İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Mart ayı sonunda “Türkiye ile Suriye’de veya başka bir yerde karşı karşıya gelmek istemiyoruz” dedi. Başka bir yerde karşılaşırlar mı, belli olmaz, ama doğrusu Suriye’de zaten karşı karşıya oldukları açık. Son dönemlerdeki sıcak gelişmeler ve esas alınan stratejik planlar bunu alenen ortaya koyuyor…
Öncelikle askeri açıdan Türkiye ile İsrail’in Suriye’de zaten karşı karşıya geldikleri söylenebilir. Bir süre önce Türkiye Colani ile anlaşma kapsamında Humus ve Palmira gibi bazı yerlerde havaalanlarını da içeren üsler konusunda anlaşmıştı.
Türkiye’nin konuşlanmaya hazırlandığı bu kritik bölgeler İsrail’in tepkisine neden oldu. Türkiye bu üslerle İsrail’in Suriye’nin güneyinde kontrol ettiği yerlere komşu oluyor ve esas olarak da Kürtlerin yönetiminde olan Rojava ile hem İsrail’in bizzat bulunduğu hem de İsrail’in himaye ettiği Dürzi bölgelerinin yer aldığı güney hattını koparmak istiyor. Buna bir tür kuşatma isteği de denebilir…
Türkiye’nin Colani ile anlaşmasına İsrail askeri olarak cevap verdi, son günlerde defalarca Türkiye’nin konuşlanmak istediği yerleri bombaladı; özellikle 2 Nisan’da Hama ve Humus kentlerinde bulunan ve Türkiye’nin üslenmeye hazırlandığı aralarında havaalanlarının da bulunduğu kritik yerler defalarca bombalandı, bu yerler büyük oranda tahrip edildi. İsrailli yetkililer bu saldırı dalgasıyla vermek istedikleri mesajı da gayet açık şekilde duyurdu: Bu mesaj Türkiye’ye idi. İsrail, güvenliğini tehdit edebilecek herhangi bir gelişmeye izin vermediğini özellikle vurguluyor ve Türkiye’nin cihadist HTŞ ile Suriye’de yapmak istediklerini de bu tehdit kategorisi içinde değerlendiriyor, bunu da İsrailli yetkililer açıktan ifade ediyor. İsrail’in bizzat tehdit gördüğü ise El Kaide ve IŞİD artıklarından oluşan HTŞ’dir ve İsrail’in saldırılarının esas hedefi de Şam’da iktidarı ele geçirmiş olan bu cihadistlerdir. Aralıksız saldırıları sonrasında İsrail, HTŞ’yi Şam’ın içlerine kadar püskürtmüş durumda.
Suriye’de devam eden bu sıcak gelişmeler elbette “stratejik bir savaşın” parçası ve bu da epeydir başlamış durumda zaten.
HTŞ Şam’ı aldıktan sonra Suriye’nin geleceği için geçiş dönemi başladı ve herkes kartlarını ortaya serdi, amaç geleceği şekillendirmek. Ama gelecek herkes için aynı değil. Bu yüzden savaş var.
Şam’ın Cumhurbaşkanı Colani’nin ajandası gayet açık: O ve cihadist ortakları tabi ki yıllardır demokrasi için bunca kötülüğü yapmadılar, şeriat düzeni istiyorlar. Ama geçiş döneminde biraz temkinliler, daha doğrusu gönüllerinde yatan mesela IŞİD tarzı bir hilafet ilanı ile şimdilik göze batmak istemiyorlar, zira devamı oldukları IŞİD’in akıbetini en iyi onlar biliyor.
Dolayısıyla zaman ve şartlar Colani’yi temkinli olmaya zorluyor. Şam’ı aldıklarında meşruiyet, terör listeleri, ekonomi vs sorunları vardı. Bununla birlikte ummadıkları sürede bazı şeyler de hal oldu, muhtemelen Colani ve arkadaşları du bunu bu kadar hızlı beklemiyorlardı, nihayetinde dünyanın önemli bir kısmı artık onları kabul ediyor, ama şartlı ve şart koşanlar türlü türlü.
Colani geçiş döneminde ikili oynuyor; hem esas ajandasına sadık hem de şart koşanların gönlünü hoş tutmaya çabalıyor. Amacı, hiç kuşkusuz Suriye’de cihadist bir gelecek ve bu amaca giderken sarıklı IŞİD’li olmanın zararını biliyor, o yüzden şimdilik kravatlı dolaşıyor.
Pek çok kişi kravata kanmış gibi yapıyor, ama Şam’a yerleştikten beri sahada gerçekte bildiği en iyi şeyi, terörü hiç eksik etmedi Colani ve fırsatını buldukça da ajandasını uyguluyor. Mesela IŞİD’lilere makam mevki verdi, Cumhurbaşkanlığını ilan etti ve şeriata dayalı bir geçici anayasayı duyurdu, bunlarla birlikte Türkiye’ye de danışarak sözüm ona kapsayıcı olan bir de geçiş hükümetini kurdu. Ama bu hükümet Kürtler ve Dürzilerin tepkisini çektiği gibi İsrail ve ABD’yi de ikna edemedi.
Bir yandan ajandasını “çaktırmadan” uygularken öbür yandan Colani’nin bir gözü de kravatının ucundan tutanlarda; buna mecbur, yoksa günün sonunda Mısır’ın Mursi’si olmak hiç de zor değil. Ama bu kravatı tutanların istekleri farklı. Mesela ABD kravatı hoş karşıladıysa da Colani’yi hala meşru konuma yerleştirmiyor, meşruluk için önüne şartlarını içeren bir liste koyuyor, mesela makam mevki verilen eski IŞİD ve El Kaide militanlarının Suriye’den çıkarılması ya da cihadizmle kesin şekilde araya mesafe konulması veya en önemlisi İsrail’e kesinlikle tehdit olmamaları… Anlayacağınız bu şartların yerine getirilmesini beklemek, olmayacak duaya amin demek gibi bir şey. İsrail ise bunu çok daha iyi biliyor ve kesinlikle Colani’yi en azından sınırlayacak bir gelecek için saldırılarını sürdürüyor. Birazdan buna değineceğim, ama Colani’ye kravat taktırıp ucundan sıkıca tutan ülkelerden biri de Türkiye ve onun istekleri bambaşka.
Türkiye’nin Colani ile ilişkisi, IŞİD ile ilişkisi gibidir. Cihadizm, terör, katliam sorun değil, yeter ki Türkiye’nin dayattığı siyasete riayet etsinler; gerisi, Türkiye arka bahçeleri, her istekleri yerine gelir, zaten on yıldan fazla süredir öyle de oldu! Peki, Türkiye’nin dayattığı şey ne? Açıkçası IŞİD zamanında ne idise, bugün de o.
Öncelikle Türkiye, HTŞ’nin Şam’da iktidara gelmesini bulunmaz fırsat olarak değerlendiriyor, mümkün mertebe Colani üzerindeki etkisini kullanmaya ve siyasetini hayata geçirmeye çalışıyor. Bir bakıma İran’ın Esad ile ilişkisinde Suriye’de oluşturduğu güç dengesini, bu kez Türkiye HTŞ üzerinden kurmak niyetinde; yani Esad’ın yerine Colani geldi, İran’ın yerine de Türkiye gelmek istiyor. Burada elbette sünni İslamcı yayılmacılık ve güç hevesi söz konusu, aynı şekilde rant hesapları ve ekonomik beklentiler de var, kısacası Suriye’yi güdümüne alarak bölgesel güç olma hayalleri diyebiliriz… Bunlarla birlikte Türkiye’nin Suriye ile bu kadar uğraşmasının en temel nedenlerinden biri kuşkusuz Kürtler.
Türkiye on yıldan fazla süredir Rojava ile uğraşıyor; Erdoğan istedi, ama IŞİD Kobani’yi düşüremedi. Vekil güçleri başaramayınca ordusuyla sahaya indi, “Kürt koridorunu” engellemek için işgal bölgelerini oluşturdu, ordusuyla hala orada.
Esad zamanındaki güç dengeleri, Kürtlerin uluslararası ittifakları ve güçlü direnişleri Türkiye’yi çoğunlukla Fırat’ın batısında tuttu. Esad düşünce ve haliyle güç dengeleri de değişince HTŞ Şam’a gitti, Türkiye ise cihadist paralı askerlerini Rojava’ya yönlendirdi, amacı çok net.
Yıllarca İdlib’te beslediği HTŞ Şam’ı alınca Türkiye de Rojava’yı haritadan silmek istedi, üç aydan fazla süredir aralıksız bombalıyor, ama bir türlü Tişrin barajını geçemedi, zira Kürt direnişi güçlü ve ABD’nin SDG ile ortaklığı hala bir engel.
Esad sonrasında zaman geçtikçe Suriye’de dengeler yeniden kuruluyor ve bu durumda Türkiye hesaplarını güncelliyor: Rojava’yı haritadan silmek için Trump’ı ikna etmenin yollarını arıyor, HTŞ’yle ortak operasyon tasarlıyor, bir de İmralı’ya gidiyor.
Hakan Fidan’ın son ABD ziyaretinde de görüldüğü gibi Türkiye hala Trump’ı ikna edebilmiş değil, zira İsrail faktörü var ve bahsettiğim gibi İsrail ile Türkiye zıt kutuplarda bulunuyorlar. Ama yine de Türkiye Trump’tan tamamen umudunu kesmiş değil, birazdan buna dair bazı hususlara ayrıca değineceğim. Öbür yandan Türkiye Rojava’ya karşı HTŞ’yi de hala ortak opresyona razı edebilmiş değil, zira HTŞ başkalarını da gözetmek zorunda, daha doğrusu Suriye’deki güç dengelerini, mesela ABD’yi, İsrail’i vs… Ve İmralı’da da Türkiye’nin Suriye ve Rojava konusundaki beklentilerinin karşılık bulmadığı söylenebilir, zira Öcalan PKK’nin feshine karşılık Rojava’ya garanti istiyor ve üstelik Rojava’daki Kürt güçlerinin, SDG’nin konumunu muhafaza etmesinden yana, oysa Türkiye PKK’den daha çok SDG’nin silahsızlanması için Öcalan’dan bir çağrı bekliyordu.
Şimdilik hesaplar tutmamış gibiyse de Türkiye ısrarcı; Rojava’yı istemiyor, bunun için de Esad zamanındaki gibi, hatta Esad’a da söyledikleri gibi bütün halindeki bir Arap Cumhuriyetini dayatıyor: Cihadist veya Baasçı, önemli değil, yeter ki Kürt olmasın!
Ama tabi arada bazı gelişmeler de oluyor. Mesela Türkiye, Rojava’da bir türlü bileğini bükemediği Kürtlerin tamamen İsrail cephesine kaymasını önlemek için zoraki de olsa bazı adımlar atıyor. Son günlerde ABD ve Fransa aracılığıyla Türkiye ile Rojava arasında ateşkes görüşmelerinin olduğu söyleniyor, ama henüz ortada bir şey yok ve Türkiye saldırılarını sürdürüyor. Hakeza HTŞ lideri Colani SDG Komutanı Mazlum Abdi ile görüşüp bir mutakabat metni imzaladı, bu önemli bir gelişmeydi, yıl sonuna kadar Rojava ile Şam arasında statü dahil pek çok konunun netliğe kavuşması bekleniyor, bunun için müzakereler yapılacak, ancak aradan geçen zamanda olup bitenlere bakılırsa Colani ve özellikle Kürt siyaseti dolayısıyla emir eri olduğu Ankara’nın pek de iyi niyetli davranmayacakları anlaşılıyor. Bu arada HTŞ Halep’te Kürt güçleriyle karşılıklı esir takası dahil bazı güvenceler içeren bir anlaşma daha yaptı ve hatta SDG güçlerinin bir kısmı Halep’ten çekildi. HTŞ’nin Suriye’de Kürtlerle yaptığı anlaşmalar vs elbette Türkiye’den bağımsız değil, bahsettiğim gibi HTŞ’nin Kürtlere yönelik siyaseti tamamen Ankara’ya paralel şekilde yürüyor. Bu tür gelişmeler, Türkiye’nin hem ABD ve İsrail karşısında hem de İmralı’da yürüttüğü pazarlıkta Rojava’ya dair planında kısmen esnemeye gittiğini gösterse de, esas amacını ortadan kaldırmıyor. Esas amaç, Rojava’yı öyle ya da böyle haritadan silmektir ve bu hala yerinde duruyor; Türkiye mümkün mertebe Kürtleri İsrail cephesine tümden itmeden bu amacını gerçekleştirebeliceği bir yol bulmaya çalışıyor. Bunu başarır mı, zaman gösterecek.
Anlaşılacağı üzere Türkiye “vatan bölünmez” zorbalığını Suriye’de de dayatıyor. Ama Kürtler var, vazeyitleri de gayet güçlü; Rojava’ya musallat olmuş “Türkiye belasını” bertaraf etmek için de, direnmekle birlikte, siyaseten epey esnek davranıyorlar.
Türkiye esas hedefinden esnemiyor; ama Suriye farklı, zaten parçalanalı çok oldu. Şimdi bu parçaların nasıl bir bütünlük oluşturacağı önemli. Bahsettiğim gibi Türkiye’nin istediği ortada; buna karşın Suriye’de çok daha etkili olanlar var ve onlar başka şeyler istiyor.
Suriye’deki değişim, İsrail’in son iki yıldaki stratejisiyle ilgili. İsrail, İran’ı hedefe koyan bu stratejiyle adım adım ilerliyor; İran’ın hamiliğini yaptığı Hamas ve Hizbullah’ın belini kırdı, Esad’ı çökertti ve İran’ı kendi sınırlarına çekilmeye zorladı.
Elbette Esad’ın düşüşünde başka pek çok faktör de var, ama en önemlisi İsrail. İran’ı içe kapanmaya zorlayan İsrail, durmadı; etrafındaki İran etkisini temizlemeye devam ediyor. Buna dair son hamlelerini Yemen’de yaptı; İsrail ve ABD İran destekli Husi güçlerine ağır bir saldırı dalgası gerçekleştirdi, İran oradan da çekileceğini açıklamak zorunda kaldı. Öbür yandan İsrail ve ortağı ABD bizzat İran’da değişim için ilerliyor. Donald Trump, Hamaney’e yazdığı mektupta koşulsuz teslimiyeti dayatıyor, aksi halde sert bir müdahalenin olacağının mesajını veriyor. Nitekim ABD’nin bölgeye yönelik askeri sevkiyatı son zamanlarda arttı ve olası bir İran müdahalesi çok daha fazla konuşulur hale geldi. Olup olmayacağını önümüzdeki günlerde ve elbette İran’ın atacağı adımlardan sonra göreceğiz.
İsrail esas hedefine doğru giderken, İran’dan temizlediği yerlerde yeni belalar da istemiyor. Suriye bu nedenle önemli. İsrail, cihadist İran ve vekil güçlerini etkisiz kıldı; ama yeni gelenler hiç de onlardan aşağı kalır değiller.
Bu yüzden Esad ve molları Suriye’den çıkmaya mecbur eden İsrail, yeni cihadistleri de hoş karşılamadı; HTŞ Şam’a ulaşır ulaşmaz İsrail Suriye’de taş üstünde taş bırakmadı, Esad’dan kalan ne varsa imha etti, HTŞ’ye ganimet bırakmadı.
Bu bir tedbirdi; İsrail, yeni cihadistlere patronun kim olduğunu gösterdi, ama yetinmiyor. Kravatlı Colani her fırsatta İsrail ve müttefiklerine düşman olmadığını haykırsa da, gerçeğin böyle olmadığını İsrail gayet iyi biliyor.
İsrail Colani’nin ne dediğine değil, kendisinin ne istediğine bakıyor. İstediği gayet net: Kesinlikle yeni Esad veya İran olmayacak! Cihadistlerin Suriye’deki varlığı bir realite, ama bu İsrail’in istediği şekilde yeniden düzenlenmeli! Peki, nasıl?
İsrail’in Esad’ın devrilmesinden sonraki stratejisi, kontrol edilebilir (tehdit olmaktan çıkarılmış) bir Suriye’yi öngörüyor. Hal böyle olunca dünün IŞİD’i olan bugünün HTŞ’sine ciğeri teslim etmek, mezarını kazmak gibi oluyor. İsrail bunu iyi biliyor.
Kontrol edilebilir bir Suriye demek, varlığı kabul edilse bile, siyaseten, askeri ve idari olarak gücü sınırlandırılmış bir HTŞ demektir. İsrail neredeyse hergün bunu Colani’ye hatırlatıyor. Colani bunu anlıyor mu? Evet, anlıyor; ama işin içinde Türkiye de var.
İsrail, idari olarak en azından merkezin zayılatıldığı federal bir idari sistem ve Şam’da da cihadistleri dengeleyecek yönetim ortaklığını istiyor, tabi bir de askeri kapasitesi tamamen çökertilmiş bir Suriye… Bu Kürtlerin, Dürzilerin ve de Nusayrilerin istekleriyle de örtüşen bir strateji.
Bunun için İsrail Suriye’deki bazı kritik yerleri bizzat askeri olarak kontrol ediyor, Dürzilerin bulunduğu güney kısmını da himaye ediyor, Kürtlere ise muhtemelen tarihinde ilk kez bu denli üst perdeden ve aleni şekilde el uzatıyor. Rojava yönetimi de İsrail’in elini geri çevirmiyor, aksine sıcak karşılıyor, ama kendi planları da var.
Rojava doğrudan Türkiye’nin saldırısı ve tehdidi altında ve öncelikle bu beladan kurtulmanın yollarını arıyor. Bunun için Şam’daki cihadistlerle ortak bir yol bulmak önemli. Hal böyle olunca İsrail ile ilişkilere henüz Dürziler düzeyinde angaje olmuyor.
Ama İsrail’in varlığı ve öngördüğü Suriye planı kesinlikle Kürtlerin elini rahatlatıyor ve bu durumda Kürtlerin ABD ile ortaklığının kalıcı hale gelmesi gayet mümkün oluyor. Ama elbette Trump belirsizliği diye bir hakikat de var, yarın öbür gün ne olacağını kestirmek zor, hatta Türkiye’nin İsrail ile Suriye’de yaşadığı gerilimi bitirmesi için Trump’ın devreye girmesini istediğini söylemek gerekiyor. Yeri gelmişken Suriye’de Türkiye ile İsrail arasında, örneğin Rusya-Ukrayna düzeyinde bir savaş falan beklemiyorum, bu biraz zor bir ihtimal, en çok da Türkiye’nin böyle bir ihtimali göze alabileceğini söylemek abartı olur, her ne kadar hamasi söylemler havada uçuyorsa da. Nitekim Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan İsrail ile gerilimi düşürmek için açıklamalarda bulunuyor ve İsrail’le karşı karşıya gelmek istemediklerini, İsrail’in Şam’daki Colani ile anlaşabileceğini vesaire söylüyor. Türkiye’nin İsrail’le gerilimi düşürmek için kapısını çaldığı kişi ise elbette Trump oluyor.
Bir taraftan Trump’ın koşulsuz destek verdiği bir İsrail ve öbür yandan Trump’ın otoriter karakteri dahil pek çok yönden hoş karşıladığı Erdoğan’ın Türkiye’si… Bazı iddialara bakılırsa, Trump, mevcut durumda Suriye’de karşı karşıya gelmiş olan bu iki müttefiğini uzlaştırabilmek için bir yol önerebilir. Bu yol da, Suriye’de güç dengelerinin yeniden düzenlenmesi şeklinde olabilir. Bu durumda Trump’ın şöyle bir plan sunabileceği kaydediliyor: Suriye’nin kuzeyi Türkiye’nin himayesinde kalsın, ki zaten Türkiye kuzeyin bir kısmında işgalci konumda; Suriye’nin güneyini İsrail kontrol etsin, ki İsrail de zaten orada; ve sahil bölgelerine ise Ruslar konuşlansın, ki zaten Esad zamanından kalma Ruslar için kritik önemde üsler var ve Esad gitti, ama hala orada Rus askerleri bulunuyor. Böyle bir plan söz konusu olursa şayet, Türkiye büyük memnuniyet duyar, en azından Suriye’nin tamamında değilse de şimdiye kadar bulunduğu bölgelerdeki etkinliğini sürdürebilir, Colani üzerindeki etkisini de öyle ve en önemlisi de ortadan kaldırmakta ısrarcı olduğu Rojava’ya karşı büyük bir koz elde etmiş olur.
Peki, ABD’nin payına ne düşecek ya da ABD ne yapacak? Burası biraz belirsiz. Mesela Rojava’daki konumunu korumayı ve böylece İsrail için daha geniş bir alanı himaye etmeyi planlayabilir mi? Ya da tamamen askerlerini çekmeyi mi planlıyor? Bu da sık sık konuşulan bir başlık. Bu konularda aslında Trump geldiğinden beri bir belirsizlik var. Buna karşın mevcut durumda net olan şu: ABD hala Kürt güçlerinin ortağı, koşulsuz şekilde İsrail’e destek veriyor ve İsrail’in Suriye’deki amaçlarına zarar verecek bir hamlede bulunması imkansıza yakın bir ihtimal ve bu tablo Kürtlerin lehine görünüyor. Bu tabloyla birlikte, Rojava Türkiye ile bir çözüm yolu bulmanın arayışında. Bunun için bir adres de İmralı oluyor.
Öcalan’ın Türkiye ile ayları bulan görüşmelerinde ana gündemlerden biri Rojava’ydı. Ama Öcalan’ın nihayet açıklanan metninde Rojava yoktu. Açık ki, Öcalan PKK’nin feshi ve Türkiye’de silahsızlanma karşılığında Rojava’ya garanti istiyor.
Bir de bazılarının iddia ettiğinin aksine Öcalan Rojava’yı mevcut durumda müttefiği olan ABD (haliyle İsrail) karşıtlığına zorlamıyor; aksine kendisinin Türkiye ile masaya oturmasını mümkün kılan realiteyi bilerek, mesela İsrail vesilesiyle, Türkiye’yi çözüme ikna etmek istiyor. Şöyle de denebilir: Rojava’da Öcalan’ın siyaset ve ideolojisini esas alan bir güç var, Öcalan’ın Türkiye ile masaya oturmasını mümkün kılan da bu güç. Öcalan bunu bilerek hareket ediyor, elini zayıflatan bir hamlede bulunmadı, mesela PKK gibi SDG’nin de feshedilmesini istemedi, aksine SDG’nin varlığı pazarlıkta Öcalan’ın elini güçlendiriyor. Her ne kadar Türkiye oldu bittiye getirerek Öcalan’ın PKK’ye dair açıklamasını manipüle edip SDG’ye de aynı şeyi yaptırmaya kalkıştıysa da, Kürt cenahı neyin ne anlama geldiğini biliyor. Nitekim Öcalan, yine bazılarının iddia ettiğinin aksine, Rojava’yı Türkiye’ye teslim etmeye yanaşmadığı gibi örneğin Rojava’yı Türkiye’nin istediği şekilde İsrail karşıtlığına da zorlamadı. Bilakis Öcalan bir yandan Türkiye ile bir çözüm bulmaya çalışırken, öbür yandan İsrail’in varlığının sağladığı avantajları da gayet iyi hesaplıyor ve hatta bizzat İsrail ile de ilişkilerin kurulmasını istiyor, kimse pek dile getirmese de bu bilgi doğru. Nihayetinde burası Ortadoğu, tek ata oynayan kesinlikle kaybeder! İsrail de mevcut durumda Ortadoğu’daki değişimin başını çeken güç, Öcalan da siyasetini buna göre kurguluyor. Mevcut durumda Kürtler örneğin Dürziler kadar İsrail ile angaje bir ilişki içinde değiller, en azından bu yönde bir görüntü vermemeye çalıştıkları söylenebilir. Bunun en önemli nedeni zaten ihtilaflı oldukları Türkiye ile halihazırda bir çözüm yolu bulmaya çalışırken, tüm ipleri koparmamak. Ama bu İsrail’e mesafeli oldukları anlamına gelmiyor, hatta denebilir ki Kürtler mevcut durumda Türkiye’den daha fazla İsrail’e yakınlar. Bu gerçekler çerçevesinde Türkiye’den Rojava için bir garanti istiyorlar.
Peki, Türkiye buna ikna olur mu? Bu zor görünüyor, en azından Öcalan’ın açıklamasının üzerinden epey zaman geçti, ama Türkiye bildiğini okumaya devam ediyor, hatta PKK’ye kendini feshetmesi için bile fırsat vermiyor. Zira hesap Rojava ve Suriye’de…
Türkiye, “bölünmez bir bütün” halindeki Suriye’yi cihadist Colani eliyle geleceğe taşımanın derdinde, Alevi katliamının önemli bir nedeni de buydu, haliyle Rojava da istenmiyor. İsrail ise, Colani’yi ve Türkiye’yi sınırlayan federal bir Suriye istiyor.
Colani, Türkiye’ye itaat eder, ama İsrail’den çok daha fazla korkar. Mesela Alevi Katliamı nedeniyle terör listelerinde bulunduğu güçlerin hışmından korkunca, kelleyi kurtarmak için, üstelik Türkiye epeydir karşı olmasına rağmen, hemen Mazlum Abdi ile masaya oturdu.
Kürtler, güçlü bir direnişe sahip. Trump’la birlikte ABD siyasetinde oluşan belirsizlik ya da öngörülemezlik hali Kürtlerin Rojava’daki geleceği açısından bazı soru işaretlerine yol açıyorsa da, buna karşın oldukça stratejik düzeydeki İsrail’in hamleleri Kürtlere avantaj sağlıyor; Colani ile yapılan anlaşmayla Şam’a karşı da elleri güçlendi ve federal bir Suriye Kürtleri geleceğe kazançlı götürür. Ama Türkiye belasıyla daha uğraşmaları gerekecek.
İlgili Podcastler
“İsrail – Türkiye Savaşı”: https://www.youtube.com/watch?v=hhD0gHWAUOc
ABD’nin Kürt Siyaseti: https://youtu.be/_o2kNqe7AD8?feature=shared
Kürt – İsrail İlişkileri: https://youtu.be/dwuxjsRYgB0?feature=shared
Suriye’ye Irak Modeli: https://youtu.be/l19T-tq9DDE?feature=shared
Rojava’da Soykırım Hesapları: https://youtu.be/SVCP1vYNk9Y?feature=shared