP’li Bulut: Ülkenin gerçek gündemi; açlık, sefalet
Yakılarak öldürülen Afgan işçi davasında ‘ödül’ gibi mütalaa

Öne Çıkanlar