Mecit Zapsu: Sürgün, ayrılık, adaletsizlik; Kürt siyasi tutsakların ailelerine sistematik psikolojik baskı

Türkiye’deki Kürt siyasi tutsakların yaşadığı durum, sadece cezaevlerinde hapsedilen bireyleri değil, aynı zamanda onların ailelerini de derinden etkileyen bir insanlık dramına dönüşmüştür.

Kürt siyasi tutsakların, çeşitli sebeplerle ülkenin farklı bölgelerine sürgün edilmesi, bu bireylerin aileleriyle olan bağlarını koparmakla kalmayıp, aynı zamanda psikolojik, ekonomik ve sosyal anlamda ağır bir baskıya yol açmaktadır.

Bu yazı, tutsak ailelerinin yaşadığı zorlukları, adaletsizliği ve buna karşı gösterdikleri direncin felsefi ve sosyolojik açıdan analiz edilmesini amaçlamaktadır.

Sosyolojik Açıdan Tutsak Ailelerinin Durumu:

Kürt siyasi tutsaklarının aileleri, sadece sevdiklerine kavuşma arzusuyla değil, aynı zamanda onları görmek için büyük ekonomik ve psikolojik zorluklarla mücadele etmektedir. Örneğin, Hakkari’den Kayseri’ye, Şırnak’tan Kayseri’ye, Diyarbakır’dan Ağrı’dan Kayseri’ye kadar, ailelerin çocuklarını ziyaret etme çabası, adeta bir dayanışma mücadelesine dönüşmektedir. Ailelerin her ay binlerce kilometre yol kat ederek cezaevlerine ulaşma çabaları, onlara hem fiziksel hem de duygusal olarak büyük bir yük yüklüyor.

Ancak bu zorluklar bununla sınırlı kalmamaktadır. Tutsaklar ile aileleri arasındaki görüşme süreleri, cezaevlerinin politikalarına göre değişir ve çoğu durumda bu süreler 45 dakika, hatta yarım saatle sınırlıdır. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, sevdiklerinin yalnızca kısa bir süre için, bazen sadece bir saatliğine görülebilmesi gibi bir uygulama bulunmamaktadır. Bu, esasen bir tecrittir. Ailelerin yaşadığı bu travmatik durum, sadece maddi değil, aynı zamanda büyük bir psikolojik yıkıma da yol açmaktadır. Tutsakların ailelerinden uzaklaştırılması, onları sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da yalnızlaştırır.

Psikolojik Açıdan: Ayrılık ve Yalnızlık:

Aile üyeleri arasında oluşan bu uzaklık, her geçen gün bir içsel boşluk yaratır. Bir tutsak, ailesinin ve sevdiklerinin yakınlığından yoksun kaldığında, duygusal olarak daha fazla yalnızlık hisseder. Aynı şekilde, aile üyeleri de sevdiklerinin acısını paylaşıp rahatlatmak için onlara yaklaşamadıklarında, büyük bir travma yaşarlar. Görüşmelerin azlığı, ailelerin yüreklerinde büyük bir boşluk bırakırken, bu boşluğu anlamlı kılacak tek şey, tutsaklarının özgürlüğüdür.

Her ay binlerce kilometre yolculuk yaparak cezaevlerine ulaşmaya çalışan aileler, bu uzun yolculuklar sırasında büyük bir fiziksel yorgunluk ve psikolojik baskı altında kalırlar. Üstelik, bu tür ziyaretler için yeterli maddi kaynaklarının olmaması, ailelerin yaşadığı ekonomik çöküntüyü daha da derinleştirir. Bu tür bir uygulama, sadece tutsakları değil, onların ailelerini de bir tür psikolojik işkenceye tabi tutmaktadır.

Felsefi Açıdan Adalet ve İnsan Hakları:

Adalet, insan haklarının ihlali durumunda varlığını sorgulayan bir kavramdır. Siyasi tutsakların ailelerinin, sevdikleriyle görüştürülmemesi, devletin adalet anlayışının ne kadar derinden sarsıldığını gösterir. Adalet, sadece yasaların uygulanmasıyla değil, aynı zamanda insan onuruna saygı gösterilmesiyle de ilgili bir kavramdır. Bu bağlamda, Kürt tutsakların ailelerine uygulanan sistematik psikolojik baskı, hem bireylerin hem de toplumun insanlık onurunu yok sayan bir uygulamadır.

Felsefi olarak, adaletin en temel prensibi, her bireyin eşit haklara sahip olması gerektiğidir. Ancak burada, bu eşit haklar sadece tutsaklar değil, aynı zamanda onların aileleri için de geçerlidir. Ailelerin sevdikleriyle görüşme hakkı, yalnızca fiziksel bir erişim değil, aynı zamanda temel insani bir ihtiyaçtır. Felsefi açıdan, bu hakların ihlali, devletin insan haklarına olan yaklaşımını sorgulatmaktadır.

Sonuç:

Kürt siyasi tutsakların aileleri, sadece cezaevlerine binlerce kilometre uzaklıkta olan çocuklarını, eşlerini, annelerini görmek için büyük bir çaba sarf etmekle kalmıyor, aynı zamanda bununla birlikte ekonomik ve psikolojik baskılarla karşı karşıya kalıyorlar. Adaletin ve insan haklarının göz ardı edildiği bu sistematik baskı, sadece bireylerin değil, toplumların da zihinlerinde derin yaralar bırakmaktadır.

Devletin, tutsaklarla aileleri arasındaki bu bağlantıyı kesme çabası, yalnızca insan hakları ihlali değil, aynı zamanda toplumsal huzursuzluk ve travma yaratmaktadır. Bu adaletsizliğin sona ermesi için toplumların sesini duyurması, adaletin yeniden sağlanması adına büyük bir sorumluluktur.

İlginizi Çekebilir

Katolik Kilisesi’nde papalık seçim süreci yarın başlıyor
Scholz veda etti: Demokrasilerde makamlar belli bir dönem için verilir

Öne Çıkanlar