Cemşid Bilmez: Wayne’lerden Cumhuriyet’e Yolun İnşası

GenelGündem

*Osmanlı ve Kürt beyleri tarafından yapılan anlaşma Tanzimat’a kadar sürer. Bu süre zarfında Kürt Beyleri ve Osmanlı Devleti arasında döneme, koşula, zamana göre ittifaklar gelişir veya bozulur. Fakat Osmanlı’yı dağılmaktan hiçbir şey kurtarmaz. Elbette küçülen ve parçalanmakta olan imparatorluğa can suyu olan ulus-devlet inşası hızlı bir şekilde olmaz, adım adım gerçekleşir…

*Kürd’ün merkeze olan bağlılığının sadece iki sözle olamayacağı ortadadır. Yeni şekillenen cumhuriyete Kürd’ün entegre olmadan, yani tüm otonom yapılarını yeni kurulacak devlete ve onun bürokrasisine devrederek, başarıya ulaşılamayacağı öngörülür. İsyanlar acımasız bir şekilde bastırılır, aşiretlere dayalı idare biçimi (hükümet, yurtluk ve ocaklık) bir bir dağıtılır.

*Kalkınma yolu projesi Türkiye tarafından Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık arayışları yıllarında sopa olarak kullanılan projelerden bir tanesiydi. Zaman içerisinde, nasıl olduysa artık, Duhok da dâhil edilerek bir nefes borusu açıldı. Bunun Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına hizmet etmesinden geçtiğini anlamış olmasına bağlanabilir. Neticede Melle Mustafa Barzanî’nin ailesine miras bıraktığı tavsiye hâlâ canlılığını koruyor olsa gerek.

Cemşid Bilmez Birikim Dergisi için yazdı:

Bu yazıda Cumhuriyet tarihinde taşrayı merkeze bağlayan yolun ulus-devlet inşasındaki payı araştırılacak. Tarihten bilindiği üzere medeniyetin yolla kurulduğu ve transferin yolun sağlam yüzünden gerçekleştirildiğini söylemek hata sayılmaz. Büyük imparatorlukların varlığı, maddi ve manevi ürünlerin aktarımı yola borçlu olduğu gibi bir yeri sömürüye olanaklı kılmak da buna bağlı. Şüphesiz yol gerekli bir inşa. Özellikle günümüz gerçekliğinde düşünürsek olmazsa olmazlardan. Mesela göç ederken artık daha güvenilir bir araç. Bir şehirden başka bir şehre tabii. Eğer ülkenizde banka soyan bir gazeteci ya da aktivist ne bileyim ona benzer zararsız bir şey değilseniz. Aksi takdirde sahiden güçlü ve özgür bir beyin istiyorsanız sağlam ve özgür bedenden geçtiğini kavrayıp kaçak yollara düşebilirsiniz.

Bunu bir yönlü okuma olarak görebiliriz. Hâkim uygarlığın ticaret ve askeri yollarından bağımsız, aşiret birlikteliklerini düşününce bunun olmazsa olmazlardan olmadığını anlarız. Hatta merkezden uzak, özerk bir yapısını ve idaresini mümkün kılıp onu koruyan, düzensiz bir askeri oluşumu da olduğu ortada. Yani kendi içinde gayet tutarlı ve sürdürülebilir bir idare biçimi olduğunu söylemek hata sayılmaz. Bunun ne kadarı yola borçlu tam tespit etmek zor olsa da şu bilinir ki, Osmanlı-Safevi savaşlarında katliama maruz kalmamak, Osmanlı idaresinin yozlaşmış devlet adamlarınca toplanan haksız vergilerden kaçınmak vs. için yüksek yerlere, ulaşılması güç alanlara doğru yönelirler. Elbette tüm coğrafyanın dağlara sığındığı söylemek hata olur.

“Bu bölge, Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra, bölgenin Osmanlı hâkimiyetine geçmesinde önemli yardımları görülen mahallî beylerin bir kısım hakları korunmuştur. Kanûnî devri başta olmak üzere bunu takip eden dönemlerde de “… ellerine verilen kadîm temessükler mûcebince…” denilerek “Yurtluk-Ocaklık “yoluyla sancak ve dirlik tasarruf edenlerin imtiyazları devam etmiştir. Devletin tanıdığı bu imtiyazlar Tanzimat dönemine kadar sürmüştür. [1]

Anlaşıldığı üzere, tarihten de destek alarak, Kürd’ün toprağında ve kendi idaresinde serbest olduğu görülür. Vergi ve askeri desteğin ne ölçüde ve nasıl bir anlama sahip olduğunu araştırıp çok da üzerinde durmaya gerek yok. Hem konumuz da Kürd’ün ana sütü gibi helal haklarının neler olduğu konusu değil. Tabii Osmanlı’nın son zamanlarında yani batının egemenliğinin kabul edildiği ve yüzünün batıya çevrildiği, batı uygarlığının araçlarının (askeri, idari, hukuki) denendiği döneme kadar Kürdün idaresindeki özerkliğinin tartışılması imparatorluğun menfaatine uygun düşmemekteydi. Osmanlı ve Kürt beyleri tarafından yapılan anlaşma Tanzimat’a kadar sürer. Bu süre zarfında Kürt Beyleri ve Osmanlı Devleti arasında döneme, koşula, zamana göre ittifaklar gelişir veya bozulur. Fakat Osmanlı’yı dağılmaktan hiçbir şey kurtarmaz. Elbette küçülen ve parçalanmakta olan imparatorluğa can suyu olan ulus-devlet inşası hızlı bir şekilde olmaz, adım adım gerçekleşir.

Tarih 1937. Dersim sancağına “merkezi” hükümetten adamlar gelir. Akıllarından neler geçtiğini tarihi belgelerden anlıyoruz. Çetin dağların ve dize gelmez hırçın doğanın yanına bir de şakilerin asiliği (“egemen”in adlandırması, oysa yerel halkın itirazı demek tebdil ve tenkil hareketinin meşruluğunu sorgulatır) eklenince iki dağ arasına ya da iki köyü birbirine bağlayan veyahut tepedeki sarp kayalıklara kurulu köye zevat ulaşsın diye aç, perişan ahaliye iş verilir. Bu çift şeritli asfalt yol olmasa da biraz daha ilkel ama askerin ve onun lojistiğini sağlamasını sağlayan yoldur.

“Gotham ailemizi refaha kavuşturdu ancak şehir zor durumda. Bizden şansız insanlar kötü günler yaşıyor. Bu yüzden şehri birleştirmek için ucuz bir toplu taşıma sistemi kurduk ve merkezde de Wayne Kulesini diktik… Şirket yönetimini daha iyi insanlara bıraktık.”(Batman Başlıyor – Christopher Nolan)

Christopher Nolan’ın filminde Thomas Wayne gayet makul görünüp ve şehirdeki dezavantajlı halk için ucuz toplu taşımanın inşa ettiğini söylemiş olsa da seri üretim aşamasına sokamadığı silah sanayi ürünlerinin olduğunu bilmek onu diğer palavracı burjuvalardan biri yapar. Gotham şehrinin kötülüğüyle mücadelesi ise babasının mirasından kalanlarla Bruce Wayne’in boynunun borcu olarak kalır:

“Gotham’daki temel sosyal adaletsizliği yaratan ve suç mekanizmasına hayat veren” tam da Wayne ailesinin kurduğu bu sistemdir. Bruce toplumun ezilen kesimlerine rağmen zenginleşmekte, sonra bu kesimlerin isyan etme ihtimaline karşı sahip olduğu zenginliği kullanarak Batman olmaktadır. Batman’ın bekçiliğini yaptığı kapitalist burjuva toplumunda, Bruce hakim konumda yer almaktadır. Savunduğu sistem bir plütokrasiyi (zenginlerin yönetimi) çağrıştırmaktadır.” [2]

Todd Philips tarafından yönetilen Joker’de durum tam tersinedir. Thomas Wayne ve onun makul ailesi asıl kötülük kaynağı olmak ile birlikte Wayne ailesinin övündüğü ve şirketini “merkez” olmasını sağlayan ucuz toplu taşıma da bahsi edilmesi gereken bir başarı değildir. Hatta uçkuruna sahip olamayan sinemada çokça işlenen tipik zenginler gibi Joker filminde, Arthur Fleck’in babasının Thomas olduğu gerçeği muğlakta bırakılır.

Arthur Fleck’in, Thomas Wayne’in kapısından geri çevrildiği sahneyi izleyenler muhakkak hatırlar. Arthur Fleck, kendi yaratılış hikâyesinin ana karakterlerinden birini ararken büyük bir gerçekle yüzleşir. O kadar büyük ki (eğer biz Arthur Fleck’i kapitalist dünyanın gayri meşru çocuğu olarak kabul edersek tabii) kendi yıkımını ve dolayısıyla içinde yaşadığı dünyanın yıkımını peşinden getirir. (Bu, sahiden de kırılgan bir ilişki ağını bütün çıplaklığıyla gösterir.) İğfal edilmiş annenin acısını yüreğinde uzun süre tutamaz. Annesi tanrılar tarafından (burjuva) iğfal edilmiş olsa da kendisi hâlâ piçtir. Mitolojilerin dediği gibi değildir dünya. Doğan bebek ne tanrıdır ne de topluma aittir.

Velhasıl Arthur Fleck, baba Wayne’in inşa ettiği yolu kullanmadan Gotham’ı ateşe verecek kıvılcımı atar. Bu Gotham’da Bruce’un adaleti sağlamak için kılık değiştirmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü baba Wayne, Gotham’daki ahlaksızlığın ve adaletsizliğin merkezinde olan yıkımın sebeplerinden biridir. Yine de Wayne’in Gotham’ı birbirine bağlayan trenine binip aşağıdaki ateşi izlerken aklımıza şu soru gelebilir. Dersim’e ulaşmak için inşa edilen bir köprünün yıkımı mı Dersim tertelesiyle gerekçelendirildi? O insanların evlerini sarp yerlere inşa etmelerinin sebebi yok muydu?

Batman hikâyesiyle bizim yazının gerçekliğine bir açıdan fantezi katmaktır maksadım. Tıpkı kendi geçmişiyle yüzleşmek istemeyen, ondan ardı sıra kaçan bir devlet tasvir etmek gibi. Yine de yazının esasına dönecek olursak, dönem modernleşme ve eskiyi yıkıp yeniyi inşa etme sürecidir. Hatta uygun bir maarif programı doğrultusunda ülkenin başına bela olmuş, geleneksel tüm idari biçimleri ortadan kaldırmak amaç edinilmiştir. Bu sebeple ülkenin bir kısmını dışarda bırakmayacak şekilde uyumlandırma çabalarına girişilir. Elbette her şeyden evvel devlet kurumlarını geri kalmış yere taşımak için yollar ve köprüler yapılır. Hatta yerel halkın köprüyü tehdit unsuru olarak görüp yıkması da tedip harekâtına gerekçe gösterilir.

Kürd’ün merkeze olan bağlılığının sadece iki sözle olamayacağı ortadadır. Yeni şekillenen cumhuriyete Kürd’ün entegre olmadan, yani tüm otonom yapılarını yeni kurulacak devlete ve onun bürokrasisine devrederek, başarıya ulaşılamayacağı öngörülür. İsyanlar acımasız bir şekilde bastırılır, aşiretlere dayalı idare biçimi (hükümet, yurtluk ve ocaklık) bir bir dağıtılır. Yerli halk ülkenin içine öldürülenler ise dağa, taşa, dereye karışır. Bunları elbette uzaydan gelenler yapmadı, Kürd’ün uzaydan gelmediği de ortada olduğuna göre birilerinin askeri tekniğinde ve lojistiğinde hızlı değişikliğe giderek özerk yapılara son verdiğini tarihi belgelerden anlıyoruz. Yani yeni kurulan cumhuriyet ile ülkenin batısı hızlı bir modernleşmenin etkisine girerken doğusunda kurulan karakollar ve yollar Kürt aşiretlerine karşı tedip ve tenkil harekâtına girişir.

Velhasıl söz yollardan, icraatlerden açıldı mı AKP hükümetiyle kimse boy ölçüşemez! Dönüp dağlarımıza, tepemize bakıyorum, yarılan toprak yolları görüyorum. Bir kalekoldan ötekine daha ilkel ama yol olduğu aşikâr hani lojistiği yapılacak olan (gönülden gönüle olan köprü sanabilirsiniz eğer dikkat etmezseniz.) Sonra yereldeki kamu görevlisinin endişeyi bastıran açıklamaları, “efendim” bu petrol arama araçlarının geçmesi için yapılmış bir yol! Endişemiz bir kat daha artıyor.

Kalkınma yolu projesi Türkiye tarafından Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık arayışları yıllarında sopa olarak kullanılan projelerden bir tanesiydi. Zaman içerisinde, nasıl olduysa artık, Duhok da dâhil edilerek bir nefes borusu açıldı. Bunun Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına hizmet etmesinden geçtiğini anlamış olmasına bağlanabilir. Neticede Melle Mustafa Barzanî’nin ailesine miras bıraktığı tavsiye hâlâ canlılığını koruyor olsa gerek.

Toparlayacak olursak Kürd’ün yol ile tanışıklığı çoğu zaman trajik olmuştur. Bu sebeple midir bazı dağ silsilesinde varlıklarını idame etmişlerdir. Bir varsayım da var ki o da bugüne değin tüm kültürel varlıklarını korumasına ve mevcudiyetlerini muhafaza etmesine olanak sağlamış olmasıdır. Elbette bunun yanında Osmanlı idari yapısındaki temayülün de payı vardır.

Bir de barışa giden yolun kendisi var ve o yolun temizliği. Başarmanın ölçütlerinden biridir. Yani çatışmazlık ve refahı getirmesi adına. En azından halkın istediği bu doğrultuda. Bin yıllık kardeşliği tekrar inşa etmenin yollarının bulunduğu ve eskiyip dağılmış olanın revize edildiği görülüyor. Buna kimin ayakları dayanır zaman gösterecek.


[1] Yılmazçelik, İ., & Erdem, S. (2017). II. Abdülhamid Döneminde Dersim Sancağındaki İdari Yapı ve Ulaşım Ağı. Gazi Akademik Bakış11(21), 223-243.

[2] Bölükbaşı, M. (2013). Christopher Nolan’ın ‘Batman Üçlemesi’Üzerine İdeolojik Bir İnceleme. Yedi, (9), 1-10.

İlginizi Çekebilir

Bakırhan: Kayıp Yakınlarının Talebi Bizim de Talebimiz
Zeynep Celaliyan’ın tedavi hakkı engelleniyor

Öne Çıkanlar