Bazı arkadaşlarımız bir çınar gibiydi; gövdeleriyle direnişi taşıdılar, gölgeleriyle halkı korudular. Bazıları bir kavak gibi; ince, uzun ve dimdik durdular, fırtınanın ortasında. Bazılarıysa bir bişeng (salkım söğüt) gibi; ince yapraklı, hüzünlü ama vakur… Halkın sabrını, yasını, direncini anlatan.
Mezarsızlığın Yüzyılı: gökyüzüne iltica edenler için sürgünde sembolik Kürdistan Şehitleri Mezarlığı (Goristana şehîdên Kürdistanê)
A.Baki Karadeniz / Amsterdam
Kürdistan Özgürlük mücadelesinde şehit düşen mezarsız yoldaşlarımın anısına.
Bu satırları, adını kendi benliğinde eritmiş bir dostumun fikriyle kaleme alıyorum. Düşünce onundur; ama hissiyat hepimizin. Çünkü bu yazı, halkın kalbinde büyüyen, her ağıtta yeniden doğan bir duygunun ifadesidir. O dostum bu yazının içinde adıyla değil, fikriyle var olmak istiyor. Zira bu yazı, isimleri toprağa düşen fakat bir mezar taşı bile çok görülen akrabalarımızın, arkadaşlarımızın hatırasına adanmıştır. Sessiz bir direnişin, mezarsız bırakılmış hayatların yazgısına…
Türkiye Cumhuriyetinin kurucu unsurları ve günümüzdeki ceberrut ardılları Kürt halkının yalnızca yaşamına değil, ölümüne de savaş açtı. Mezarsızlık, bu yüzyıla özgü değil; her kuşakta yeniden yaşanan kadim bir yaradır. Kürdistan topraklarına düşen her beden, bu devletin ne kadar korktuğunu, halkın hafızasından ne kadar ürktüğünü gösterir. Çünkü bilirler: Kürt halkı bir taşı mezar, bir ağacı hatıra, bir gözyaşını tarih kılar. Bu yüzden parçaladılar mezarları, kırdılar taşları, kestiler ağaçları, kuruttular gözyaşlarını…
Newala Qesaba — Kasaplar Deresi — bu coğrafyanın en karanlık noktalarından biridir. 1915’te Ermeniler ve Keldaniler, 1920’lerden 1990’ların sonlarına kadar Kürtler burada mezarsız bırakıldı. Sessizce toprağa karışan yüzlerce can… İşkenceyle, infazla, faili meçhulle yok edilen hayatlar. Emerê Temer ve yoldaşı Kerê Emer de o karanlıkta kayboldu. Emerê Temer, Botan Şilid aşiretler konfederasyonunun lideriydi; ismi, Şeyh Said’e destek verenlerin listesinde yer alıyordu. 1926’da gözaltına alındı ve idam edildi. Kerê Emer onun yol arkadaşı idi. Birçok yoldaşı ile birlikte 1926’da gözaltına alındı. Bir yıl sonra öldürüldüğü haberi geldi. Ardında, beş küçük çocuk ve mezarsız dilden dile anlatılan bir tarih bıraktı Kerê Emer. Cesetleri, tıpkı diğerleri gibi, hâlâ bulunamadı. Aileler, onların bir kısmının Diyarbakır’da ve Kerê Emer ve bazı arkadaşlarının Newala Qesaba’da bir yerlere atıldığına inanıyor. Zira bu coğrafyada kaybolan bedenler önce çöpe atıldı, sonra toprak oldu, nihayetinde hafızadan silinmeye çalışıldı.
1989’da Newala Qesaba’da açılan toplu mezarda sekiz cenaze bulundu. Kazılar durduruldu. Kimlikler açıklanmadı. Hakikat, toprağın altına gömüldü. Bugün Newala Qesaba, betonarme bir tehditle karşı karşıya. Bir toplu mezarın üstüne apartman dikmeyi düşünen bir devlet var karşımızda. Ve buna karşı, her mezarsız bedenin, halkın vicdanında bir mezar bulduğuna inanan bizler…
Şeyh Said de mezarsızdır. 1925’te serhildan yaptı, teslim olmadı, asıldı. Mezarı sır gibi saklandı. Zira bu rejim, direnenin anısını dahi halktan kaçırmak ister. Hafızayla kavgalı bir düzenin, ölüye bile tahammülü yoktur.
Kürdistan’ın birçok bölgesindeki şehitler mezarlığı gibi Garzan Mezarlığı’nın iş makineleriyle yıkılması, bu tarihsel çizginin devamıdır. Bitlis’in dağ eteklerinde yatan 261 can, plastik poşetlerde İstanbul’a taşındı. Kaldırım altlarına, kimsesizler mezarlığına gömüldüler. İsimsiz, sahipsiz, mezarsız gösterilmek istendiler. Oysa her biri, halkın en çok sahiplendikleriydi.
Herekola Mîra, Qendîl’in etekleri, Botan’ın yaylaları… Kürdistan’ın dört bir yanında mezarlıklar hedef alındı. Ağaçlar kesildi, taşlar söküldü, annelerin duaları bombalandı. Çünkü Devleti yöneten foseptik akıl, Kürt halkının yalnızca dirisine değil, ölüsüne de düşmandı.
Ama bizler — sürgün edilmiş bu halkın evlatları — artık Avrupa’da bu hafızayı yeniden inşa edebilmeliyiz. Sürgünde, sembolik bir Kürdistan Şehitliği kurabilmeliyiz. Bu bir eylem olur: demokratik, duygusal ve sembolik bir direniş. Şehitlerimizi fiziki olarak bu topraklara taşıyamayacağız, ama isimlerini, hikâyelerini, direnişlerini getirebilmeliyiz. Her mezara bir isim verebilir her ismin yanına bir ağaç dikebilir ve kitap şeklinde hazırlanan mezar taşlarına hikayelerini yazabiliriz. O hikayeleri bir kitapta toplar, sergiler açar, o mezarlık çerçevesinde atölyeler düzenler, halkımızın yaşadıklarını başkalarına da anlatabiliriz. Bu bir proje olabilir. Sürgünde Kürdistan Şehitleri Mezarlığı — Goristana Şehîdên Kurdîstanê — olur.
Ve neden her mezarın yanına bir ağaç dikmeliyiz?
Çünkü bazı arkadaşlarımız bir çınar gibiydi; gövdeleriyle direnişi taşıdılar, gölgeleriyle halkı korudular. Bazıları bir kavak gibi; ince, uzun ve dimdik durdular, fırtınanın ortasında. Bazılarıysa bir bişeng (salkım söğüt) gibi; ince yapraklı, hüzünlü ama vakur… Halkın sabrını, yasını, direncini anlatan.
Bu ağaçlarla bir hafıza kurabiliriz. Bu mezarlıklar yalnızca şehitlerimize değil, hayatta kalan bizlere de ait olacak. Türk Devleti’nin silmeye çalıştığı tarih, burada yeniden yazılacak. Ve o mezarlık, gelecek kuşaklara taşınacak bir hafıza anıtı olacak.
Ve biz orada hep bir ağızdan diyeceğiz:
Bu halk unutmaz!
Bu halk hatırlar!
Bu halk direnir!
Mezarsız kalan her arkadaşımız artık gökyüzüne iltica etmiş bir yıldız gibi, bize yukarıdan yol göstermeye devam edecek.