*Rojava’nın statüsünün tanınması sadece Rojava’nın sorunu değil, aslında tüm Kürtlerin sorunudur. Tüm Kürtlerin birlik ruhuyla hareket etmesi gerekiyor.
*Rojava Türkiye için bir tehdit değil ve bunu sürekli ifade ediyorlar ama Türkiye Rojava’yı tehdit olarak görüyor. Umut ediyoruz ki yeni sürecin de etkisiyle Türkiye, Rojava’yı tehdit olarak görmekten vazgeçer ve dostluk ilişkilerini geliştirir
*Rojava’da kadın öncülüğünde hayata geçirilen demokratik kadın özgürlükçü paradigmanın inşası gurur veriyor. O duygu çok başka ve anlatılması zor.
*Özerk Yönetimin yapılanmasına baktığımız zaman tüm halkların bir arada yaşadığı katılımcı modeli hayata geçirme noktasında sonuç elde edildiği görülüyor. Her yerde eşit temsiliyet var ve bu gerçekten çok dengeli bir şekilde ilerliyor.
*Üçüncü Yol dediğimiz paradigma aslında bir çıkış. Bu sadece Rojava için bir çıkış değil; hem dört parça Kürdistan hem de tüm Ortadoğu halkları için bir çıkış, bir alternatif bu model.
Nûpel Yayın Koordinatörü Filiz Deniz, DEM Parti Van Milletvekili Gülcan Kaçmaz Sayyiğit ile Rojava izlenimlerini konuştu.
Rojava’da 26 Nisan’da gerçekleşen ‘’Ulusal Birlik ve Ortak Tutum Konferansı’’na siz de katıldınız. Öncelikle tarihi o günde orada olmak sizin için nasıl bir duyguydu? Neler hissettiniz?
Kendimi bir rüyada gibi görüyordum. Çünkü uzun süredir gidilmeyen bir yer. Rojava’daki savaşı yakından takip edebiliyorduk ama gidemiyorsun, dokunamıyorsun…Bizler sadece Bakur’dan dayanışma eylemleri ve etkinlikler yapıyorduk. Kobani süreci de ulusal birlik ruhunu öne çıkarmıştı. Hep gitmek istediğimiz bir yerdi o yüzden o kadar süre sonra Bakur’dan bir heyetin oraya gitmesi bizde çok ciddi bir duygusallık yarattı. Büyük bir mutluluktu…Vardığımızda akşam olmuştu, karanlıktı, o yüzden çok görme imkanımız olmamıştı çevreyi ama gündüz gözüyle baktığımız zaman gerçekten savaşın bütün yorgunluğunu hissedebiliyorsunuz. Belki kaldığımız bölge savaşın yoğun olarak sürdüğü bölgeler değildi ama o hissiyat her yere yansıyordu.
Yani savaşın izlerini her yerde görebiliyorduk.Orada olmak , o direniş topraklarında olmak orada o mücadeleyi yürüten insanlara tanışmak, birebir konuşmak yeni modele şahitlik etmek, bu yeni modellerle ilgili görüş alışverişinde bulunmak bizler açımdan çok kıymetli ve çok ciddi duygu yoğunluğu da yarattı, duygu karmaşası da yarattı.
Bir taraftan hüzünleniyoruz ve bir taraftan çok mutlu oluyoruz….Kadın öncülüğünde hayata geçirilen demokratik kadın özgürlükçü paradigmanın inşası gurur uyandırıyor, onur uyandırıyor, o duygu çok başka ve anlatılması zor.
Tamda burada şunu sormak isterim size Rojava tüm dünyada kadın özgürlükçü bir sistemiyle öne çıkıyor ve bu yönlü tartışmaların odağında yer alıyor. Siz oradaki kadın örgütleri ve kadın siyasilerle de görüşmeler yaptınız. Kadın özgürlükçü toplum modeli açısından Rojava’dan ne tür izlenimlerle ayrıldınız?
Öncelikle şunu ifade etmek lazım kadın özgürlükçü paradigmayı orada her yer yerde görmek mümkün. Örneğin kurumlara gidiyordun, siyasi partilere gidiyorsun, sivil toplum kuruluşlarına gidiyorsun, her yerde kadın temsiliyeti çok fazla ve bunu görebiliyorsunuz. Genç kadın oranı çok fazla örneğin.
Ve aslında ne yaptığını bilen, eşit temsiliyetinin ne olduğunu bilen o kadın özgürlükçü paradigmanının nasıl yaşamsallaştırılması gerektiğini bilen ve bu noktada bunu ilmek ilmek ören bir kadın gerçekliği, bir kadın aklı var…Kendine güvenen kendinden emin ve çok donanımlı bir kadın yapısı….Karşıdakine de o gücü veren o hissiyatı veren bir kadın örgütlülüğü var. Yani kadın her yere dokunmuş ve bu hem yönetim boyutuyla hem sivil toplum boyutuyla çok net bir şekilde açığa çıkıyor. Gittiğiniz her yerde kadının ruhunu çok rahat hissedebiliyorsunuz…
Peki Kuzeyden farkı ne? Kuzeyde de ciddi bir eş başkanlık sistemi, kadın örgütlenmeleri, belediyelerde kadın meclisleri her alanda da bir kadın örgütlenmesi söz konusu… Rojava ile kıyasladığınız zaman aradaki net gördüğünüz şeyleri nasıl ifade edersiniz?
Bakur’da da biz bu paradigmayı kısmen hayata geçiriyoruz ya da hayata geçirmeye çalışıyoruz ama şunu net bir şekilde ifade etmek lazım oradaki sorumluluk alan kadın sayısı daha fazla. En azından benim gördüğümü ve genç kadın sayısı çok daha fazla. Örneğin PYD’de eşit temsiliyet var ama ayrıca bir kadın meclisi var. Kadın meclisinde doğrudan söz hakkı olduğu için aslında orada kadının temsiliyeti %50 artı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Yani onu aşan bir boyut var ve nasıl söyleyeyim Bakur’da aslında her ne kadar hayata geçirmeye çalıştığımız bazı şeyler olsa bile eksikliğe düştüğümüz noktalar hala tam oturtamadığımız noktalar da var ama Rojava onu aşmış…
Rojava gerçekten kadın paradigmasını hayata geçirmiş. Bu noktada ciddi mücadele vermiş ve vermeye de devam ediyor. O mücadele üzerinden bunu açığa çıkarıyor. Bakur’da da mücadele veriyoruz, aslında Bakur da bunun mücadelesini yürütüyor, çalışmaları yapılıyor ama Rojava’da yaşamsal boyutu çok daha farklıydı. Çok daha bambaşkaydı, çok daha sağlam, yani daha ete kemiğe bürünmüş durumda.
Mesala Özerk Yönetimin yapılanmasına baktığımız zaman kendi içerisinde tüm halkların birlikte bir arada yaşadığı modeli hayata geçirme noktasında sonuç elde edilmiş. Özerk Yönetimden tutun en küçük birime kadar bunu çok rahat bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Her yerde eşit temsiliyet ve bu gerçekten çok dengeli bir şekilde ilerliyor.
Peki bu ruhu neyle açıklayabiliriz? daha Kürdistan olmak kimliğinden dolayı mı? Ya da daha çok uzun yıllardır bölgede süren şiddetli çatışmaların yarattığı bir çıkış mı? Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bence uzun süredir yaşanan şiddetli çatışmalardan dolayı bir çıkış ve şunu da görmek lazım; tüm dünyada artık sağ ve sol bir şey vaat edemiyor yani en azından farklı bir şey vaat etmiyor. Şu ana kadar alışılmış şeyler bilindik şeyler. Üçüncü Yol dediğimiz paradigma; işte demokratik ekoloji kadın özgürlükçü paradigma aslında bir çıkış. Bu sadece Rojava için bir çıkış değil aslında Rojava üzerinden hem dört parça Kürdistan hem de tüm Ortadoğu halkları için bir çıkış, bir alternatif bu.
Sizde ifade ettiniz aslında tüm dünya haklarına da örnek teşkil edebilecek ve tüm dünya haklarının da örnek aldığı özellikle “Jin Jiyan Azadi ” sınırları aşarak sloganın çok daha ötesine gittiği bir boyutla karşı karşıyayız.Rojava’da yani bu şiddet ortamından da çıkışın yolu. Evet bunun belki çok tarihsel bir geçmişi vardır, çok daha tarihsel bir arka planı vardır, uzun süre yürütülen politikalar vardır, onun üzerinden şu an filizlenmesi bunu filizlenmesi ve tüm halklara örnek teşkil etmesi ve bence bunun nedenlerinden bir tanesidir.
Konferansa dönecek olursak; katılımla ilgili ve konferans sürecinde dikkatinizi en çok neler çekti?
Konferans sürecinde öncelikle sivil toplum kuruluşları , kadın örgütleri, kadın dernekleri bağımsız şahsiyetler aktif temsiliyetinin orada olması bence çok kıymetliydi. Aktivistler, PYNK’nin, ENKS’nin temsiliyeti, KNK’nin orada olması, PYD’nin olması , KDP, YNK’nin olması, Bakur’dan DEM Parti’nin orada olması, her parçanın hem temsiliyetinin orada yerini alması ve o ana şahitlik etmek müthişti. Hem de aslında, düşünceleri ne olursa olsun herkesin orada ulusal birlik ruhuyla bulunması bence çok kıymetliydi.
Yaklaşık 400 delegenin dahil olduğu bir konferanstı, basının ciddi ilgisinin olduğu bir konferanstı. O ulusal birlik ruhunun orada açığa çıkması, o coşku atmosfer gerçekten beni çok etkilemişti ve aslında hayalini kurduğumuz bir atmosferdi.
Konferans sonrası Rojava’da görüşmeler de gerçekleştirdiniz. Görüştüğünüz kesimlerden hem Kürt birliği açısından hem de Rojava’nın geleceği açısından edindiğiniz izlenimler neler?
Bir kere şunu ifade etmek lazım; Oradaki Özerk Yönetim’den gerçekten tüm halklar ve tüm toplum memnun. Mesela Özerk Yönetimi ziyaret ettik, işte kadın eş başkanı Kürt, erkek eş başkan Arap ama aralarında ciddi bir güven ilişkisi var ve onun üzerine bu çalışmayı yürütüyorlar. Bu işin temsiliyetini yürütüyorlar. Yönetimlerde diğer halklardan, diğer inançlardan halkın temsiliyetinin olması gerçekten çok kıymetli ve buradaki tüm çalışmalara yansıyor.
Dediğim gibi özerk yönetimden herkes memnun görüştüğümüz hiçbir yerde Özerk Yönetimle ilgili olumsuz bir şey söylenmedi. Sadece ENKS ile görüştüğümüzde, o da bu konferans üzerinden bir sohbetimiz olmuştu. Hani şunu ifade etmişler, her ne kadar bazı noktalarda fikir ayrılıklarımız olsa bile ulusal birlik noktasında tabii ki biz varız tabii ki bu mücadeleyi birlikte yürüteceğiz ve bu noktada elimizden ne geliyorsa yapacağız. Ama diğer boyutuyla böyle olumsuz yansıyan hiçbir şey olmadı. Bunu öncelikle ifade etmek gerekiyor.
Şimdi özerk yönetime karşı güvenleri sonsuz. Ulusal konferansta da sonuç bildirgesi, onu açığa çıkarttı. Bölgede Kürt halkının haklarını tanıması ve bunun yasal anayasal güvenceye kavuşturulması noktasında çalışmaların daha ciddi yürütülmesi gerektiğini bu noktada işte Şam hükümetiyle görüşülmek üzere zaten bir komite bir heyet oluşturulacak görüşmeler onun üzerinden yürüyecek ama bu Özerk Yönetimin’in statüsünü tanınması Kürtlerin statüsünün haklarının tanınması noktasında daha ciddi çalışmalar yürütülmesi gerekiyor. Aslında bunu yapacak sadece Rojava değil, bunu da belirtmek lazım. Bu sadece Rojava’nın da sorumluluğunda olmamalı.
Bunu biraz açar mısınız? Ne demek istiyorsunuz?
Rojava gerçekten tüm dünyaya örnek teşkil edebilecek edecek bir model ortaya koydu. Tüm bu savaş yorgunluğuna rağmen hala savaş bölgesi olmasına rağmen, ulusal birliğin adımlarını da attı. Aslında coğrafi olarak yüz ölçümü olarak küçük bir yer ama açığa çıkarmış olduğu mücadele açısından gerçekten çok büyük kazanımlar elde etmiş olan bir yer. Ve bu kazanımların bir statüye kavuşması için buradaki hakların tanınması için diğer parçalarında bu noktada elinden geleni yapması gerekir.
Mesele 27 Şubat’ta sayın Abdullah Öcalan’ın işte tarihi çağrısından sonra olumlu etkilendiklerini ifade ediyorlar, çünkü Bakur’daki her olumlu veya olumsuz şey diğer parçaları da etkiliyor. Ya da Rojava’daki her olumlu ya da olumsuz şey bir diğer parçayı da etkisi altına alıyor. Bu haliyle bu sorumluluğu sadece Rojava’ya bırakmamak gerekiyor. Hem Ulusal Birlik çalışmalarını hem Rojava statüsünün tanınmasını oradaki Kürt halkının haklarının tanınması, yasal anayasal güvenceye alınması sadece Rojava’nın sorunu değil, aslında tüm Kürtlerin sorunudur ve tüm Kürtlerin bu birlik ruhuyla hareket etmesi gerekiyor. Nasıl 2014 yılında Kobani’ye yönelik saldırılarda Kobani ruhu açığa çıktıysa, tüm Kürtler sesini yükselttiyse ve birlik, birliktelik ruhuyla hareket ettiyse ve sonucunda zafer geldiyse, şimdi aynı şeyin tekrar yapılması gerekiyor.
Tamda burada şunu sormak istiyorum Kürler için yürütülen Barış sürecinin kırmızı çizgisi Rojava mı?
Bugün bu sürecin kırmızı çizgisi tüm Kürtlerin haklarıdır…Eğer bugün Türkiye Bakur’daki Kürtlerle bir barışı konuşuyorsa en azından böyle bir süreç diyelim başlamışsa, kendi sınırları içerisindeki Kürtlerle bir barışın inşa edilmesi noktasında bir süreç başladıysa, kendi sınırları dışındaki Kürtlerle de bir barış inşa etmesi gerekiyor Türkiye’nin.
Türkiye’de yürütülen yeni süreç ile ilgili Rojava’da görüştüğünüz çevrelerinin değerlendirmeleri nasıl ve ayrıca ne tür beklentileri var?
Biliyorsunuz 27 Şubat çağrısından sonra Başur’da bazı görüşmeler gerçekleştirmiş ama Rojava’da maalesef öyle bir imkanımız olmamıştı. Tarihi çağrı ile ilgili karşılıklı görüş alışverişlerimiz oldu. Rojava, Türkiye’yi yakından takip ediyor. Rojava halkını Bakur’daki her olumlu şey ve her olumsuz şey etkiliyor, bunu da böyle ifade ettiler.
Aslında bizim oraya gitmemiz de bu tarihi çağrının etkisiyle oldu. Çünkü kısa bir süre öncesine kadar da gidemediğimiz bir yerdi ama bu tarihi çağrıdan sonra , bence onun bir adımı da bizim Rojava’ya gidebilmemizdi. Bu gerçekleşti ve tabii ki bu süreç diğer parçalarda olduğu gibi, Rojava halkı açısından da çok kıymetli bulunuyor ve herkes sorunun demokratik barışçıl yöntemlerle çözüm noktasında hemfikir. Ama bir diğer boyutu var; Rojava halkı Türkiye için sorun değil, Rojava halkı Türkiye için tehdit değil, Rojava’da açığa çıkarılmış olan özerk yönetim Türkiye için bir tehdit değil, bunu da ifade ediyorlar.
Fakat konferans sonrası Türkiye’deki açıklamalar özellikle Erdoğan’ın MHP lideri Bahçeli’nin ve HTŞ Lideri Colani’nin açıklaması bu yönde olmadı, Konferanstan büyük rahatsızlık duydukları dile getirdiler burada bir çelişki yok mu? Siz bu tepkileri nasıl değerleniyorsunuz?
Bizim anlatmaya çalıştığımız da o. Onlar kendi cephelerinden değerlendiriyorlar, biz ise kendi cephemizden bu şekilde değerlendiriyoruz. Kendi sınırlarının içerisindeki Kürtlerle bir barış inşa edeceksen sınırın diğer tarafındaki Kürde düşmanlık yürütemezsin. Onu tehlike olarak göremezsin. Senin sınırın dışındaki Kürt aslında tüm dünyaya örnek teşkil edebilecek bir model inşa etmiş ve biz Bakur’da yaşayan Kürtler Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Kürtler olarak bölünme parçalanmadan bahsetmiyoruz. Biz kendi topraklarımızda, yani bize ait olan topraklarda diğer haklarla birlikte diğer inançlarla birlikte, kendi kimliğimizle, kendi dilimizle, kendi kültürümüzle ortak bir yaşam inşa etmek istiyoruz.
Türkiye- Rojava ilişkileri açısından bir iyileşme bekliyor musunuz? Savaş ve işgal tehlikesi sizce ortadan kalktı mı yoksa devam mı ediyor?
Şimdi şöyle yani Türkiye’de bu biliyorsunuz Türkiye’de görüşmeler gerçekleştiriyor, Adalet Bakanıyla görüşmeler gerçekleştiriliyor, sayın Öcalan’la görüşmeler gerçekleştiriliyor ve bu sorunu barışlı ve demokratik yöntemlerle hukuki zeminde demokratik zeminde çözülmesi için bazı görüşmeler yapılıyor. Türkiye Rojava’yı kendine tehlike olarak görüyor ve biz de bunun tehlike olmadığını her seferinde ifade ediyoruz. Umut ediyoruz yani. Umut ediyoruz ki Türkiye, Rojava’yı tehlike olarak görmekten vazgeçer ve dostluk ilişkileri geliştirir. Hani ne açıdan söylüyorum bunu, hemen yanı başında Nusaybin var sınır kapısı, hem ticari boyutu, ekonomik boyutu hem sosyal boyutu, kültürel boyutuyla gerçekten Türkiye’ye kazandıracak bir boyut. Ama Türkiye’de bölünme parçalanma refleksi ile yaklaşıyor. Rojava’yı da kendine o açıdan tehlike olarak görüyor.
Biz de her fırsatta. eğer bu çözüm süreci devam edecekse bu süreç devam edecekse Türkiye sınırları içerisindeki Kürtlerinde, işte bu sorun barışçıl yöntemlerle çözülecekse. Burada yaşayan Kürtlerin ana dilinde eğitimden tutun, diğer haklarına kadar, anayasal haklarına kadar verilmesi ve güvence altına alınması gerekir. Bizim başta talebimiz sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması, özgür yaşam komşularında bu süreci yürütebilmesidir. Yine siyasi mahpuslara yönelik taleplerimiz var. Hasta tutsaklara yönelik taleplerimiz var. Bunların hepsi aslında gerçekleşirse, bir diğer parçayı da etkileyecek ve demek istediğimiz o. Mesela Rorojava’daki arkadaşlarına ifade ettiği şeyi buydu, sayın Öcalan’ın tarihi çağrısından sonra orada da pozitif bir hava hissettiklerini ifade ediyorlar.
Türkiye’den gelen açıklamalara bakıldığında pek de öyle bir tablo görünmüyor. Bunu sormak istiyorum “Terörsüz. Türkiye ne anlama geliyor? Tüm süreç sadece bu çerçeveden ele alınıyor ise Bakur ve Rojava Kürtleri Türkler için bir tehdit anlamına gelmiyor mu?
Şimdi şöyle devlet, her şeyi getirip silahı bırakılmasına bağlıyor ve sayın Öcalan çağrısını yaptıktan sonra zaten muhatapları da, yani kendi örgütü açıklamayı kısa süre içerisinde yaptı. Şimdi neden silahların kullanıldığı, neden silahlı mücadeleye gerek duyulduğu bir sonuçtur ve Türkiye’nin uyguladığı politikaların sonucudur. O yüzden şimdi hepimize terörist gözüyle yaklaşılıyor. Siyasi tutsaklar serbest bırakılsın diyorsun, terörist ilan ediliyorsun, hasta tutsakları serbest bırakılsın diyorsun terörist ilan ediliyorsun. Yani her şeyi getirip aslında terör kavramı içerisine sıkıştırdığın zaman orada, kendi tabanını konsolide etmeye çalışan bir devlet aklı öne çıkıyor. Türkiye, PKK silahı bıraktığında tüm sorunlar çözülecek mantığıyla yaklaşılıyor. PKK bu noktada gerekli açıklamayı yaptı ama siz anayasa boyutuyla ne yapacaksınız? Önemli olan bu.
Peki yani halka gittiğiniz zaman en çok karşılaştığınız sıkıntı ne oluyor? Şeffaflıkla iglili, devlete duyulan güvensizlikle ilgili çok yakınma var; Siz süreci anlatma açısından ne tür sıkıntılar yaşıyorsunuz?
Halkla bir araya geldiğimizden çok karşılaştığımız sorulardan biride bu. Şunu da çok duyuyoruz “Kürtler yine kaldırılıyor! Devlete güveniyor musunuz? samimi buluyor musunuz? ”
Biz de bu noktada şunu söylüyoruz, yani birkaç somut adım atılırsa çünkü hâlen atılmadı o somut adımlar, bu süreç aslında daha rahat sonuca ulaşabilir. En azından kendi kitlemiz için diyelim, içleri daha rahat olur , somut birkaç adım atılırsa. Ciddi bir çalışma yürütülüyor ama mesela ilk etapta atılacak ben somut adım sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması ve sayın Öcalan’ın kendi hareketiyle rahat iletişim kurabileceği kanalların sağlanmasıdır.
İlk etapta şu konuda çok zorlandık; ”Devlet bizi yine kandıracak…Devlet bizi oyalıyor…Devleti samimi görmüyoruz… ” böyle söyleniyor.
”Kürtler tekrar kandırılmasın” deniyor….Ama biliyorsunuz tarihi çağrıdan sonra ve öncesinde sayın Öcalan’la ilk görüşme gerçekleştirdikten sonra da halk toplantıları gerçekleştirdik. 140 civarında toplantı gerçekleştirdik ve her platformda bunu anlatmaya çalışıyoruz. Barış ve demokratik toplum çağrısı ne anlama geliyor? Biz bu noktada DEM Parti olarak üzerimize düşen sorumluluk nedir ve bizim ne yapmamız gerekiyor. Halkın ne yapması gerekiyor ya da bir diğer siyasi partinin ne yapması gerekiyor? Bunların hepsini anlatmaya çalıştık aslında anlattıkça bazı şeyler daha net oturabiliyor. Ama dediğim gibi birkaç somut adım atılırsa en azından halkın içine güven tohumları ekilebilir.