Ali Engin Yurtsever: Savaş Barışa Nefes Aldırmıyor

Yazarlar

         1 Ekim 2024 tarihinde D. Bahçeli’nin tokalaşması ile başlayan ve ne adını, ne de içeriğini net olarak koyamadığımız bir sürecin içindeyiz. Basına yansıyan ve soru işaretleri uyandıran açıklamalar en azından Kürtler tarafından doyurucu olmaktan çok uzak ve soru işaretleriyle dolu bir içeriğe sahip. Sayın Öcalan ile görüşen heyet önce sürecin ciddiyeti açısından açıklama yapmayacağını bildirdiğinde anlayışla karşılanmış ve gerek özgür basın, gerekse toplumsal kitle açısından bekleyiş sürecine geçilmişti. Ancak heyet ilerleyen zaman içinde bu sefer özgür basına değil, farklı anlayışa sahip medya organlarına açıklamalarda bulununca “saygı” ölçüsünde eleştiriyi içeren ama uyarıcı görevi gören bir anlamda “tepki” diyebileceğimiz açıklamalarla karşılaştı ve bu da çok doğal ve yerindeydi.

Bunun arkasından bu sefer de heyetin üyelerinin bir sözcü belirleyerek açıklama yapması yerine her üyenin kendi açıklaması gündemi doldurdu. Bu açıklamalar ise hem soru işaretlerini arttırdı, hem de birbiriyle çelişti. Devlet tarafında ise bir tutarlılık hiç bozulmadı. Bir koronun seslendirmesi gibi aynı şeyleri söylediler. “Terörsüz Türkiye, dış güçlerin maşası olarak sınırımızda teröristan kurma niyetinden vazgeçin, silahları bırakın, örgütlenmeyi dağıtın, size reva göreceğimiz sona razı olun.” Bütün bu gürültünün içinde sayın Öcalan’ın ne dediği anlaşılmak istenmedi ve gereken önemi bulamadı.

Heyetin sayın Öcalan’ın mesajı olarak ilettiği ve sorunun çözümünde bir ilk adım görevi görecek olan açıklaması; ”meclisin yasal adımlar atması ve toplumsal kesimler tarafından sahiplenilmesi” önerisi ise yeterli derecede ciddi olarak dile getirilmedi, ısrarlı olunmadı. Kabul etmemiz gerekir ki, heyet başarılı bir misyon üstlenmekte yetersiz kaldı. Genel anlamıyla incelediğimizde süreç geniş kitleler tarafından bir beklentiyle karşılanmaya devam ediyor. İstenen geniş toplumsal desteğin henüz sağlanamamasının altında yatan faktörün bir bilinmezlik olmasından daha çok, devletin savaşı tırmandırmasının yarattığı tepki diyebiliriz. Asgari ölçülerde barışa giden yolu açacak bir söylem veya bir pratik yoksunluğu bir yana, her geçen gün daha da ağır bir savaşı halkların kapısına dayatıyorlar.

     “Barış nedir, kimler arasında yapılır, barıştan anlaşılması gereken nedir ve gerçekten barış mümkün mü?” Sorularının cevabı ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, sınıfsal ve ulusal savaşların barışla sonuçlanması pek mümkün değildir. Çünkü burada barışa engel olan temel nokta tarafların konumudur. Burjuvazi veya sömürgeci zorla aldığı bir hakkı hangi gerekçeyle geriye verir, elde ettiği haksız kazanımı nasıl gerçek sahibine geri verir? Bu çelişki uzlaşmaz bir çelişkidir ve maalesef ancak savaşla çözülmek durumundadır. Yine de koşulların değiştiği varsayımından hareketle bir barışın devlet tarafından istendiğini de kabul ederek gündemimizin olgularını ele alalım. 

    Kürtler 1984 yılında başlattıkları silahlı direniş sonucu görünür olup, gündemi belirleyici bir noktaya geldiler. Bu direniş aynı zamanda Kürtleri (büyük oranda) Kurdistan Özgürlük Hareketinin şemsiyesi altında bir araya getirdi. Hareketin önderi sayın Öcalan 1993 yılından beri defalarca sorunu konuşarak barış yoluyla çözmek için girişimlerde bulundu. Bu girişimler ise Türk devleti tarafından bir “zayıflık” olarak görüldü. Oysa çözüme yönelik adımlardı bunlar. Günümüze kadar barış sürekli Kürtler tarafından dile getirildi. Bu konuda tutarlılığı göstermek adına kuzey Kurdistan’da gerilla alanlarından geri çekilme dahil olmak üzere, Türk devleti askeri olarak saldırmadığı sürece silah kullanılmayacağı da belirtildi. Dünya tarihine baktığımızda bu tür girişimlerde her iki taraf ciddiyse buna uygun tutumlar alındığını görürüz. Ancak Türk devleti hariç. Bir örnek konuyu daha da anlaşılır kılacaktır. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla gelen “barış elçileri” Türk devleti tarafından hapishanelere atılıp, ağır cezalara çarptırıldılar. Son gelen heyet ise göstermelik bir “dokunmama” sürecinin ardından aynı akibete uğradı. Kartaca Savaşları’ndan beri dünya tarihinde “elçilere” dokunulduğu görülmemiştir. Savaşların bir onuru vardır ve taraflar saygı gösterir. Türk devleti bu onuru taşımadığı için savaşın ilkelerine uyup saygı göstermedi, tıpkı barışa göstermediği gibi. 

    Savaşlar ekonomiden başlayarak ahlaki alana uzanan bir çöküntüyü de beraberinde getirir. Toplum içten içe çürür ve artık onur, değer, saygı gibi insanlığın birikimlerini es geçer. Toplumsal bir çözülüş başlar ve ne yasalar, ne de yazılı olmayan değerler bunu durdurabilir. Bugün Türk toplumunun yaşadığı bundan ibarettir. Kuruluşuyla başlayan yalancı tarih bugün devasa bir sorun olarak önlerinde duruyor. Çürümüş bir toplum bu, yıkılmadan düzelmesi mümkün değil. Çünkü yaşadığının farkında değil. Bu nedenle ağır bir yıkım yaşamak ve asgari ölçülerde insani değerleri yeniden elde etmek zorunda. Bunun hayattaki karşılığı önümüze şöyle çıkıyor: Bir savaş yaşadığını, neden yaşadığını ve bu savaşın nelere karşılık geldiğini yorumlayamıyor. Tamamıyla ırkçılık, yalancılık, kişi kayırmaca ve hırsızlık üzerine kurulu bir düzenin kurbanları ve zalimleri olarak sürekli saldırmak zorundadır. Böyle bir toplum barışı ister mi, veya bir savaşın haksız tarafında olduğunun ve bunun kendisinde büyük yıkım yarattığının farkında mıdır? Bugün Türk toplumu bu noktada bulunuyor. Kürtler onca acıya rağmen savaşı Türkiye’ye taşımak yerine kendi ülkelerinde sürdürdüler. Kendi ülkeleri yakıldı, yıkıldı, zindanlar, sürgünler toplamında bir savaşın her zulmünü birebir yaşadılar.

     Bir diğer nokta ise, bir savaş bitirilmek isteniyorsa o toplumda aydınlar, akademisyenler, politikacılar ve bir bütün olarak toplumsal kitle aktif olur. Çalışmalar yürütülür, toplantılar, raporlar ve halk desteğine ilişkin eylemlilikler yaşanır. Burada nasıl gelişti? Iktidar ortağı partinin lideri birden ortaya çıkıp “örgütü feshedin, silahları bırakın, Türkiye’nin bütünlüğü bozulmayacak ve emperyalizme ayak uydurmayın” dedi. Hiçbir şekilde bir barış anlayışı yok. Tecrit sürüyor, zindanlar daha da dolduruldu, Kurdistan’ın her bölgesini ateşe boğdular. 

     Bir temenniden öteye barış yaşanmalıdır ama barışı sağlayacak koşulların hiçbiri karşı tarafta yok. Çünkü evrensel kuralların kabul ettiği bir barış yerine “Türk Tipi” bir barış istiyorlar. Bunun tanımı da; kendileri ne isterse onun kabul edilmesi…

 

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Utenazî Çawa Dibe Bextewarî?
Nuri Fırat: Li Kurdistanê Sira Fezayî: Şûre Siyabend û Xençera Tutankhamon 

Öne Çıkanlar