1. Dünya Savaşı’nı kaybeden Osmanlı devletinin geride kalan son topraklarında yaşanan iktidar savaşı ki buna Türkler ‘Kurtuluş Savaşı’ adını vereceklerdir, Pontos’ta yaşayan Hristiyan ve Müslüman Rum halkın kaderini belirlemiştir.
1914’den Ermenilerin ve Süryanilerin imhası, 19 Mayıs 1919’dan itibaren Rumlar için soykırım süreci başlamıştır. Kürtler ise 1921 Koçgiri ile başlayan imha ve sürgün politikalarıyla karşılaşacaklardır. Yahudiler de 1924 sürgününü yaşayacaklardır.
Pontus’ta 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında bir aydınlanma sürecinin yaşandığını görüyoruz. 20. yüzyılın başlarında tıpkı Orta Çağ Avrupası’nı sona erdiren Rönesans dönemi gibi edebi, sanatsal, bilimsel ve düşünsel alanlardaki gelişmelerle aydınlanan Pontos coğrafyasının binlerce yıllık geçmişi ve birikiminin sonucu olan kültür ve sanat alanındaki gelişmeler yüz yıl önce bıçak gibi kesildi.
Yunanistan’ın Pontos Rum Soykırımını 1994 yılında tanımış olması bir utanç abidesidir. Üstelik hem soykırım sürecinde o günkü Yunan hükümetin Pontus’a olan ilgisizliği bugün de devam ediyor.
Suç cezalandırılmaz ise yine tekrarlanır. Eğer 106 yıl önce yaşananlar o tarihsel süreçte cezalandırılsa idi, Nazi soykırımı bu kadar rahat gerçekleşemezdi. Cumhuriyet tarihi katliamlar, işkenceler, insan hakları ihlalleri tarihidir sebebi kuruluşunun meşru görülmesidir.
Demokratikleşmeden söz edeceksek önce 106 yıl önce yaşananların iyi analiz edilip suçların, suçluların teşhir edilmesi yanı sıra bir devletin anti-demokratik, insan haklarını ihlal eden, soykırım ve baskı üzerine kurulu bir geçmişten demokratik bir yapıya dönüşmesi, köklü ve uzun vadeli bir dönüşüm süreci gerektirir.
Nûpel Yayın Koordinatörü Filiz Deniz, Pontos Gerçeği’ni yazan araştırmacı- yazar Tamer Çilingir ile Pontoslu Rumların 1. Paylaşım Savaşı döneminde ve sonrasında yaşadıklarını konuştu.
19 Mayıs’ı Türkler bir ‘milat’, bir ‘kurtuluş günü’ olarak kutlarken, Karadeniz bölgesinde yaşayan (Pontos) Rumlar ise ‘soykırım günü’ olarak anıyor. Bir yanda milli bir coşkunun tavan yaptığı, diğer yandan ulusal bir yasın acısını tutulduğu bugün bu coğrafyanın halkları; Türkler, Rumlar, Kürtler, Ermeniler, Yahudiler, Asuri Süryaniler vd. için ne anlama geliyor?
19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Osmanlı saltanatı, Osmanlı hükümeti ve İngiliz Komiserliğinin yazılı vizesiyle (izniyle) Samsun’a vardıkları ve bir Kurtuluş savaşının başlangıcı olduğunu söyledikleri gündür.
Oysa 19 Mayıs 1919, Hristiyanlara yönelik soykırımın son evresinin gerçekleşeceği Pontoslu ve ardından Küçük Asyalı Rumların imha, sürgün ve mallarına el konulması sürecinin başlangıcıdır. Zira 1914’den itibaren ilk evresinin hayata geçirilip Ermenilerin ve Süryanilerin imha, sürgün ve mallarına el konulması hemen hemen bitmiştir. Bu arada yani 1914’den 1919’a kadar katledilen Rum sayısı 150 bin civarındadır. Ama artık 1919’dan itibaren Rumlar için de soykırım süreci başlar.
Yahudiler 1924 sürgünü, Kürtler ise 1921 Koçgiri ile başlayan imha ve sürgün politikalarıyla karşılaşacaklardır. Ama öncelikle yapılan sermayenin Müslümanlaştırılmasıdır ve bu süreç 1919’la başlayıp Lozan’a uzanan süreçte tamamlanacaktır.
1919 yılı 19 Mayıs’ın beş yıl kadar öncesi Anadolu- Mezopotamya’da nasıl bir toplumsal-siyasal ortam vardı ve beş yıl sonrası nasıl bir tablo ortaya çıktı. Daha doğrusu ‘Osmanlı’ kimliğinden ‘Türk milli kimliğine’ geçişin ne tür sonuçları oldu?
Pontus’ta 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında bir aydınlanma sürecinin yaşandığını görüyoruz. 20. yüzyılın başlarında tıpkı Orta Çağ Avrupası’nı sona erdiren Rönesans dönemi gibi edebi, sanatsal, bilimsel ve düşünsel alanlardaki gelişmelerle aydınlanan Pontos coğrafyası aynı zamanda büyük bir tehdit altındadır.
1. Dünya Savaşı’nı kaybeden Osmanlı devletinin geride kalan son topraklarında yaşanan iktidar savaşı ki buna Türkler ‘Kurtuluş Savaşı’ adını vereceklerdir, Pontos’ta yaşayan Hristiyan ve Müslüman Rum halkın kaderini belirlemiştir.
3 bin yıllık topraklarında katledilen ve ardından Mübadele anlaşmasıyla zorla sürgün edilen Hristiyan Rumların yanı sıra geride kalan Müslüman Rumlar da 100 yıl boyunca zulüm altında yaşamaya zorlanmış ve asimilasyon politikalarıyla Türkleştirilmeye çalışılmıştır.
Bu sırada aydınlanmanın öncüsü edebiyatçılar, aydınlar, doktorlar, sanatçılar ve yaşamı var eden tüm zanaatkârlar öldürülürken kültürel değerler de yok edilmiştir. Kiliseler, okullar, binaların yağmalanmasının yanı sıra Rumlara ait bütün zenginlikler gasp edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasının ardından özellikle kurucu Mustafa Kemal, Anadolu’nun yoksul ve cahil olduğunu kendilerinin de Anadolu’yu aydınlattığını söyleyecektir. Oysa aydınları ve tüm bu zenginliği yok eden kendileridir.
-Bugün İstanbul’da bile büyük çoğunluk kriketin ne olduğunu bilmez iken, Trabzon Soğuksu’da 1914’de kadınlar kriket, golf, tenis gibi sporlar yapıyorlardı. 20. Yüzyılın başlarında Samsun’da, Giresun’da, Trabzon’da kemençenin yanı sıra nerdeyse her sokaktan piyano sesleri gelirdi.
1890 yılında kurulan Trabzon Filarmoni orkestrasına Andreas Hindas şeflik yapıyordu. 1914 yılında Trabzon’daki Rum hastanesinde dönemin son teknolojileri kullanılıyordu.
-Opera ve Tiyatro gösterilerinin düzenlendiği, aynı zamanda dönemin önemli mimarı eserlerinden biri olan Trabzon Opera binası 1912 yılında Rumlar tarafından yaptırıldı. Cumhuriyetin ilanının ardından 1925 yılında Sümer sineması oldu. 1956 yılında yol genişletmek amacıyla yıkıldı.
Trabzon Opera binası:
Pontos coğrafyasının binlerce yıllık geçmişi ve birikiminin sonucu olan kültür ve sanat alanında ki gelişmeler yüz yıl önce bıçak gibi kesildi. Cumhuriyet tarihine kadar bölgenin kültür-sanat alanında çok ileri olduğu, okur-yazar nüfusun yüksekliği ve birçok dergi, kitap, gazetenin basıldığı bölge sanat alanında da daha farklı bir noktadaydı.
Bunun en önemli göstergelerinden birisi ise şu an inşa edildiği yer boş olan Trabzon Opera Binasıydı. 1912 yılında şehirdeki Rumların finanse etmesiyle özel bir şirket tarafından belediye arsası üzerine inşa edilen yapı daha sonra belediyeye ardından da şahıslara devredildi. 1925 yılına kadar opera binası olarak kullanılan yapı, bu tarihte adı Sümer Sineması yapılarak film gösterimleri için kullanılmaya başlanıyor.
Art Nouveau üslubuna sahip yapının mimarının İtalyan Raimondo D’Aronco olabileceği belirtilirken, buna dair kesin bilgi bulunmuyor. Trabzonun sanatı ve tarihinden söz edildiği zaman ilk olarak bu binadan söz edilirdi.
1939 ve 1957’de yapının yıkılma teklifi belediye meclisinde konuşuldu ve her iki seferde de kabul edilmedi. Fakat yapıyı yıkmakta kararlı olan dönemin Demokrat Partili Belediye Başkanı Ahmet Rasim Karanis 1958’de tekrar belediye meclisine getirdiği teklifle bu kez binayı yıktırdı. Yol genişletme çalışmaları bahane edilerek yıkılan bina, 14 günde 30 işçi tarafından balyozlarla yok edildi.
Opera binalarının, tiyatro binalarının dolu dolu olduğu, kemençenin dışında her sokağından keman ve piyano sesleri gelen Samsun, Trabzon şehirleri aynı zamanda dünyanın en önemli liman ve ticaret merkezleridir ve bu limanlarda Fransızca, İtalyanca, Helence, Rusça, İngilizce gazeteler satılır.
Dünyada sağır ve dilsizler için yaygınlaştırılmış, bilimsel eğitim veren kurumların sayısı çok azken, 1915’te Amasya’da ayna ile gırtlak hareketlerini takip edip harfleri tanıyan, dudak okuma yöntemi ile eğitim veren Merzifon Koleji gibi okulları vardır Pontos’un. Genç kadınlar Pontos şehirlerinde okuma imkanına sahiptir. Trabzon Kız Okulu 1846 yılında faaliyete başlar ve daha sonra 1873 yılında Gümüşhane Kız Okulu kurulur.
Sinop, Amasya, Ordu, Safranbolu, Giresun gibi birçok Pontos şehrinde açılan yeni okullarla genç kadınlar erkekler gibi ücretsiz okuma hakkına sahip olur. Ve bu genç kadınların sayıları artarak ilerler. 1870 yılında 250 öğrenci Trabzon’da öğrenim görürken, 1880 yılında sayıları 738’dir. Gümüşhane’de 1874’de 28 olan öğrenci sayısı, 1906’da 100’e ulaşır.
Genç kadınlar bu okullarda sadece dikiş nakış gibi cinsiyetlerine yönelik dersler almazlar; Ekonomi, Matematik, Fizik, Tarih, Coğrafya, Fransızca gibi konularda da eğitim görürler.Aynı zamanda eğitimci olan Trabzonlu gazeteci Nikos Kapetanidis eğitim üzerine yayınladığı makalelerinde kilisenin eğitime karışmasına karşı çıkar. 4 dilde eğitim yapan okullarının kütüphanelerinin, botanik bahçelerinin bugünün üniversitelerinde dahi olmadığı bir coğrafyadır Pontos. Sadece Pontos şehirlerindeki Rumlara ait okul sayısı 20.yüzyılın başında 1401’dir ve toplam öğrenci sayısı 85.890’dur.
Edebiyat ve sanat dergileri yok satıyordu
Pontos köylerinde bugün de devam eden halk tiyatroları (Momoeria/Momoyeroslar) yüzlerce yıllık gelenektir.
Doktorları, eczacıları, mühendisleri, seramik ustaları, bakır işlemecileri, madencileri, demircileri, arabacıları, yorgancıları, fırıncıları, çorbacıları, köylü şehirli hayatı var eden aydın insanları ile 20.yüzyılın başlarında Osmanlı’nın 600 yıl süren İslamlaştırma politikalarına rağmen Rum / Helen kimliğiyle modern ve aydın bir coğrafyadır Pontos. Bu aydınlanma kuşkusuz Osmanlı’dan geri kalan tüm topraklarda etkisini gösterir.
Sorunuzun son bölümünde soruyorsunuz ‘Osmanlı’ kimliğinden ‘Türk milli kimliğine’ geçişin ne tür sonuçları oldu? diye. Sanırım 106 yıl sonraki Samsun, Giresun ve Trabzon’a bakmak sorunuzun yanıtını verir.
Pontus halkına uygulanan katliamda adı sık sık geçen Topal Osman’ın ‘İtibarının iade edilmesi’ ve hatta ‘kahraman’ ilan edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Topal Osman Osmanlı mahkemelerinde Ermeni Soykırımı sürecinde Ermenilere yönelik işlediği suçlardan dolayı suçlu bulunan bir kaçaktır. 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal’in Samsun’da görüştüğü ilk kişidir. Rumların imhası talimatını bizzat Mustafa Kemal’den almıştır. Ayrıca Koçgiri katliamında önemli rolleri vardır. Tarih sahnesinde o bir katildir. Türk hükümetlerinin onu kahraman ilan etmesi bir şey ifade etmiyor.
Bu arada İstanbul BB olan ve şu an da Silivri’de tutuklu bulunan Ekrem İmamoğlu’nun yakın dönemde yaptığı, ‘Ben Topal Osman’ın torunuyum’ Açıklaması için ne diyeceksiniz?
Bildiğiniz üzere kendisine Pontoslu olduğu için seçim sürecinde yürütülen kampanya sırasında sarf etmişti bu sözleri. Kendisi de Müslümanlaşmış bir Pontus Rumu olan İmamoğlu bu kimliğini inkar eden kendisi Türk olarak tanımlayan bir konumdadır. Bağlı bulunduğu siyasi parti zaten Pontus Rum Soykırımını gerçekleştiren kadroların kurduğu CHP’dir. Buna rağmen tescilli bir katile övgü düzmek amacıyla söylediği bu sözler kabul edilemez.
Dünyanın dört bir yanına dağılmış Pontus Rumları, bugün Türkiye hükümetinden hangi taleplerde bulunuyorlar.
Resmi tarihe göre ‘Milli Mücadele’nin başlangıcı kabul edilen 19 Mayıs 1919 Pontoslu Rumlar için işkence, ölüm; soykırım anlamına geldi. Yas ve gömülme hakkını bile yaşamayan bir halkın yarası kabuk bağlar mı?
Öncelikle soykırımın tanınması ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumluluğunu kabul etmesi gerekiyor. Özür dilenmeli elbet ancak özür dilemek yeterli değildir. 353 bin mezarsız soykırım kurbanının mezarlarının gösterilmesi ve kendi inançlarına uygun cenaze merasimlerinin yapılması.
Soykırım suçluların heykellerinin yıkılıp, adlarının verildiği okul, sokak, cadde ve meydanların isimlerinin değiştirilmesi. Soykırımın gerçekleştiği önemli yerlerde anıtlar yapılması ve hafızanın canlı tutulması. Sürgün edilenlerin torunlarına 106 önce gasp edilen mal varlıklarının tanzim edilmesi.Soykırım mağdurlarının torunlarının ninelerinin, dedelerinin topraklarına diledikleri zaman geri dönmelerine izin verilmesi.Müslümanlaşmış Rumların dilediklerinde din değiştirmelerine ve ibadetlerini özgürce yapabilecek koşulların sağlanması.
Bugünkü Pontus coğrafyasında anadilleri Romeyika (Pontos Rumcası) olanların dillerini ve kültürlerini yaşamalarının önündeki engellerin kaldırılması.
Pontus Soykırımı ile yüzleşmemek Türkiye’de demokratikleşmenin önünde bir engel mi?
Pontos Rum ve Küçük Asya Rum Soykırımı cumhuriyetin kuruluşu ile noktalanır. Bu yanıyla da cumhuriyetin nasıl, hangi ilkeler üzerine kurulduğu bu soykırımdan azade değerlendirilemez. 1921 yılında yapılan anayasaya ve ilk meclise demokratik misyonlar yüklemek tam da soykırımı görmemekten kaynaklanır. 1920 meclisi aynı zamanda Pontos’ta, Koçgiri’de ve Küçük Asya’da işlenen tüm cinayetlerin yönetildiği bir merkez karargah konumdadır. Mecliste Lazistan ya da Kürdistan milletvekili adlandırmaları bu gerçeği değiştirmez. Ya da sadece Müslüman hakları ortak etmek istedikleri soykırım sürecindeki kimi vaatleri temel alıp bu süreç demokratik bir süreç olarak değerlendirilmez.
Kürt cephesinden cumhuriyeti birlikte kurduk neden bizi yok sayıyorsunuz söylemi bir haklılık içeriyor gibi görünse de 3 bin yıldır o topraklarda yaşayan ulusların imhası üzerine kurulduğu için büyük bir adaletsizliği de temsil ediyor. Bu yanıyla cumhuriyetin kurucu ortağı olmak övülecek değil utanılacak bir durumdur.
Türkiye’nin Ermeni, Asuri Süryani soykırımı gibi Pontus soykırımını da inkar ettiğini biliyoruz. Bunlarla yüzleşmeden bir normalleşme, demokratikleşme mümkün olabilir mi?
Suç cezalandırılmaz ise yine tekrarlanır. Eğer 106 yıl önce yaşananlar o tarihsel süreçte cezalandırılsa idi, Nazi soykırımı bu kadar rahat gerçekleşemezdi. Cumhuriyet tarihi katliamlar, işkenceler, insan hakları ihlalleri tarihidir sebebi kuruluşunun meşru görülmesidir. Cumhuriyetin kuruluşu da sınırları da hem siyasi hem fiziki olarak meşru değildir. Türkiye adı bile Türklerin vatanı anlamına gelir ki Türkler bu coğrafyanın azınlıklarıdır.
Yunanistan 1994 yılında 19 Mayıs’ı Pontus Rumlarına uygulanan soykırımın anma günü ilan etti. Başka hangi ülke Pontus Rumlarına uygulanan katliamı soykırım olarak kabul etti.
Yunanistan’ın Pontos Rum Soykırımını 1994 yılında tanımış olması bir utanç abidesidir. Üstelik hem soykırım sürecinde o günkü Yunan hükümetin Pontos’a olan ilgisizliği bugün de devam ediyor. Sadece iç politika malzemesi olarak Pontos’u gündeme getirmesinin dışında kimi zaman Türkiye devletini kızdırmamak adına bu konudaki kimi çabaları engellediğini de belirtmek gerek.
Amerika’da New Jersey, Güney Karolina, Florida, Massachusetts, Pensilvaya ve İllinois eyaletleri parlamentolarında Pontos Rum Soykırımı resmen tanındı. Avustralya’da kimi yerel yönetimler de soykırımı tanıdı. Avrupa’da ve dünyanın diğer birçok ülkesinde tanınan Ermeni soykırımı dillendirilirken katledilenlerin arasında Rumlar olduğu biçiminde ifadeler var.
Aslında Pontos Rum Soykırımı herkesin gözü önünde gerçekleşti ve o dönem koşulları gerekçe gösterilerek Sovyetler Birliği de dahil birçok Avrupa ülkesi Kemalistlerin yanında yer alarak soykırıma sessiz kalarak suç ortaklığı yaptılar.
Demokratikleşme yüzleşmekten geçer ve sadece yüzleşmek değil yeni soykırımların yaşanmaması için neler yapılmalı ve nasıl bir yol izlenmeli?
Adaletin tecelli etmesi gerekiyor. Geçmişte bu suçu işleyenlerin yargılanıp mahkum edilmeleri gerekiyor. O zaman işte kimse Topal Osman’ın torunuyum diye konuşamaz. Suç cezalandırılırsa tekrarı için caydırıcı olabilir.
Katiller kahraman ilan edilmez.
Demokratikleşmeden söz edeceksek önce 106 yıl önce yaşananların iyi analiz edilip suçların, suçluların teşhir edilmesi yanı sıra bir devletin anti-demokratik, insan haklarını ihlal eden, soykırım ve baskı üzerine kurulu bir geçmişten demokratik bir yapıya dönüşmesi, köklü ve uzun vadeli bir dönüşüm süreci gerektirir. Bu süreç karmaşık, çok boyutlu ve toplumsal, siyasal, kültürel değişimlere dayanır. Aşağıda, böyle bir devletin demokratikleşmesi için izlenebilecek temel adımları madde madde sıralıyorum:
Geçmişle Yüzleşme ve Toplumsal Uzlaşma:
Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları: Devlet, geçmişteki soykırımlar, baskılar ve insan hakları ihlalleriyle yüzleşmek için bağımsız komisyonlar kurmalıdır. Bu komisyonlar, mağdurların sesini duyurmalı, suçları belgelemeli ve sorumluların adil bir şekilde yargılanmasını sağlamalıdır.
Resmi Özür ve Tazminat: Devlet, geçmişteki suçlar için resmi özür dilemeli ve mağdurlara maddi/manevi tazminat sağlamalıdır. Bu, güven inşa etmek için kritik bir adımdır.
Anayasal ve Hukuki Reformlar:
Yeni Anayasa: Demokratik değerlere dayalı, insan haklarını merkeze alan, güçler ayrılığı ilkesini benimseyen bir anayasa hazırlanmalıdır.
Bağımsız Yargı: Yargı bağımsızlığı sağlanmalı, siyasi etkilerden arındırılmalı ve hukukun üstünlüğü esas alınmalıdır.
İnsan Hakları Yasaları: Uluslararası insan hakları sözleşmelerine uyum sağlanmalı, ifade özgürlüğü, toplanma hakkı ve diğer temel haklar yasalarla güvence altına alınmalıdır.
Siyasi ve Kurumsal Dönüşüm:
Çoğulcu Siyasi Sistem: Tek parti veya otoriter yönetim yerine, çok partili, adil ve şeffaf seçimlere dayalı bir sistem kurulmalıdır.
Güçler Ayrılığı: Yasama, yürütme ve yargı organları arasında net bir ayrım sağlanmalı, hiçbir organ diğerine üstün olmamalıdır.
Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi: Merkeziyetçi yapı yerine, yerel yönetimlere daha fazla yetki verilerek halkın katılımı artırılmalıdır.
Toplumsal Eğitim ve Bilinçlendirme:
Demokrasi Eğitimi: Okullarda ve toplumda demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında eğitim programları düzenlenmelidir.
Medya Özgürlüğü: Bağımsız ve tarafsız medya desteklenmeli, sansür kaldırılmalı ve halkın bilgiye erişimi sağlanmalıdır.
Sivil Toplumun Güçlendirilmesi: Sivil toplum kuruluşlarının özgürce faaliyet göstermesi teşvik edilmeli, demokratik katılımın önü açılmalıdır.
Güvenlik Sektörü Reformu:
Asker ve Polisin Demokratik Denetimi: Güvenlik güçleri, sivil otoriteye bağlı hale getirilmeli ve insan hakları ihlallerine karışanlar yargılanmalıdır.
Şeffaf Güvenlik Politikaları: İşkence, kötü muamele ve keyfi gözaltılar gibi uygulamalar sona erdirilmeli, güvenlik politikaları şeffaflaştırılmalıdır.
Ekonomik ve Sosyal Adalet:
Eşitsizliklerin Giderilmesi: Ekonomik ve sosyal eşitsizlikler azaltılmalı, yoksul ve dışlanmış gruplara yönelik sosyal politikalar geliştirilmelidir.
Eğitim ve Sağlık Erişimi: Tüm vatandaşlara eşit eğitim ve sağlık hizmetleri sunulmalı, ayrımcılık engellenmelidir.
Uluslararası İş birliği ve Denetim:
Uluslararası Destek: Demokratikleşme sürecinde Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği veya diğer uluslararası kuruluşlarla iş birliği yapılmalı, teknik ve mali destek alınmalıdır.
İnsan Hakları Denetimi: Uluslararası insan hakları örgütlerinin denetimine açık olunmalı, raporları dikkate alınmalıdır.
Kültürel ve Toplumsal Değişim:
Hoşgörü ve Çeşitlilik: Etnik, dini ve kültürel çeşitlilik kabul edilmeli, ayrımcılıkla mücadele için politikalar geliştirilmelidir.
Toplumsal Diyalog: Farklı toplum kesimleri arasında diyalog platformları oluşturulmalı, kutuplaşma azaltılmalıdır.
Demokratikleşme, yıllar hatta nesiller sürebilecek bir süreçtir. Toplumun ve kurumların bu değişime hazır hale gelmesi için halkın geniş katılımı şarttır. Elitist veya tepeden inmeci yaklaşımlar başarısızlığa yol açabilir.
Dirençle Başa Çıkma: Eski rejimin unsurları veya otoriter yapılar değişime direnebilir. Bu nedenle, reformlar kararlılıkla uygulanmalıdır.
Bu adımlar, evrensel demokratik ilkeler ve insan hakları çerçevesinde bir dönüşüm için temel oluşturur. Bu adımları hayata geçirecek bir iradenin ortaya çıkabilmesi ve özellikle toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi için tüm demokrasi talebinde bulunan kesimlerin bir araya gelmeleri şarttır.
Ve en önemli şartlardan birisi de ‘Kuruluş’un tartışılmasıdır.