Merhaba,
Bugün size insana kendi muhasebesini yaptıran bir duyguyu anlatmaya çalışacağım.
Beni bilirsiniz aslında,
Zamana direnen, mekânları aşan, insanın yüreğinde sessizce büyüyen bir iç sesim.
İnsanın topluma, kendine ve başkalarına karşı taşıdığı derin bir sorumluluğun temsilcisiyim.
Ben, bireyin doğru ve yanlış arasındaki farkı ayırt etmesini sağlayan, içsel ahlaki bir pusulayım.
İnsanın içindeki sessiz çığlık, duyulmaz yankı, varlığı unutulmaya yüz tutmuş son hatıra…
Evet, tanıdınız;
Ben vicdanım.
Tolstoy der ki:
“İnsan ruhunu huzura kavuşturan tek şey, temiz bir vicdandır.”
Evet, ben sizin ruhunuzu huzura kavuşturan değer yargınızım.
Her gece başınızı huzurla yastığa koymanızı sağlarım.
Benim tarihim insanlıkla birlikte başladı.
Ben var oldukça insan da var olacaktır, ya da insan oldukça ben de olacağım.
Ama ben sustuğumda insanlık yara alır
Değerler çürür, ahlak çöker, hayat kirlenir
Ben olmadan aydınlık, ben olmadan ilerleme, ben olmadan adalet olmaz
Görmezden geldikçe kaybolmam, sadece geri çekilirim.
Ve geri çekildiğim her defasında karanlık öne çıkar.
Vicdanım…
İlk taşın gölgesinde fısıldadım,
Habil’in kanında haykırdım.
Roma arenalarında susturuldum.
Zincir oldum köle bileklerinde,
Kürsülerde sustum, cellatların gölgesinde kayboldum.
Ama en çok, yakılan köylerin dumanında,
Mezar taşları bile olmayan çocukların adlarında,
Kürtçe konuştuğu için susturulan dillerde sızladım.
Faili meçhullerde ilk ben vuruldum ve onlardan önce toprağa gömüldüm.
Toprakta kanadım
Evlatlarının kemiklerini arayan anaların dizlerinde yıllar yılı ağladım.
Leyla’nın gülüşünü, Delal’in duruşunu, Gülistan’ın heyecanını, Nazım’ım korkusuzluğunu vuran katillere isyandım.
Dağlar kadar büyük, deryalar kadar derin, iki devrimci vurulduğunda kanayan bir yarayım.
Ahmet Akkaya ‘Ali Haydar Kaytan duyguların, Rıza Altun hayatın insanıydı’ der.
Duyguların ve hayatın iki özel temsilcisinin acısını yüreğinin derinliklerinde yaşayan milyonlarım ben
Vicdanım.
Bazen bir çığlık gibi, bazen de bir sızı içinizdeyim.
Dilsizlerin dili, susturulmuşların sesi olmaya çalıştım.
Ama siz beni duymadınız.
Ben sustum, krallar tahta yükseldi.
Ben sustum açık kalmış bütün kapılar kapandı.
Ben sustum dört bir yanı karanlık, kan ve kir bastı
Ben sustum insan için için ağladı.
Ve soruyorum
Kimdedir vicdan?
Kiminledir?
Aç bir çocuğun gözlerinde mi?
Sınırda donarak ölen mültecinin bedeninde mi?
Anaların elinde solmuş eski bi fotoğrafta mı?
Vicdanım.
Ve her sustuğunuzda biraz daha eksiliyorum.
Ama unutmayın:
Ben var oldukça umut da var.
Gandhi ‘Özgürlüğün gerçek anlamı, vicdanımızın sesini özgürce dinleyebilmektir.’ der.
Ama ben tutsak edildim. Zincirlere vuruldum.
Dostoyevski
‘İnsan her şeyden kaçabilir, ama vicdanından asla.’ der.
Bazıları yine de kaçıyor benden…
Attıkları iftira ve yalanın yanlarına kar kalacağını zannedenler, hırslarının esiri olup kötülükle dans edenler, mevkiye göre ilişki geliştiren yaltakçılar, dostlarını satan kalitesizler…
Susarak, görmezden gelerek, inkâr ederek kaçıyorlar.
Ve ben, içlerinde kıvranırken,
Dünyayı, insanlıklarını yavaş yavaş kaybediyorlar.
Ben vicdanım.
Ama siz hâlâ benim sesimi duymuyor gibisiniz.