İran’ın 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırmasıyla başlayan yeni ‘’savaş sürecinde’’ ciddi kayıplar yaşadı. ‘’Direniş ekseni’’ olarak adlandırdığı müttefikleri ciddi darbeler aldı. Dahası İran’ın nükleer programı tekrardan gündemde. İsrail hiçbir şart ve koşulda İran’ın nükleer silah elde etmesini kabul etmiyor. Bunu kendisi için bir tehdit görüyor.
Sadece İsrail değil bölge devletleri ve küresel güçlerde İran’ın nükleer silah elde etmesini güç dengesini değiştireceğinden endişe ediyor. Bu nedenle ‘’direniş eksenini’’ ciddi yara alan İran üzerinde baskı yoğunlaşıyor.
BBC Diploması muhabirlerinden James Landale Trump’ın İran politikasını ve nükleer görüşmelerde alınan ‘’mesafeyi’’ yazmış:
‘’Donald Trump aceleci bir adam.
Göreve geldiği birkaç kısa ay içinde ABD başkanı Gazze ve Ukrayna’ya barış getirmeye çalıştı ve başaramadı. Yemen’i bombaladı. Küresel bir ticaret savaşı başlattı. Şimdi ise dikkatini olduğu gibi İran’a çeviriyor.
Bu her zaman başkanın yapacağı işler listesindeydi. Trump için İran, ilk döneminden itibaren tamamlanmamış bir iş.
Soru o zamandan beri aynı: İran’ı nükleer silah arayışından ne alıkoyabilir?
İran böyle bir hırsı olduğunu reddediyor. Ancak diğer ülkeler, İslam Cumhuriyeti’nin en azından nükleer bir savaş başlığı üretme kapasitesine sahip olmak istediğine inanıyor; bazıları bu isteğin Orta Doğu’da bir silahlanma yarışına, hatta topyekün bir savaşa yol açabileceğinden korkuyor.
İran, 2015 yılında ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Çin ile Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA) adı verilen bir anlaşmaya vardı.
Düzenlemeye göre İran, ekonomik yaptırımların kaldırılması karşılığında nükleer faaliyetlerini sınırlayacak ve uluslararası müfettişlerin ülkeye girmesine izin verecekti.
Ancak Trump, ABD’yi 2018’de anlaşmadan çekti ve İran’ın Hamas ve Hizbullah gibi vekil milislerini finanse ederek terörizmi ödüllendirdiğini iddia etti. ABD yaptırımları yeniden uyguladı.
İran daha sonra anlaşmanın bazı kısıtlamalarını hiçe sayarak giderek daha fazla uranyum nükleer yakıtı zenginleştirmeye başladı.
Analistler İran’ın yakında nükleer başlık üretmeye yetecek kadar silah kalitesinde uranyuma sahip olabileceğinden endişe ediyor.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) gözlemci kuruluşu, İran’ın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stokunun, bir üst ve son seviyeye kadar zenginleştirilmesi halinde yaklaşık altı bomba yapılabileceğini tahmin ediyor.
Trump, göreve başlamasının hemen ardından İran’a yönelik sözde “azami baskı” politikasını yeniden uygulamaya başladı.
4 Şubat’ta, kendine özgü kalın keçeli kalemiyle, ABD Hazine Bakanlığı’na İran’a daha fazla yaptırım uygulanması ve mevcut yaptırımları ihlal eden ülkeler, özellikle de İran petrolü satın alanlar ülkelerin cezalandırılması emrini veren bir muhtıra imzaladı.
Şimdi Beyaz Saray, bu ekonomik baskıyı diplomatik baskıyla devam ettirmeyi umuyor.
Trump, geçen ay İran’ın dini lideri Ali Hamaney’e bir mektup gönderdi.
Cumhurbaşkanı müzakerelere başlamayı teklif etti ve birkaç ay içinde bir anlaşma aradı.
Şimdi de hafta sonu Umman’da ABD ve İran yetkilileri arasındaki görüşmeleri yönetmeyi kabul etti .
ABD’nin İran’a yönelik tehdidi açık: Ya anlaşmaya varırsın ya da askeri müdahaleyle karşı karşıya kalırsın.
Trump pazartesi günü yaptığı açıklamada, “İran’la görüşmeler başarılı olmazsa, İran’ın büyük tehlike altında olacağını düşünüyorum.” dedi.
Peki İran nasıl cevap verebilir?
Tahran’daki bazı politikacılar yaptırımların kaldırılmasını sağlayabilecek bir anlaşmaya varmaya istekli görünüyor.
İran ekonomisi, artan enflasyon ve değer kaybeden para birimi nedeniyle zor durumda.
Ancak böyle bir anlaşma, bazı muhafazakarların hazmedemeyeceği tavizler içerebilir.
İran son aylarda büyük terslikler yaşadı. İsrail ile savaşta vekil milislerinin ciddi şekilde zayıfladığını ve Suriye’nin bölgesel müttefiki Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın devrildiğini gördü. Tahran’daki bazıları şimdi nükleer caydırıcılık inşa etmenin tam zamanı olabileceğini savunuyor.
Hem ABD hem de İran birbirinden çok uzak görünüyor. Müzakere pozisyonları açık değil.
Ancak ABD, İran’ın nükleer programının tamamen ortadan kaldırılmasını, uranyum zenginleştirme çalışmalarının tamamen sonlandırılması ve Lübnan’daki Hizbullah ile Yemen’deki Husilere daha fazla destek verilmemesini istediğini açıkça ortaya koydu.
Bu durum İran için kabul edilebilir olmaktan çok uzak olabilir.
Her türlü nükleer zenginleştirmenin -sivil amaçlar için bile olsa- tamamen yasaklanması, uzun zamandır Tahran için mutlak bir kırmızı çizgi olarak görülüyordu.
Ayrıca İran’ın teknolojik uzmanlığı sorunu da var: İranlı bilim insanları nükleer silah yapımı konusunda 10 yıl öncesine göre daha fazla bilgiye sahipler.
İsrail’e gelince, İran’ın nükleer kapasitesinin tamamen sona ermesini kabul edeceğini açıkça belirtti. Başbakan Benjamin Netanyahu, “Libya’da yapıldığı gibi” kabul edeceğini söyledi.
Bu, Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi’nin 2003 yılında yaptırımların kaldırılması karşılığında tüm nükleer programını kaldırma kararına bir göndermeydi.
Ancak İran’ın bu örneği izlemesi pek olası görünmüyor.
Ya görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanırsa?
İsrail, İran’ın nükleer yeteneklerini yok etmek için uzun zamandır askeri seçenekleri değerlendiriyor. Ancak bunların bir çoğu yeraltı sığınaklarının derinliklerinde gömülü.
Askeri analistler, İsrail’in İran’ı bombalamak için yalnızca ABD’nin yardımına değil, aynı zamanda nükleer tesislerinin imhasını garanti altına almak için sahada özel kuvvetlere de ihtiyaç duyabileceğini söylüyor.
Bu, askeri müdahalenin riskli olacağı ve başarısının hiçbir şekilde garanti edilemeyeceği anlamına geliyor.
Trump ayrıca göreve geldiğinde artık sözde “ebedi savaşlar” başlatmayacağına dair söz vermişti ve İran’ı da içeren kapsamlı bir bölgesel çatışma bunlardan biri olabilir.
Bu durum, ABD başkanının İsrail’e daha fazla hava savunma sistemi sağlamasına ve bölgeye daha fazla uzun menzilli B2 bombardıman uçağı konuşlandırmasına engel olmadı.
Dolayısıyla Trump şimdilik diplomatik bir çözüm arıyor gibi görünüyor. İsrail’in, hükümleri ne olursa olsun, bunu oldubitti olarak kabul etmesi gerekebilir.
Ancak anlaşma sağlanamaması durumunda, sonuçları yıkıcı olabilecek güç kullanma hakkını saklı tutuyor.
Bu arada başkan, her iki tarafa anlaşmaya varmaları için iki ay süre veriyor.
Müzakerecilerin JCPOA’yı kabul etmesinin iki yıl sürdüğünü unutmuş olabilir. Aceleyle yapılan diplomasi her zaman başarılı diplomasi değildir.’’