Osmanlı dönemindeki benzeri bazı örnekler bir yana, Mustafa Kemal’den bu yana Türkiye’de Kürt ve Kürdistan ile ilgili olarak nerdeyse birer ‘milli gelenek’ haline gelen bir davranışlar silsilesi var.
Mevcut iktidarlara kendilerini ‘demokrasi ve özgürlük’ söylemleri ile alternatif görenlerin yolun daha başlarında yakınlaşmak ve desteklerini almak istedikleri kesimlerin başında hep biz Kürtler olmuşuzdur.
Bu alanda çok örnek var, ve bunlardan bazılarını tekrar göz önüne getirirsek bugün yaşananlar ve gelecekte de gündeme gelebilecekler konusunda önemli derslerle dolu olduklarını rahatlıkla görebiliriz:
Bilindiği gibi M. Kemal, daha Türkiye’nin belli başlı kentlerinde istediği genişlikte bir toplantı bile yapamazken, Amasya Tamimi’nden sonra 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihlerinde Erzurum Kongresi ve 4 -11 Eylül 1919 tarihlerinde Sivas Kongresi süreçlerinde verilen sözleri bir düşünün…
‘Tek Parti’li sistemden ‘çıkış’ta Adnan Menderes’in verdiği sözleri ve bunların bazı Kürt kesimlerinde yarattıkları ‘sempatileri’ bir düşünün…
12 Eylül cuntasının bakanlarından ve daha sonra 1990’ların başındaki ‘ateşkes’ süreçlerinin de ‘mimarları’ndan olan Turgut Özal’ın “federasyonu da tartışabiliriz” sözlerini bir düşünün…
20 Ekim 1991 seçimi sonrası kurulan DYP-SHP hükümetinin başbakanı Demirel’in Erdal İnönü ile gittiği Diyarbekir’de, 8 Aralık 1991 günü ifade ettiği “Kürt realitesini tanıyoruz” sözünü bir düşünün…
Mesut Yılmaz’ın 2001’de başbakan yardımcısı olduğu bir dönemde Diyarbekir’de yaptığı bir konuşmada “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözünü bir düşünün…
Diyarbekir’de 12 Ağustos 2005’de yaptığı konuşmada, “Kürt sorunu benim sorunumdur. Her sorunun çözümünün adresi biziz” diyen ve daha sonra 2013’lerde ‘Kürdistan’ın varlığını CHP ve MHP’ye karşı savunan bir Erdoğan’ı düşünün…
Hatta Mehmet Ağar ve Kenan Evren bile, ‘köprülerin altından çok sular’ geçtikten sonra bu alanda konuştular; kanlı geçmişlerinin yükünü ‘hafifletme’ye çalıştılar…
Son başkanlık seçimlerinde Muharrem İnce’nin Selahattin Demirtaş’ı ziyareti dahil bazı konuşmalarında söyledikleri, son dönemlerde özellikle Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu şahsında gündeme gelen bazı sözler de yukarıdaki ‘milli gelenek’le parallelikler arz ediyorlar…
Tabii ki yukarıda belirttiğim örnekler ve benzerleri, söz konusu aktör ve dönemlerin aynı oldukları veya belli bir tek siyaset ve ideolojiden kaynaklandıkları anlamına gelmez. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun pratiklerinin ne olacağını göreceğiz, gönül ister ki önceki dönemlerden ‘farklı’ bazı gelişmeler yaşanır. Ama onlardan öncekilerin gösterdikleri praktikler, hemen hemen hepsinin de iktidarlarını sağlamlaştırdıklarında başlarda verdikleri sözlerin aksini yaptıklarını göstermektedir.
Bu pratikler, tabii ki bugün ve yarını yaşarken yakalamak için biz Kürt ve Kürdistanlılar için önemlidirler. Ama bu pratiklerin açıkça gösterdikleri bir gerçek te vardır: Türkiye’de demokrasi ve demokratikleşme adına yola çıkanların, ister başlarda ‘inanarak’, ister ‘mecbur kalarak’, isterse de gerçek yüzlerini ‘saklamak’ için başvurdukları kesimlerin başında biz Kürtler gelmiştir, her zaman Kürdistan ismini telaffuz etmeseler de onu da bir şekilde ‘sineye çekmişler’dir. Bu aynı zamanda Kürt ve Kürdistan sorununun Türkiye’de gerçek bir demokrasinin de en temel sorunlarının başında geldiğini göstermektedir.
Yine ‘Varolmanın dayanılmaz hafifliği’nin yazarı Milan Kundera’nın kulaklarını çınlatarak, Kürt ve Kürdistan’nın tarihsel ve güncel ‘demokrasi cazibesi’nin dayanılmaz ağırlığı olarak adlandırmak istediğim bu gerçeklik, hem Kürt ve Kürdistanlılar için, hem Türkiye’de gerçek demokrasi için mücadele eden Türk ve diğer ulusal topluluklardan devrimci ve demokratlar için, hem de yukarıdaki örneklerde kendini ifade eden kesimler için tarihsel ve güncel derslerle doludur.
Siyasi ustalık, Kürt ve Kürdistan’ın ‘demokrasi cazibesi’nin bilinciyle ‘gelenek’ ve ‘gidişat’ları görüp genelleştirmelerden kaçınarak, dün ve bugün yaşananlardan dersler çıkarıp, yaşanan acı ve gözyaşlarından bazen nefes bile almakta zorlandığımız bugünlerde bir ‘nefes’ almayı da, özgür, eşit ve demokratik koşullarda birlikte yaşayabilmeyi de, ulus olarak dünya özgür ve bağımsız uluslarının sahip oldukları tüm haklara sahip olma sevdasını yaşatmayı da, birbirleriyle ‘yarıştırma’dan hem bugünleştirmektir, hem de bütünleştirmektir bence…