Cafer Solgun: Hala buradayız

Yazarlar

İnsan sormadan edemiyor; bizim annelerimiz “kayıpları” için az mı mücadele etti? Az mı coplandı? Az mı yargılandı? Az mı feryat etti? İnsan hakları savunucuları az mı devletle karşı karşıya geldi? Kuşkusuz ki kıyaslamak doğru değil, hele ki “kayıplar” gibi bir insanlık suçu konusunda. Ama devletlerin tutumu pekâlâ kıyaslanabilir…

*

İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) “Kayıplar Haftası” kapsamında düzenlediği etkinliklerden biri, Walter Salles’in “I’m Still Here/Hâlâ Buradayım” adlı filminin gösterimiydi. Geçtiğimiz Salı günü (20 Mayıs 2025) yapılan gösterime çok sayıda insan haklarına duyarlı yurttaş katıldı.

Film, Marcelo Rubens Paiva’nın aynı adlı kitabından uyarlanmış. Film, Brezilya’da 1964-1985 yılları arasında hüküm süren askeri darbe dönemindeki “kayıp” olaylarından birini anlatıyor; Eski milletvekili Rubens Paiva’nın zorla kaybedilmesiyle geride bıraktığı ailesinin, özellikle de eşi Eunice’in çocuklarıyla birlikte mücadelesini. Marcelo da zaten ailenin en küçük ferdi.

Filmi anlatmayacağım tabii ki, eleştiri veya analizini de yapmayacağım; amacım o değil. Film, çok sayıda ödül almış, başarılı bir film. “Kayıplar” konusunu anlamak, hissetmek isteyenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film. Çıkışta bir arkadaşım filmden nasıl etkilendiğimi sordu. “Hayıflandım” dedim, “çok hayıflandım.”

Brezilya’da 21 yıl süren askeri faşizm döneminde, toplumun özellikle “muhalif” kabul edilen, daha çok da “solcu” kesimleri üzerinde sistematik bir baskı ve yıldırma politikası uygulandı. İki kutuplu bir dünya söz konusuydu ve ABD’nin “resmi ideolojisi” diyebileceğimiz temel politikası, “komünizmle mücadele” idi. Bu “mücadeleyi” en doğrudan biçimde yürütmek ve uydularındaki toplumsal muhalefeti bastırmak için kullandığı yöntem ise, işbirlikçi ordular eliyle darbeler düzenlemekti. İzleyen yıllarda Brezilya’daki darbenin (de) CIA ile işbirliği içinde tezgâhlandığı ABD Dışişleri arşivlerinde açığa çıkan bilgilerden biriydi…

Darbe döneminde, bizim için de çok “tanıdık” olan insanlık suçları işlendi: Binlerce insan işkence gördü, hapse atıldı, öldürüldü ve “kaybedildi.”

Ne var ki cunta şartlarına rağmen tıpkı Şili’de, Arjantin’de olduğu gibi Brezilya’da da “kayıpların” geride kalan aileleri, bir gün yanlarından veya sokakta alınıp götürülen ve bir daha kendilerinden haber alamadıkları eşleri, babaları, oğulları, kardeşleri, kız kardeşleri için mücadeleyi asla elden bırakmadı.

Filmde, Eunice’in çocuklarıyla birlikte yılmak, yorulmak bilmeyen çabası, mücadelesi sonucunda önce eşinin “zorla kaybedildiğinin” devlet tarafından kabul edilmesine ve yıllar sonra, 2014 yılında da bir askeri kışlada işkenceciler tarafından öldürüldüğünün resmen kabul edilmesine ve Eunice’ye eşinin “ölüm belgesinin” verilmesine tanık oluyoruz…

Bunun ne demek olduğunu, bilen bilir…

Hayıflanmaktan kastettiğim, bu.

Öncesi bir yana 12 Eylül faşizmi döneminde işkenceyle öldürülen ama kayıtlara ölüm sebebi “çatışmada öldü”, “pencereden atladı”, “kafasını duvarlara vurdu, kalorifer peteklerine vurdu” şeklinde geçirilen çok sayıda insanımız var. Gözaltına alındığının tanıkları olmasına rağmen “kaybedilen” insanlarımız var… 90’lı yıllar boyunca “faili meçhul” cinayetler, “zorla kaybedilme” vakaları, neredeyse günlük “rutin” haberlerden biri haline gelmişti… Yakın dönemde, 15 Temmuz darbe girişiminin boşa çıkartılmasını izleyen yıllarda yine “kayıp” olayları yaşandı…

Cumartesi Anneleri, 1995 yılından beri itilmek kakılmak, gözaltına alınmak, tutuklanmak, hapishane, dava, mahkeme şeklindeki envai çeşit baskıya rağmen “kayıpların” akıbetini soruyor… İHD, aynı yıldan bu yana her yıl 17-31 Mayıs tarihlerini “Kayıplar Haftası” olarak anıyor ve bu insanlık suçunu çeşitli etkinliklerle kamuoyunun dikkatine getirmeye çalışıyor…

İnsan sormadan edemiyor; bizim annelerimiz “kayıpları” için az mı mücadele etti? Az mı coplandı? Az mı yargılandı? Az mı feryat etti? İnsan hakları savunucuları az mı devletle karşı karşıya geldi?

Kuşkusuz ki kıyaslamak doğru değil, hele ki “kayıplar” gibi bir insanlık suçu konusunda. Ama devletlerin tutumu pekâlâ kıyaslanabilir…

Brezilya’da, Arjantin’de, Şili’de, komşu Yunanistan’da, İspanya’da, Portekiz’de işkenceci katil darbeciler, diktatörler yargılandı ve “kayıplar” da dahil işledikleri insanlık suçlarının hesabı soruldu. Darbelerden sonra işbaşına gelen hükümetler, “bize ne” demedi ve devletin sorumluluğunu kabullendi, “kayıpların” akıbeti için parlamentolarda araştırma, soruşturma komisyonları kuruldu…

Ya bizde? “Kayıplar” konusunda kayda değer en ufak bir ilerleme dahi yok!

Oysa İHD verilerine göre 1990’lı yıllardan günümüze değin gözaltına alındıktan sonra bir daha kendilerinden haber alınamamış yaklaşık bin kişi var! 253 toplu mezarda 4 binden fazla kişinin gömülü olduğu tahmin ediliyor!

Yerli yersiz “büyük, güçlü, yüce, kutsal, ana, baba” (vb) olduğu söylenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu utanç verici tabloya rağmen mi “büyük” ve “güçlüdür”?

Kuşaktan kuşağa taşıdığımız mirastır bu, ta ki kayıplarımızın akıbeti açıklanan kadar; Biz Hâlâ Buradayız!

/Platform24.org/

İlginizi Çekebilir

Hakan Tahmaz: Sürecin öncelikli sorunu ve kimi zorlukları
Mecit Zapsu: Suriye’de Kürtleri dışlayan bir barış mümkün mü?

Öne Çıkanlar