Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nda (Türk-İş) sendika ağalığı ve patronla iş birliği ritüelist bir gelenektir. Kendine özgü konformist bir ağalık sistemdir. Sendika ağası sırtını patrona dayamıştır. İşler geleneksel ağa-maraba ilişkisi biçiminde yürür. Arazi ağalığından tek farkı işçinin kazandığının 3’te 1’i sendika ağasına, 3’te 2’si işçiye kalır. Ancak milyonlarca 3’te 1’i topladığınızda sendika ağası arazi ağasından çok daha zengindir.
Bu geleneğin en iyi temsilcilerinden biri “Jaguar Şemsi”ydi, muazzam bir simgedir, sendika ağalığının kitabını yazmıştır.
Gelik Kömür Ocağı’nda kazmacı yedeği olarak işe başlamıştı Şemsi Denizer, sonra Genel Maden-İş’te büro işçisi olarak devam etmiş, nihayet yıllar sonra Genel Maden-İş Başkanı ve Türk-İş Genel Sekreteri olmuştu.
1990’de büyük madenci grevini başlatmıştı. Yer yerinden oynuyordu, neredeyse “devrim lideri” ilan edilecekti. Ardından 91’de eylemi büyük yürüyüşe dönüştürüp binlerce madenciyi Zonguldak’tan Ankara’ya yürütmüştü.
Bir yıldan fazla süren büyük bir eylemdi ve Şemsi Denizer için büyük bir sükseydi. Bu eylemle Polonya işçi lideri ve daha sonra cumhurbaşkanı olan Leh Walesa’ya öykünüyor, gazeteler onu “Türk Walesa” diye lanse ediyordu.
İşçiler umutluydu, uzun bir grevden sonra günler süren yürüyüş Ankara’da bittiğinde haklarını alacaklarına inanıyorlardı.
Ancak hayaller “Ankara’da hak”, gerçekler Zonguldak’ta “kara zehir”di. Zira Denizer hükümetle yaptığı görüşmeler sonucunda yürüyüşü Bolu’da bitirdi ve maden işçileri zırnık dahi alamadı.
Tüm bu süreçte Leh Walesa Polonya’da topal bir arabaya binerken “Türk Walesa” o dönem dünyanın süksesi olan Jaguar marka lüks otomobile biniyordu. Yanlış hatırlamıyorsam Türkiye’de sadece 3 Jaguar vardı ve biri dönemin ünlü futbolcusu Tanju Çolak’ta biri de Denizer’deydi.
Eylem sürerken kimse bunu görmemişti, görmüyordu, görmek istemiyordu…
Jaguar’la birlikte şaşaalı bir yaşamı vardı, gecelerin adamıydı, ünlü mankenlerle, şarkıcılarla gece kulüplerinde görüntüleniyordu, geçen yıl oyuncu Vatan Şaşmaz’ı öldüren fotomodel Filiz Aker’le derin muhabbeti vardı, kulüp kulüp dolaşıyordu; ancak kimse görmüyor, önemsemiyordu.
Sonra nasıl olduysa bir gün gazeteler Jaguar’ı ve Denizer’in şaşaalı yaşamını gördü ve “Jaguar Şemsi” diye manşetler atarak adamı teşhir etmeye başladı. Gazeteler bunu yaptığında Denizer “mal”ı çoktan götürmüştü ve işçiler nihayet manşetlerden sonra “aaa!” demeye başladı.
Oysa o Jaguar “açık olduğu unutulan ilk mikrofon”du ve değildi, öncesinde açık unutulan onlarca mikrofon vardı! Yani aslında Türk-İş’in mikrofonu hep açıktı, sadece işçiler duymamıştı; mikrofonu tutmalarına rağmen, hoparlörün dibinde olmalarına rağmen duymamışlardı.
Şimdi bu dönemin en kaalsiz başkanı olan Ergün Atalay mikrofonun açık olduğunu bilmeden işçileri sattığına dair bir cümle kuruyor, işçiler -sadece- sosyal medyada mağdur edebiyatıyla gürlüyor.
Oysa bu adam yıllardır işçilerin kulağının içine bağıra bağıra satıyor, yüzlerine sırıta sırıta satıyor.
Ama onlar duymuyor, görmüyor.
Çünkü faşizmle ve milliyetçilikle vasatlaştırılmış bu toplumun kulağı sadece vatan-millet-Sakarya kelimelerini duyuyor ve bunlardan birini duyduğunda uyuşuyor, uyuyor. Siyasetin ve ağalığın muazzam bir buluşu bu. Faşist siyasetçiler servet sahibi olmak, saraylarda yaşamak için, sendika ağaları “Jaguar Şemsi”den daha lüks hayatlar yaşamak için “vasat işçi sınıfı”mızın kulağına bu üç kelimeyi fısıldadığında servet biriktiren muhteşem hayatları devam ediyor.
Peki işçiler ne yapıyor?
Mağduriyet hançerini böğrüne saplaya saplaya yoksul ve “vatan-millet-Sakarya hapı”yla uyuşturulmuş yaşamına razı oluyor.