Adıyaman’ın çamurlu sokaklarından çıkıp Türkiye’nin hem siyasi ve sanat sahnesinde derin izler bırakan Sırrı Süreyya Önder, 1962’de, Türkmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde, belki kimse onun bir gün bu toprakların vicdanına sesleneceğini, hem güldürüp hem ağlatacağını hayal etmemişti.
Babası Ziya Önder, Türkiye İşçi Partisi’nin Adıyaman’daki öncülerinden biriydi; sosyalist bir babanın mirası, Sırrı’nın ruhuna erken yaşta işledi. Ama hayat, ona sadece idealleri değil, acıları da cömertçe sundu. Sekiz yaşında babasını kaybedince, annesi Zeliha ve dört kardeşiyle dede evine sığındı. Fotoğrafçı çırağı, tarım işçisi, lastik tamircisi… Çocuk elleriyle hayata tutunurken, kitaplar onun sığınağı oldu.
Sırrı’nın hikâyesi, mücadeleyle yoğruldu. 1978’de, henüz lise öğrencisiyken Maraş Katliamı’nı protesto ettiği için ilk kez demir parmaklıklarla tanıştı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandı ama 12 Eylül 1980 darbesi, onun gibi birçok gencin hayatını altüst etti. 19 yaşında, siyasi faaliyetleri nedeniyle gözaltına alındı, işkence gördü ve Mamak Cezaevi’nde yedi yıl geçirdi. Bu yıllar, onun sadece bedenini değil, ruhunu da sınadı. Cezaevinde açlık grevleri, direnişler ve dostluklar… Sırrı, bu karanlık günlerden mizahı ve insan sevgisini bir zırh gibi kuşanarak çıktı.
Hapisten çıktıktan sonra Türkiye değişmişti, ama Sırrı değişmemişti. İstanbul’da kamyon şoförlüğü yaptı, yurtdışında inşaatlarda çalıştı. Fotoğrafçılık merakı, onu sinemaya taşıdı. “Beynelmilel” filmiyle yönetmen, senarist ve oyuncu olarak adını duyurdu.-filmlerinde hep halkın hikâyesini, ezilenin sesini anlattı. BirGün, Radikal ve Özgür Gündem’de yazdığı köşe yazılarıyla, kalemini adalet ve barış için kullandı.
Sırrı Süreyya Önder, 2011’de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun bağımsız adayı olarak İstanbul’dan milletvekili seçildiğinde, siyasi sahneye bir fırtına gibi girdi. BDP ve ardından HDP saflarında, Kürt sorununa barışçıl çözümler arayan bir köprü oldu. 2013-2015 arasındaki “çözüm süreci”nde, İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşen heyetin kilit isimlerinden biriydi. Diyarbakır Newroz’larında Öcalan’ın mektuplarını okurken, sesinde milyonların barış umudu yankılandı. Gezi Parkı’nda “Ben ağaçların da vekiliyim” diyerek kepçelerin önüne dikildiğinde, sadece bir milletvekilinin çok ötesine geçmişti.
Onun siyasi duruşu, sosyalizmin ve insan haklarının kesişim noktasında şekillendi. Kürt halkının demokratik taleplerini savunurken, Türk halkıyla da gönül bağı kurdu. Ancak bu renkli duruş, bedelsiz olmadı. 2018’de “terör propagandası” suçlamasıyla hapse atıldı, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararıyla 2019’da serbest bırakıldı. Kobani Davası’nda beraat etse de, hakkında siyaset yasağı talep edildi. Yine de o, “Ettiğimiz her laf, yürüttüğümüz bütün çabalar onurumuzdur” diyerek dimdik durdu.
Meclis kürsüsünde, en ciddi tartışmalarda bile halkın dilinden konuşur, sarkastik üslubuyla gerilimleri yumuşatır. “Kürsüde küfür edemediğim için sarkastik konuşuyorum” derken, aslında mizahın gücünü tarif ediyordu. Onun esprileri, sadece gülmek için değil; düşünmek, yüzleşmek ve umudu canlı tutmak içindi. Selahattin Demirtaş’ın “Seni seviyoruz Sırrı Abi” mektubunda dediği gibi, “Sırrı Bey, hiçbir zaman ucuz siyaset peşinde koşmadı.” Mizahı, bir gösteri değil, bir direnme biçimiydi. X’te bir kullanıcı, “Meclis’te şiir okur, halkın kalbini dinler, içini kanatmadan konuşur” diyerek onun bu eşsiz yanını özetlemiş.
Tarih, Nasrettin Hoca’nın hazır cevaplılığını, fıkralarını, deyişlerini nasıl yazdıysa, Aziz Nesin, ince mizahıyla nasıl günümüze ışık tuttuysa, Sırrı Süreyya Önder’de gelecek kuşaklara çok güçlü bir mizah bırakacak. Nasreddin Hoca’nın evrensel zekasından, Neyzen’in taşlamalarından, Aziz Nesin’in haşlamalarından bugüne uzayan geleneğin son temsilcisidir.
İki gündür kahvede, sokakta, evde sadece Sırrı Süreyya Önder’in mecliste yaptığı espriler konuşuyor. “Yav Mahmut hele bir dur. Seni zaten Allah traş etmiş. İdris Naim Şahin bütün Türkiye için bir özgüvendir” en çok konuşulan esprileri oluyor.
Yüreği, cezaevlerinde, meydanlarda, sinema perdesinde ve Meclis kürsüsünde hep barış için attı. Mizahıyla bizi güldürdü, mücadelesiyle umut verdi, insanlığıyla sarıp sarmaladı. Şimdi o, yoğun bakımda hayata tutunurken, bizler onun için dua ediyoruz. X’te bir kullanıcı, “Çektirilen maddi manevi işkencelerin sonuçları olarak sağlık sorunlarıyla boğuşuyor” demiş. Evet, belki bu ağır sınav, onun yıllarca taşıdığı yüklerin bir yansıması. Ama Sırrı, hep direndi, hep güldü, hep sevdi. Bu badireyi de atlatacağına, o neşeli sesiyle yeniden barış türküleri söyleyeceğine inanıyoruz.
Barışın gülen yüzü, gözlerini açacak ve belki de şunu diyecek: “Yahu biz yıllarca ar damarı yırtılmışlara laf anlatmaya çalışırken, aort damarımız yırtıldı” diyecek.
O, barışın ete kemiğe bürünmüş en somut hali oldu. Barış onun şahsında bir insana dönüştü. Onun gülen yüzü, barışın gülen yüzü oldu.
Şimdi beklentimiz, gözlerini açıp bize yine güldürmesidir.