“Adını yaşamak koymuşuz ya, kulak asma.
Bizimkisi ayak sürümek dünya toprağında.”[1]
“Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” (“YDD”) eşitsizliğinin yol açtığı küresel yıkım, bir felakete dönüşürken bunun karşımıza diktiği verilerden birisi de, müthiş yakıcılığıyla göç(menlik) meselesidir.
Kimsenin görmezden gelemeyeceği gibi göçmenlik/ mültecilik olgusu bugün dünyanın en ciddi sorunlarından biriyken; bunun sorumlusu elbette sürdürülemez kapitalizme mündemiç militarizm/ savaş sorunsalıdır.
Ancak sadece savaş, işgal, ilhak, çatışma gibi gündemler nedeniyle değil; aynı zamanda yine sürdürülemez kapitalizmin yol açtığı iklim değişikliği ve bağlantılı çevre felaketleri gibi faktörler de, insanların kitlesel yer değiştirme zorunluluğunu beraberinde getirdi.
Arap Yarımadası, Afrika, Güney ve Orta Amerika gibi bölgelerden yola çıkmak zorunda kalan -bırakılan- insanlar, Avrupa ve ABD siyasetinin temel belirleyenlerinden biri hâline gelirerken; sınırları aşma çabası büyük insani trajedilere neden oldu; modern kölecilik filizlendi.
“Sınırlar ortan kalkıyor!” güzellemeleri daha kulaklarda çınlarken; “Sınırlarımız ihlâl ediliyor” çığırtkanlığıyla devreye sokulan neo-faşist politika ve ideolojiler kendine zemin bularak, serpilip gelişti.
Ancak burada yeri gelmişken altını çizmeden geçmeyelim: Göçmen/ mülteci insanlardan “Sınırlara saygı göstermeleri”ni istemeden önce şu soruyu sormalıyız: Sömürgeci, emperyalist batı dünyası kimin sınırına, ne zaman saygı gösterdi ki, böyle bir beklentiyi dillendirebiliyor?!
VAHİM BİR HÂL
Göçmenleri gemisiyle kurtaran kaptan Carola Rackete’in, “Akdeniz’de gemimden gördüğüm şey, şimdi harekete geçmezsek gelecekte milyonların yüz yüze geleceği şeyin bir anlık görüntüsü,”[2] diye ifade ettiği hâlin ne ve nasıl olduğunu ‘Sınır Tanımayan Doktorlar’dan (MSF) Courtney Bercan’dan dinleyelim:
“Ailesiyle birlikte Türkiye’den bindiği tekneyle Yunanistan’a varmaya çalışırken boğulan 3 yaşındaki Alan Kurdi’yî unutmamışsınızdır. Kıyıya vurmuş bedeninin fotoğrafı tüm dünyada infial yaratmıştı. Kendi evlerinde emniyet içinde o fotoğrafı görenler, kimi ailelerin savaştan kaçabilmek için neleri göze aldığını ve Avrupa’nın mültecilere yönelik politikasının sonuçlarını fark ettiler. Bu çocuğunun fotoğrafına herkes gibi acıyla, dehşetle baktığımı hatırlıyorum. İki güzel yeğenim var, onların böyle güvensiz botlarla denize açıldığını hayal etmeye çalışmıştım. Acaba benim ağabeyim hangi şartlar altında, sadece birkaç ay içinde binlerce insanın öldüğü bir denizde böyle elverişsiz bir araçla, can yeleksiz yola çıkmayı, çocuklarını böyle bir tehlikeye atmayı göze alabilirdi? Bir annenin veya babanın bu kadar yüksek bir riski almaya hangi noktada karar verdiğini merak etmiştim. Sonra okuduğum bir röportaj durumu anlamamı sağladı. O Suriyeli kadının sözleri aklımdan çıkmıyor. Şöyle demişti: ‘Hiçbir anne, eğer bulunduğu yerde kalmak böyle bir botla denizi aşmaya çalışmaktan daha tehlikeli olmasa, çocuklarını o bota bindirme riskini göze almaz’…”[3]
Bir ananın göze aldığı risklerin üzerine kafa yorulmalıdır. Çünkü Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler bölge halklarını kum fırtınasından beter bir karabasanın prangasında tutuyor. Her zamanki gibi, olan en zayıflara oluyor. Savaşlar ve yoksulluk on milyonları yerinden ediyor. İnsanlar canlarını kurtarmak için yaşamlarını yeniden ve defalarca tehlikeye atarak, yurtlarından kaçıyorlar. Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki mülteci cesetleri, her gün tekrarlanan insanlık trajedisinin sadece bir, ama feci göstergesi.
Mültecilik zor zanaat velhasıl.[4] Komşu ülkelere veya Avrupa’ya kaçabilmiş olmak, kurtuluş anlamına gelmiyor. Haksız, hukuksuz bir konumda, dilenerek, fuhşa zorlanarak, ağır sömürü koşulları altında çalıştırılarak, durumdan kâr sağlamak isteyen kan içicilere bağımlı kalarak yürütülen bir yaşamın neresi iyi? Uzaklara bakmaya gerek yok: Türkiye’de sokaklarda yaşayan Suriyelileri, ülke sınırlarını çoluk çocuk geçmeye çalışanları veya Yunanistan adalarında sefalet çeken mültecileri görmemek mümkün mü?[5]
Egemenler ile egemenlerin manipülasyonlarına kapılan kimi “ezilenler” görmese de, göç gerçeği toplu bir kıyıma, kolektif cinayete dönüşüyor.
Örneğin ‘Mare Nostrum/ Bizim Deniz’ yani Akdeniz binlerce göçmenin/ mültecinin ölüm fermanının infaz edildiği bir toplu bir mezarlığa dönüş(türül)üyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliğinin ‘Umutsuz Yolculuklar’ (2018) raporuna göre göçmenler için dünyanın en ölümcül rotası olan Akdeniz’de, 2 bin 275 göçmen yaşamını yitirdi. Günde ortalama 6 kişi Akdeniz’in karanlık sularına gömüldü. Ölmeyip Akdeniz’den Avrupa’ya ulaşan göçmen sayısı 139 binden fazlayken;[6] Akdeniz artık yerkürenin en büyük göçmen mezarlığıdır! Libyalısı, Sudanlısı, Tunuslusu, Yemenlisi, Afganistanlısı, Pakistanlısı… Afrikalı, Ortadoğulu, Asyalı binlerce insan bu mezarlıkta, denizin yüzlerce metre altında gömülü! Sadece 2014’de dört bin isimsiz göçmen gömüldü bu mezarlığa…
XXI. yüzyılın en büyük trajedilerindendir göçmenlik. Onların katlinden emperyalizm yani Libya’ya, Suriye’ye, Irak’a, Tunus’a demokrasi götürmek isteyen akbabalar sorumludur.
Katilleri tanıyoruz. Yanı başımızdalar. İnsanları geleceksiz, yurtsuz, düşsüz bırakanlardır failler. Her gün yüz yüze bakıyoruz. Her bir yandalar. Ortadoğu’dalar, Kuzey Afrika’da, Latin Amerika’da, Asya’da, Uzak Doğu’da, Kafkasya’da, Balkanlardalar. Washington’dalar, Brüksel’deler, Roma’dalar, Londra’dalar, Paris’teler.
Katiller, yoksullar gelmesin diye sınır boylarına beton duvarlar, tel örgüler örenlerdir. Göçmenlerin okyanuslarda, açık denizlerde ölüme terk edilmesi emrini verenlerdir. Ülkeler arasına metrelerce uzunluktaki utanç duvarları inşa edenlerdir, mayınlar döşeyenlerdir. Sınır güvenliği adı altında göçmenlere kurşunlar sıkanlardır.
Göçmenler çarpık köhnemiş sistemlerin ürünüdür. Kapitalist sömürü, emperyalist tahakküm, açlık, yoksulluk, baskı ve savaşlar olduğu müddetçe göçler de olacaktır, mülteciler de. Ama bu katliamlara göz yumanlar, arka çıkanlar, sessiz kalanlar tarihe hesap vereceklerdir. “Bugün bu duruma gözlerini kapamaya devam edenler, geçmişte soykırımlarda bir şey yapmayanların yargılandığı gibi yargılanacaktır,”[7] diyen Malta Başbakanı Joseph Muscat’nın sözleri kulaklara küpe olmalı (ama kulak veren var mı?)…
“Bir daha asla yaşanmayacak”(?!) denilen 1930’ların faşist karanlığı tüm dehşetiyle üzerimize gelirken soru(n) acil ve çok yakıcı…
1945 sonrası dünya düzeninin kurucusu ABD, Çin’in meydan okuması karşısında bocalıyor, korkuyor. Dehşet dolu 1900’lü yılları geride bırakan Avrupa, göçmen dalgası karşısında yeniden geçmişin hayaletlerine sarılıyor. Macaristan’dan Polonya’ya, Avusturya’dan İtalya’ya, hatta İngiltere’den Almanya’ya ve 1900’lü yılların egemen devleti ABD’ye uzanan bir ırkçılık, milliyetçilik elbisesini giyerek yeniden hortluyor![8]
VERİLERİN NET DİLİ
BM raporuna göre savaş, çatışma, yokluk nedeniyle 2017’de evlerini terk etmek zorunda kalanların sayısı II. Dünya Savaşı’ndan beri en üst seviyeye ulaştı.
Irak’tan Suriye’ye Yemen’e, Afganistan’a, Myanmar’dan Bangladeş’e dünyada yaşanan çatışmalar milyonlarca kişi için tarifsiz acıları beraberinde getiriyor. Savaş, çatışma ve yoksulluk gibi nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalanların sayısı hızla artarken BM dünya çapında zorla yerlerinden edilen insanların sayısının 2017 yılı sonunda rekor seviyeye çıkarak yaklaşık 68.5 milyona ulaştığını açıkladı.
Bu rakam önceki 2016’ya göre 2 milyon 900 bin daha fazlayken;[9] BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) raporuna göre, her iki saniyede, bir kişi yerinden ediliyor[10] ve toplam 240 milyon doğup büyüdüğü yerin dışında başka bir yerde yaşamını sürdürüyor.[11] Ayrıca toplam 200 milyon insan ise yaşamını sürdürebilmek için insani yardıma ihtiyaç duyuyor.[12]
Mültecilerin yaklaşık 100’de 51’i çocuklar ve 18 yaş altı gençlerden oluşuyorken;[13] UNICEF’in raporuna göre, 2017 yılında 50 milyon çocuk göçmek zorunda bırakıldı.[14]
Özetle dünyada 258 milyon göçmen; Türkiye’de 4 milyon mülteci varken;[15] yerinden edilen milyonlarca insan, savaş, yoksulluk, şiddet, yaygın insan hakları ihlâlleri ve açlıktan kaçarken daha güvenli bir gelecek için insan kaçakçılığının kontrolünde hayatlarını riske ediyor. Binlercesi can veriyor. ‘Uluslararası Göçmenler Sivil Örgütü’nün (IOM) verilerine göre, dünyada mülteci ve göçmenlerin ölüm oranı rekor düzeyde. 2000 ile 2017 yılları arasında Akdeniz’i geçerek İtalya, Yunanistan, İspanya ve Kıbrıs üzerinden Avrupa ülkelerine iltica etmek isteyenlerden 33 bin kişi denizde yaşamını yitirdi. İki yılda Ege ve Akdeniz’de yaşamını yitirenler dikkate alınırsa sayı katlanarak artıyor.
Yıl 2018… Orta Amerika ülkelerinden mülteci kervanları ABD topraklarına doğru yola koyuldu. 7 bini aşkın Orta Amerikalı mülteci Meksika sınırına doğru ilerledi. ABD basınında yer alan haberlere göre, ABD’ye girdikleri gerekçesiyle şimdiye kadar gözaltında tutulan biri bebek 4 çocuk yaşamını yitirdi.
Suriye ve Ortadoğu’nun diğer bölgelerinden kaçarak Türkiye’ye gelmiş olan mülteciler, belirsiz bir geleceğin korkusu ve kaygısı ile her açıdan çok ciddi sorunlarla iç içe yaşam mücadelesi veriyor. Mültecilerin hukuksal, insan hakları, toplumsal cinsiyet, çocuk, emek, sosyal haklar, eğitim, sağlık gibi ihtiyaçları neredeyse karşılanmıyor. Türkiye’de resmi olmayan rakamlara göre yaklaşık 4 milyon mülteci bulunuyor. Bunların büyük çoğunluğu yaklaşık -3.6 milyonu- Suriyeli. Türkiye’ye gelen mülteciler, Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekince koşulu nedeniyle bu coğrafyada kalacak şekilde bir mülteci statüsü alamıyor.[16]
Söz konusu felakete yol açan temel dinamik “YDD” veya “küreselleşme” diye sunulan emperyalist saldırganlık ve yıkımdan başka bir şey değildir.
“YDD” VEYA “KÜRESELLEŞME” GERÇEĞİ
Kimilerinin “YDD” veya “küreselleşme” diye alkışladıkları vahşet konusunda, çok önceleri V. İ. Lenin hepimizi, “Daha ilerlemiş bulunan kapitalist politikanın karşısına, günü geçmiş serbest ticaret döneminin politikasını ya da devlet düşmanlığını çıkarmak, proletaryanın işi değildir diye yazıyor Hilferding, emperyalizme, mali-sermayenin ekonomik politikasına proletaryanın vereceği karşılık, serbest ticaret değil, sosyalizm olabilir. Proleter siyasetin amacı, bugün gerici bir ülkü hâline gelmiş bulunan serbest rekabet düzenini yeniden kurmak değil, kapitalizmin yok edilmesi yoluyla rekabetin tamamıyla ortadan kaldırılmasıdır,”[17] diye uyarmıştı.
Çünkü sömürgecilikten emperyalizme kapitalist dünya sistemi/ ekonomisi 500 yıldır hüküm sürüyor. Bir anlamda küreselleşmenin ortaya çıkışını XVI. yüzyıla kadar geri götürmek mümkündür. Her tarihsel sistemin ortaya çıkışının ardından, kuralları konur, normları yerleşir ve uzun süre normal fonksiyonunu yerine getirir. Sonunda da kaçınılmaz biçimde yapısal bir krize girer ki, “Patlayan Küreselleşme Balonu” için de böyle oldu.
Daha somut konuşursak; “Küreselleşme ne verdi?” sorusunun karşılığı şöyledir:
Düşük gelirli ülkelerin kişi başı milli geliri 1990’da 458 dolardı, 2015’te sadece 581 dolara yükseldi. Yüksek borçlu yoksul ülkelerde kişi başı milli gelir 1990’da 609 dolardı, 2015’te sadece 814 dolara çıktı.
Buna karşılık yüksek gelirli ülkelerde 1990’da 29 bin dolar olan kişi başı gelir, 2015’te 41 bin dolara, Kuzey Amerika’da 36 bin dolar olan gelir, 51 bin dolara yükseldi.
Küreselleşmenin zengin kuzey ülkelerine yaradığı açıktı. Ama sadece ülke olarak da bakmayın, bir avuç elite yaradı dersek daha doğru olur. Bugün dünya nüfusunun yüzde 1’lik kesimi dünya gelirinin yüzde 52’sine sahip. 2010’da bu oran yüzde 44’tü. Yani zengin ailelerin zenginliği artmadı, uçtu… [18]
Bu kadar da değil; eşitsizlikleri azaltma iddiasını öne sürüp, eşitsizlikleri derinleştiren küreselleşmenin birinci ve en önemli olumsuz sonucu, yarattığı istikrarsızlıktır ki, göçmenlik/ mültecilik de bunun sonuçlarından birisidir…
BM’nin verilerine göre yaklaşık 67 milyon insan savaş, yoksulluk, çatışma, küresel ısınma nedeniyle yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmış, içeride ya da dışarıda göçmen olmuş. Sayının gelecekte daha da artacağı bugünden görülüyor.
Özellikle küresel ısınmanın, gelecekte yaratacağı kuraklık nedeniyle pek çok ülkeden yeni göçe yol açacağı ifade ediliyor. 21 Kasım 2018’de ‘Süddeutsche Zeitung’da konuyla ilgili bir makale yazan Gießen Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Clauss Leggewie, yılda ortalama 22 milyon insanın doğal felaketler ve kuraklık nedeniyle göç etmek zorunda kaldığını ifade ediyor. Küresel ısınma nedeniyle gelecekte birçok ada devletinin yaşanılmaz hâle geleceğini, bu nedenle de bu ülkelerde yaşayanların “iklim sığınmacıları” olarak adlandırarak, iltica hakkının verilmesini istiyor.
Dünya Bankasının verilerine göre, gerekli önlemlerin alınmaması durumunda 2050 yılına kadar Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika’da küresel ısınma nedeniyle 143 milyon insan göç etmek zorunda kalacak.
Nihayetinde dünyanın iklim dengesini değiştiren, ısınmaya yol açanlar küçük ada devletleri değil, sanayileşmiş emperyalist devletlerdir. Ama bu devletler, göçe neden olan sorunları ortadan kaldırmaya yanaşmadıkları gibi, yoksul ülkelerden kalifiye iş gücü almak için ise birbiriyle kıyasıya rekabet içerisinde girmiş durumdalar.[19]
Hâl tam da buyken, göçmenlik/ mültecilik hâline yol açan emperyalizmin savaş ve silahlanma olduğu da hatırlanmalıdır.
SAVAŞ VE SİLAHLANMA
Öncelikle Emma Goldman’ın, “Altını çizmekte fayda var: Kapitalizmin en büyük savunucusu militarizmdir,” saptaması hatırlanmalı!
‘Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporuna göre, küresel silah endüstrisinde ABD şirketlerinin egemen olduğu görülürken, Amerikan şirketlerini Ruslar izledi. 2017’de dünyanın en büyük silah üreticileri ve askeri hizmet şirketlerinin satışları 398.2 milyar doları buldu, silah satışlarında bir önceki 2016 yılına göre, yüzde 2.5, 2002’den bu yana da yüzde 44 artış gözlendi.
2017’de merkezi ABD’de bulunan 42 şirket ilk 100’e girdi ve satışların yüzde 57’sini (226.6 milyar dolar) karşıladı. İlk 10’a 5 Amerikan şirketi girerken, Lockheed Martin 44.9 milyar dolarla 2017’de de dünyanın en büyük silah üreticisi olmayı sürdürdü. Lockheed Martin ile Boeing arasındaki uçurum 11’den 18 milyar dolara çıktı.
Rusya, 2017’de ABD’nin ardından en büyük ikinci silah üreticisi olurken, ikinciliğe önceki yıllarda İngiltere oturuyordu. Rus şirketlerinin ilk 100’deki payı yüzde 9.5 oldu. 10 Rus şirket, 2017’de satışlarını yüzde 8.5 arttırarak 37,7 milyar dolara çıkardı. Yine 2017’de ilk kez bir Rus silah üreticisi, Almaz-Antey ilk 10’a girdi. Almaz-Antey’in 2017 satışları yüzde 17 artışla 8.6 milyar doları buldu. İlk 100’e giren diğer 3 Rus şirket satışlarını yüzde 15’den fazla artırırken, bu şirketler United Engine Corporation (yüzde 25), High Precision Systems (yüzde 22) ve Tactical Missiles Corporation (yüzde 19) oldu.
Batı Avrupa’da ilk 100’e giren 24 şirketin silah satışları, 2017’de yüzde 3.8 artışla 94.9 milyar dolara çıktı ve ilk 100’ün toplam satışlarının yüzde 23.8’ini karşıladı. İngiltere 2017’de 35.7 milyar dolarla Avrupa’da bir numaralı silah üreticisi olurken 7 İngiliz şirketi ilk 100’e girdi ve İngiliz şirketleri satışlarını bir önceki 2016 yılına göre yüzde 2.3 arttırdı.
Listede ilk 100’e giren 4 Hint şirketi 2017’de toplam 7.5 milyar dolarlık satış yaptı, ilk 100’deki payı yüzde 1.9 oldu.[20]
Yine SIPRI raporuna göre, 5 yılda silah ihracatı yüzde 7.8 oranında artarken, silahların büyük çoğunluğu Ortadoğu’ya aktı. 2014-2018 kesitindeki silah ihracatının 2009-2013 yıllarına göre yüzde 7.8, 2004-2008 kesitine göre ise yüzde 23 daha fazla olduğu belirtildi.[21]
SIPRI’nin yıllık raporuna göre, tüm dünyada askeri harcamalar 1.8 trilyon dolara ulaştı. Tüm dünyadaki silahlanma için kişi başına 239 dolar harcanıyor. Bu miktar aynı zamanda tüm dünya ülkelerinin gayrisafi yurtiçi harcamalarının (GSYİH) toplamının yüzde 2.1’ine denk geliyorken; silahlanma yarışında yüzde 24 artışla Türkiye 15’inci sırada yer alıyor.[22]
Türkiye merkezli firmalardan ASELSAN 1 milyar 420 milyon dolarlık satışla ilk 100’e 61’inci sıradan, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAİ) 1 milyar 220 milyon dolarlık satışla 70’inci sıradan girdi. 2017 yılında ASELSAN 68, TAİ ise 77’inci sıradaydı.[23]
Türkiye, savunma sanayii ihracatını 2014-2018 döneminde 2009-2013 dönemine göre yüzde 170 arttırdı. Küresel silah ticaretindeki payı da yüzde 0.4’ten yüzde 1’e yükseldi.[24]
Toparlarsak: Dünya 1.7 milyar dolar silahlanmaya harcıyor yılda. Türkiye, 9 milyar dolara yakın harcama ile silahlanmada 15’inci ülke!
Dünyada hüküm süren çeşitli şiddet olaylarının toplumlara maliyeti ise, 14.7 trilyon dolar (2017).[25] Bu rakam, dünya toplam gayri safi hasılasının yaklaşık yüzde 12.4’üne denk geliyor. Veya gezegende yaşayan her birey için 1988 dolara!
Dehşet verici olan ise, 2012’den bu yana bu sayıların yüzde 16, 2016’ya göre yüzde 2.1 artmış olmasıdır![26]
SİLAHLANMA HAKKINDAKİ GERÇEKLER[27] | |
KÜRESEL SİLAHLANMA HARCAMALARI | – SIPRI verilerine göre, dünyada 2017’de silahlanmaya en az 95 milyar dolar harcandı.
– Dünyadaki en büyük 100 silah şirketi 2017’de 398.2 milyar dolarlık anlaşmalara imza attı. (orta ve uzun vadeli) – ABD, 2018’de tek başına dünyadaki silahlanma harcamalarının yüzde 36’sını gerçekleştirdi. |
KÜRESEL SİLAH TİCARETİ | – ABD dünyanın en büyük silah ihracatçısı. 2014-2018 kesitinde ABD’nin toplam silah ihracatının yüzde 22’sini Suudi Arabistan’a yaptı.
– Küresel silah ticareti 2003’den beri sürekli artış gösteriyor. Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından düşüşe geçen silah ticareti 16 senedir büyüyor. – 2014-2018 kesitinde arasında en büyük silah ihracatçıları ABD, Rusya, Fransa, Almanya ve Çin. Bu beş ülke küresel silah ticaretinin yüzde 75’ini yönetiyor. – Aynı dönemde en çok silah satın alan ülkeler ise Suudi Arabistan, Hindistan, Mısır, Avustralya ve Cezayir. Bu ülkeler dünyadaki silah alımlarının yüzde 35’ini gerçekleştirdi. |
SİLAH SATICILARI VE MÜŞTERİTİLERİ (2014-2018) | 1) ABD: Suudi Arabistan (ihracatın yüzde 22’si), Avusturalya (ihracatın yüzde7.7’si), Birleşik Arap Emirlikleri (ihracatın yüzde 6.7’si)
2) Rusya: Hindistan (ihracatın yüzde 27’si), Çin (ihracatın yüzde 14’ü), Cezayir (ihracatın yüzde 14’ü) 3) Fransa: Mısır (ihracatın yüzde 28’i), Hindistan (ihracatın yüzde 9.8’i), Suudi Arabistan (ihracatın yüzde 7.4) 4) Almanya: Güney Kore (ihracatın yüzde 19’u), Yunanistan (ihracatın yüzde 10’u), İsrail (ihracatın yüzde 8.3) 5) Çin: Pakistan (ihracatın yüzde 37’si), Bangladeş (ihracatın yüzde 16’sı), Cezayir (ihracatın yüzde 11’i) |
ORTADOĞU | – Ortadoğu’ya silah satışı 2014-2018 kesitinde bir önceki dört yıllık döneme oranla yüzde 87 arttı.
– Aynı dönemde ABD’nin bölgeye yaptığı silah ihracatı bu artışın yarısına tekabül ediyor. – İngiltere ise aynı dönemde bölgeye yaptığı silah ihracatını yüzde 59 arttırdı. Bu artışın büyük kısmını Suudi Arabistan ve Umman’a yapılan uçak satışları oluşturuyor. |
SUUDİ ARABİSTAN | – 2014-2018 kesitinde Suudi Arabistan dünyadaki en büyük silah alıcısı oldu. Bu ülke en çok silahı ABD ve İngiltere’den aldı.
– Ülke bir önceki dört yıllık döneme göre silah alımını yüzde 225 arttırdı. – Dört sene içinde bu ülkeye 4000’den fazla zırhlı araç girdi. Bu araçların arasında 338 ABD yapımı tank bulunuyor. |
FERDİ VE HAFİF SİLAHLAR | – Dünyada bir milyarın üzerinde ferdi ve hafif silahlar bulunuyor. Bunların büyük bölümü sivillerin ellerinde.
– ABD’de her 100 kişiye düşen silah ferdi silah sayısı 21. Bu oran Yemen’de 53, Sırbistan ve Karadağ’da 39, Kanada ve Uruguay’da ise 35. – 2017’de ferdi silahların kullanımı sonucu yaşanan ölümlerde Venezüella ve El Salvador Dünyada lider durumda. – Dünyada 50 yılda 36-46 milyon arasında ferdi silah üretildi. |
İNSAN KAYIPLARI | – 1989’dan beri dünyada 2.5 milyona yakın insan silahlı yaralanmalar sonucunda hayatını kaybetti. 2018’de bu rakam 77 binin üzerinde.
– Sadece 2017’de 589 bin insan silahlı yaralanmalar sonucunda hayatını kaybetti. |
Toparlarsak: SIPRI’nin ‘Küresel Silahlanma’ raporu, dünyadaki savunma harcamalarının 1 trilyon 739 milyar dolara yükseldiği gösteriliyor. Bu sıralamada ilk başı tabii ki ABD çekiyor ve 700 milyar dolar payı var. Çin 228, Rusya 66.3, Fransa 57, İngiltere 47.2, Almanya 44.3 milyar dolar başta olmak üzere, Suudi Arabistan ise yıllık gelirinin yüzde onunu savunmaya ayırıyor. Türkiye 18.2 milyar dolarla 15. sırada yer alırken Hindistan, İspanya, İtalya, Brezilya, Güney Kore, Kanada da kayda değer bir silahlanma tırmanışı içinde…
Dünyada 300 trilyon dolarlık bir finansal işlem hacmi dönerken, her 5 saniyede bir bebeğin açlıktan ölmesinin tarifi olabilir mi? Bunun adını ne koymalıyız?
Savaşlar, kuraklık, iç göçler, mezhep çatışmalarına bağlı olarak şu ana kadar 155 milyon bebek kötü beslenme ya da hiç beslenememe yüzünden gelişimini tamamlayamıyor. Sakatlık ve hastalıklar ise bir insanlık dramı.
‘Küresel Açlık Endeksi’ne baktığımız zaman dünyada yaklaşık 815 milyon insan açlık canavarının pençesinde yaşıyor. Ve yine 119 ülkenin 52’sinde ciddi açlık varken o ülke elitlerinin böyle bir derdi yok. Saraylar, aşırı tüketim ve lüks içinde yaşama sınır tanımazken, varsıllıkla yoksulluk arasındaki uzlaşmaz çelişki tedavi edilemez bir biçimde derinleşiyor. Bu açmaz yeniden sınıf mücadelesini bir seçenek olarak toplumların önüne koyabilir mi?
BM her yıl açlık konularında yeni raporlar yayımlıyor. Gerçekten çok çarpıcı!
Kongo’da 3.8 milyon, Somali’de 2.9, Yemen’de 8.4 milyon olmak üzere Çad, Zambia, Liberya, Madagaskar, Myanmar, Bangladeş, Burindi, Nijer, Malavi, Eritre, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde insanlar yaşamla, ölüm ve sakat kalma arasında gidip geliyor. Daha bu tabloya yanı başımızda yaşanan Irak, Suriye, Libya, Filistin sorununu eklemedik bile. Yukarıda tarif edilenler birer sayıdan ibaret değil, onlar insan!
Açlığın en can alıcı şekilde çocukları, kadınları ve etnik grupları etkilediği belirtiliyor. Bugün ne yazık ki dünyada 68 milyon kişi evinden, yurdundan, toprağından kopartılmış durumda. Bunların 22.4 milyonu kendi ülkesi sınırları dışında göçmen ve yurtsuz yaşamakta.[28]
EŞİTSİZLİK, YOKSULLUK, ÇOCUKLAR
Sürdürülemez kapitalist militarizmin cehenneme çevirdiği yerküreyi, Karl Marx’ın, “Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir,” saptaması betimlerken; bu durumunda çevreden merkeze, doğudan batıya, güneyden kuzeye demografik hareket(ler)i devreye sokmasında şaşırtıcı bir şey yoktur…
Çünkü merkez çevreyi, batı doğuyu, kuzey güneyi yaşanmaz kılmıştır. İşte bunun somut verileri!
Mesela eşitsizlik…
‘Oxfam’ın yayımladığı rapora göre, 2018’de, dünyadaki en zengin 26 kişinin varlığı, en yoksul 3.8 milyar kişinin toplam varlığına eşit hâle geldi.
‘Kamu Yararı ve Şahsi Servet’ başlıklı raporda, 2018’de serveti 1 milyar doların üzerinde olan kişilerin toplam varlığının yüzde 12 arttığı, buna mukabil dünyanın yoksul yarısını oluşturan 3.8 milyar kişinin toplam servetinin yüzde 11 azaldığı belirtildi. Varlığın kim(ler)den kim(ler)e kaydığının en net göstergesi!
‘Oxfam’ın 2017’de yayımladığı raporda dünyadaki en zengin 43 kişinin serveti, dünyanın yoksul yarısının toplam servetine eşit olduğu ifade edilmişti.[29]
‘Oxfam’ın hazırladığı raporda, dünya genelinde gelir eşitsizliğinin en uç noktalarda olduğu Afrika’da 3 milyarderin servetinin 1.3 milyar nüfuslu kıtanın yarısından daha fazla olduğu açıklandı.[30]
Washington’daki ‘Ekonomik Politika Enstitüsü’nün (EPI) çalışmasına göre, 2015 itibarıyla ABD’de en zengin yüzde 1’lik kesiminin yıllık ortalama geliri, nüfusun geri kalan yüzde 99’luk kısmının ortalama gelirinin tam 26.3 katına ulaştı. 2013’te bu rakam 25.3 kattı. New York’ta bu rakam 44.3 kat oldu. En zengin yüzde 1’lik kesimin yıllık ortalama hane geliri 421 bin 926 dolar olurken, söz konusu yüzde 1’lik kesimin tüm gelirden aldığı pay yüzde 22’yi geçti. Bu oran, 1928’de Büyük Buhran’dan bir yıl önceki yüzde 23.9’luk zirve sonrasındaki en yüksek rakam olarak kayıtlara geçti. 2008’de ABD’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan finansal kriz de eşitsizlikleri artırdı. ABD’deki 50 eyaletin 43’ünde 2009-2015 yılları arasında nüfusun yüzde en zengin 1’inin geliri, yüzde 99’un gelirinden daha hızlı arttı.[31]
Mesela çocuklar…
BM raporuna göre, 2018, silahlı çatışmaların çocukları etkilediği en kötü yıl olarak tarihe geçti, 12 bin çocuk silahlı çatışmalar sonucu yaralandı ya da öldü: Afganistan’da 3 bin 62 çocuk hayatını kaybederken, bu sayı ülkede ölen insan sayısının, yüzde 28’ini çocukların oluşturduğu anlamına geliyor. 2’nci sırada bin 854 çocuk ölümüyle Suriye gelirken, üçüncü sırada bin 689 çocuk ölümüyle Yemen yer alıyor. İsrail-Filistin çatışmalarında, 59 Filistinli çocuk hayatını kaybederken, 2 bin 756 çocuk ise yaralandı.[32]
UNICEF çocukların durumunu inceleyen raporunda, her iki çocuktan birinin şiddete maruz kaldığına dikkat çekti. BM raporuna görede, Suriye’de yaşanan savaşta beş yılda çocuklara yönelik 12 bin 500 ihlâl yaşandı.[33]
‘Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre, dünyada 150 milyon çocuk kronik beslenme yetersizliği yaşıyor.[34]
BM ‘Gıda ve Tarım Örgütü’ (FAO) dünyada tarımda çalıştırılan çocuk işçi sayısında artış olduğuna dikkat çekti: 2012’den bu yana tarımda çalışan çocuk işçi sayısı 98 milyondan 108 milyona çıktı.[35]
Mesela yoksulluk…
BM’nin ‘Dünya Gıda Raporu’na göre, dünyada açlık çeken insanların sayısı 820 milyonun üzerine çıktı. 2015 yılında açlık çeken insanların sayısının 785 milyon olduğu belirtilen raporda, 2017-2018 aralığında dünya nüfusunun yüzde 11’inin yeterli beslenemediği vurgulandı.[36]
FAO’nun raporu dünyada 113 milyondan fazla insanın “akut açlık yaşadığını ortaya koydu.[37]
BM raporuna göre, 2015’te dünyada 784 milyon aç insan varken bu sayı 2017’de 821 milyon kişiye ulaştı. Dünyadaki her 9 kişiden 1’i yeterince beslenemiyor.[38]
Avrupa İstatistik Kurumu ‘Eurostat’ın verilerine göre, 2014’de 16 yaş altındaki çocukların yüzde 27.4’ü yoksulluk eşiğinde yaşıyordu. Bu oran 22 milyon 850 bin çocuk anlamına geliyorken; 2010 yılına göre Avrupa genelinde 200 binlik bir artış söz konusu oldu.[39]
Yine ‘Eurostat’ verilerine göre, AB’de yaşayan her altı kişiden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 2017 verileri, AB vatandaşlarının yaklaşık yüzde 17’sinin yoksulluk tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.[40]
‘Afrika Çocuk Politikaları Forumu’ (ACPF), Afrika’da her üç çocuktan birinde büyüme geriliği görüldüğünü, kıta genelindeki çocuk ölümlerinin yarısının açlığa bağlı olduğunu söyledi.
Dünya genelinde her üç saniyede bir, bir çocuk gıda yetersizliğinden hayatını kaybediyor. Yani her gün 10 bin çocuk açlıktan ölüyor.
10 Afrikalı çocuktan dokuzu Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen minimum beslenme kriterlerini sağlayamıyor ve beş çocuktan ikisi düzenli öğünlerde beslenmiyor.[41]
‘Dünya Sağlık Örgütü’ (DSÖ) göre, her 10 kişiden biri de senede en az bir kez yediği yemekteki sağlıksız maddeler nedeniyle hastalanıyor.[42]
‘Küresel Hastalık Yükü Çalışması’ (GBD) verilerine göreyse, her yıl 11 milyon kişi beslenmeyle bağlantılı rahatsızlıklar nedeniyle hayatını kaybediyor.[43]
Ve nihayet en önemlisi: ‘Küresel İnsani Yardım Raporu 2018’ verilerine göre, dünyada 2 milyar kişi yoksulluk, 753 milyon kişi de aşırı yoksulluk içinde yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
2018’de, çatışma, şiddet veya zulüm nedeniyle zorla yerinden edilen kişi sayısı da bir önceki 2017 yılına göre 2.9 (yüzde 4.5) milyon artarak 68.5 milyona ulaştı. Buna göre, ülke içinde yerinden edilen kişi sayısı 42.2 milyon, mülteci sayısı ise iltica talebinde bulunanlar hariç bir önceki 2017’ye göre 2.8 milyon artarak 23.2 milyon oldu.
Göçmenlik/ mültecilik hikâyesinin arka planında bunlar kayıtlı!
GÖÇ MESELESİ
AB ülkeleri ve ABD yıllardır ciddi bir “göç sorunu” yaşıyorlar. Bu konu bu ülkelerin en önemli gündem maddeleri arasında yer alıyor. Güney ülkelerinden milyonlarca insan, ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan daha gelişmiş olan ülkelere göç etmeye çalışıyorlar. Göç edenlerin bir kısmı savaşlardan kaçıyor ve can güvenliğini sağlamaya çalışıyor, bir kısmı da ekonomik, sosyal ve siyasi nedenlerden göç ediyor.
AB ülkeleri göçmenleri ülkelerine almamak için direniyorlar, gelecek göçmenlerin sayısını sınırlıyorlar. Bu ülkelere ulaşmaya çalışanların birçoğu yollarda yaşamını yitiriyor. ABD yönetimi Meksika sınırına binlerce kilometrelik bir duvar örmeye çalışıyor. Bir zamanlar sınırları ortadan kaldırmaya veya esnetmeye çalışan gelişmiş ülkeler, şimdi sınırların aşılmasını zorlaştırmaya çalışıyorlar. Sadece yönetimler değil, bu ülkelerdeki vatandaşların da çoğunluğu ülkelerinde böyle bir göç görmek istemiyorlar. AB ve ABD öyle bir noktaya geldi ki, sınırları ve kapıları açmayı savunan bir siyasi parti liderinin artık seçimleri kazanma şansı neredeyse kalmamış durumda. Avrupa Birliği’nde ve ABD’de vatandaş ve halk, söz konusu göç hareketi ile kendi ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel yapısının gerileyeceğini düşünüyor. Yüzlerce yıllık bir mücadele sonucunda ulaşılan noktadan geriye düşmek istemiyorlar.
Ancak şunu görmüyorlar ki, “göç sorunu” olarak anılan sorun gerçekte bir kapitalizm ve emperyalizm sorunudur. Buna “göç sorunu” denerek gerçek sorunun üzeri örtülmeye çalışılıyor. Avrupa Birliği ülkeleri ve ABD bu konuda etkin ve yaygın bir özeleştiri süreci başlatamadıkları için de, sorun bir türlü çözülmüyor.
Yoksulluğa karşı mücadele veren bir araştırma kurumu olan ‘Oxfam’ın 2018 raporuna göre, dünyadaki refahın yüzde 82’si dünya nüfusunun yüzde 1’inin elinde toplanmış durumda. Böylesine büyük bir küresel dengesizliğin sonucunda böylesine büyük göçlerin yaşanmasına da şaşırmamak gerekiyor.
AB ülkeleri ve belli bir ölçüde ABD, kendi vatandaşlarının sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel seviyesini son elli yılda geliştirmeyi başardı ve bu anlamda dünya için de iyi bir örnek oldu. Ancak aynı Avrupa Birliği ülkeleri ve ABD, bu konuda diğer ülkelere yeterince destek olmadılar. Aksine, onları sömürülecek bir pazar gibi gördüler. Sömürgeci zihniyet, başka bir formda devam etti. Avrupa Birliği ve ABD, tüm insanların aynı yerküreyi paylaştığını unuttu, diğer ülkelerde yaşayanları adeta Mars’ta yaşayan insanlar olarak düşündü. Bu dışlayıcı yanlış politika da sonunda kendisine olumsuz biçimde döndü.
Elbette söz konusu azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yönetimlerinin de yaşananlarda büyük bir sorumluluğu bulunmaktadır. Ülkeyi yönetenlerin tüm sorumluluğu Avrupa Birliği ülkelerine ve ABD’ye atmaları, sorumluluktan kaçarak sorumsuz davranmaktan başka bir şey değildir. Yönetimlerin kendi ülkelerindeki sorunların faturasını sadece gelişmiş ülkelere çıkarmaları ciddiyetten uzak bir tutumdur.
Ancak yine de, Avrupa Birliği ülkelerinin ve ABD’nin de bu konuda etkin ve sorumlu bir davranış içinde bulundukları söylenemez. Bu ülkeler küresel kapitalizme karşı yeterli bir mücadele vermedikleri gibi, genellikle, “küreselleşme” adı altında, küresel kapitalizmi teşvik ettiler.[44]
Yarattıkları bu soru(n) karşısında küresel kapitalizm, sınır kapılarını kapatmakla veya duvar örmekle sorunu çözümleyemez.
Görülmesi gerek! Hamza Hamouchene’in ifadesiyle, “Göç kontrolü meselesini güvenlik meselesine dönüştürerek çözme çabası başarısızlığa uğradı. Çünkü bu yaklaşım, sorunun kaynağındaki temel nedeni gözden kaçırıyor: insanlar yerine kâra öncelik veren küresel sistem,”[45]
Kaldı ki göç olmasaydı, ABD’nin 1990-2014 arasındaki büyüme ortalaması yüzde 15, İngiltere’ninki ise yüzde 20 daha düşük olurdu. Göçmenler ABD nüfusunun yüzde 14’ünü oluşturuyor. Bu insanlar yeni işletmelerin dörtte birini kurdular. 2000’den beri kimya, fizik ve tıp alanında Nobel ödüllerinin üçte birini topladılar. Göçmenler dünya nüfusunun yüzde 3’ünü oluşturuyorlar. Ancak küresel üretimin yüzde 9’unu sırtlıyorlar. Ödedikleri vergiler zengin ülkelerin emekli sandıklarını ayakta tutuyor, çünkü bu ülkeler kendi kendilerine yeterince genç nüfus üretemiyor.[46]
Ancak bu gerçeklere rağmen göç etmek suç hâline getirilmiş durumda. “Gelişmiş” göç ülkelerinde yüz binlerce göçmen ‘gözaltı merkezleri’ diyebileceğimiz hapishanelerde tutuluyor. Temel neden göç etmek. Kimisi göçmenlik (vize, oturum vs) başvurusu devam ederken tıkılıyor buralara, kimisi başvuruları reddedilince içeri atılıyor. Bunların önemli bir kısmı sığınma başvurusunda bulunmuş kişiler. Aralarından çok sayıda çocuk da var. Sığınma başvurusu yapanların önemli bir kısmının siyasi nedeni yok veya doğrudan bir tehdit ile karşılaşmamış ama bunlar belli ki ülkesini terk edip binlerce kilometre yol alacak kadar bir şeylerden rahatsız olmuş kişiler. Bir kısmı ise başvurusu reddedilmiş ve ülkesine geri gönderilmeyi bekleyenler.
Oxford Üniversitesi ‘Göç Gözlemevi’ne göre, 2016’da 28.900 göçmen bu gözaltı merkezlerine alınmış. ‘Göçmen Tutuklu Projesi’ verilerine göre de, Avrupa’nın en kalabalık göçmen tutuklu nüfusu da Rusya’dan sonra İngiltere’de. Bu göçmenler özellikle “idari nedenlerle” tutuklanıyor. Özellikle sığınma başvurusu yapanlar en kalabalık grup. 2016’da sığınma başvurusu yapanların neredeyse yüzde 60’ı bu şekilde tutuklanmış. Polonyalı bir göçmen de bu göçmen hapishanelerinden birinde hayatını kaybetti. ‘The Guardian’ ile ‘Panorama Programı’ bu “merkezlerde” tutuklulara kötü muamele yapıldığını gösteren haberler yayınladılar.[47]
Ki bu kadar da değil!
13 Ekim 2018’de Honduras’ın San Pedro Sula şehrinden yola çıkan binlerce kişilik Orta Amerikalı göçmen katarı ABD’ye doğru ilerlerken Guatemala, El Salvador ve Nikaragua’dan geçerken sayıları 5 bini aştı…
Onları yollara düşüren Latin Amerika’nın bugündeki yoksulluğu ezeli sanılmasın. Avrupa açlıktan kırılmadı da dünyanın en zengin köşelerinden biri hâline geldiyse, ABD dünyaya hükmeden güç hâline gelebildiyse Latin Amerika’dan 500 yıldır klasik sömürgecilikle, yeni-sömürgecilikle, darbelerle ve neo-liberalizmle çaldıkları zenginlikler sayesinde oldu…
On milyonlarca Avrupalı yaklaşık 500 yıl boyunca açlıktan, ekonomik krizlerden, savaşlardan, faşizmden, etnik azınlıklara yapılan zulümlerden kaçmak ve gittikleri yerleri sömürgeleştirmek amacıyla Amerika’ya göç etti. Onlardan vize soran olmadı. Görür görmez silah doğrulttukları yerli halklar “misafirlerimiz açtır” diyerek yiyeceklerle karşılamıştı onları. Ülkeleri sömürgeleştirilirken kendileri de kurdukları koca medeniyetlerle birlikte katledildiler. 500 yıl önce başarılı beyin ameliyatları yapan İnka doktorlar, mühendisler, hâlâ çözülememiş matematik sistemleri geliştiren bilim insanları köleleştirilip madenlerde çalıştırıldılar. Avrupa’nın XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar madeni paralarını basması Bolivya’dan çaldıkları gümüş madenleri sayesinde oldu. Güherçile, altın, gümüş, elmas… Çalabildikleri ne varsa.
Sonra bu Avrupalı göçmenlerin kuzeyde kurduğu ABD, “Amerika Amerikalılarındır” deyip Avrupalı sömürgecileri uzaklaştırıp kendi yeni sömürgeciliğini yerleştirerek Latin Amerika’yı arka bahçesi ilan etti. 400 yıllık istiladan arta kalanı da bu kez ABD çalmaya başladı. İtiraz eden olmasın diye darbeler tezgâhlayıp, diktatörlükleri destekleyerek gelindi bugünlere![48]
BUGÜNLERİN AB İLE ABD’SİNDEN “ÖRNEK”LER!
Önce ABD’den!
ABD Başkanı Donald Trump, Meksika sınırından ülkeye girmeye çalışan binlerce göçmeni durduracağı vurgusuyla, “Orduyu gönderiyorum!” açıklamasını yaptı…[49]
Trump göçmenlere ilişkin açıklamasında, “Ülkemize sadece yasal olarak gelenlere izin vereceğiz. Bunun haricinde çok güçlü politikamız ‘yakala ve tutukla’ şeklindedir,” dedi…[50]
Meksika’nın Tijuana kenti yakınlarında, ABD sınırında bekleyen Orta Amerikalı göçmen grubunun bir kısmı ABD sınırını geçmeye çalıştı. Göçmenler ABD tarafından atılan gözyaşartıcı gazla durdurdu…[51]
Trump’ın “Durdurun” dediği Orta Amerikalı binlerce mülteci Guatemala’yı Meksika’ya bağlayan köprüde mahsur kaldı. Bazı göçmenler yüzerek geçmeye çalışırken ortaya yeni bir insanlık dramı çıktı. İnsanlar ‘Açız’ diyerek ülkeye giriş izni istedi. Suchlate Nehri üzerinden geçen köprüde bebeğiyle mahsur kalanlardan 28 yaşındaki Marta Ornelas Cazares, “Şiddetten kaçıyoruz, buraya geliyoruz, bize vurmaya başlıyorlar,” dedi…[52]
ABD Meksika sınırında ABD’li gümrük memurları tarafından ailesiyle birlikte gözaltına alınan 7 yaşındaki Guatemalalı göçmen kız çocuğunun sıvı kaybı ve geçirdiği şoktan dolayı yaşamını yitirdiği açıklandı…[53]
ABD’ye yasa dışı yollardan geçmeye çalışırken Meksika sınırındaki Rio Bravo nehrinde El Salvadorlu Oscar Alberto Martinez Ramirez ve 11 aylık kızı Valeria boğularak yaşamını yitirdi…[54]
Trump yönetimi altında göçmen karşıtı faaliyetlerde yaşanan artış, gerekli belgeleri olmadan sınırı geçme girişiminde bulunan aileleri çocuklarından ayırma vakalarının sayısındaki tırmanışla birlikte ABD tarihinde görülmemiş seviyelere ulaştı: 2016’nın Ekim’i ile 2018’in Şubat’ı arasında, çocuklarından zorla ayrılan ailelerin sayısı 1800’e yükseldi; sadece 6 Mayıs ile 19 Mayıs arasında 13 günde, 658 çocuk (bazıları 2 yaşında veya daha küçük) sınır tevkifi gerekçesiyle ailelerinden ayrıldı…[55]
Sonra da AB’den!
‘Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’nden (MSF) Hassiba Hadj-Sahraoui, Akdeniz’deki göçmen krizine ilişkin Avrupa’nın sorumluluktan kaçtığını açıkladı.[56]
Prof. Dr. Neşe Özgen, “Avrupa’da kent ve yerleşim dışı alanlarda toplama kampları gündeme geliyor. ‘Kapatıcı devletler’ dönemine geçiliyor. Bunlar hukuk dışı olduğu kadar insanlık dışı tartışmalar!”[57] dedi…[58]
İtalya Başbakanı Matteo Renzi, göçmenliği “Kıtamızın vebası” olarak nitelerken, Avrupa’yı bu konuda dayanışmadan yoksun olmakla suçladı…[59]
Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, AB ülkelerinin sınırlarına 2020’ye kadar ek 10 bin muhafızı görevlendirileceğini duyurdu…[60]
‘Uluslararası Göç Ofisi’ne göre, 2018’in ilk 16 haftasında ise AB’ye denizden sadece 18 bin 939 göçmen ulaşabildi. Bu rakam 2016’da 205 bin 613, 2017’de ise 44 bin 58 olarak kaydedilmişti…[61]
AB Sınır Koruma Ajansı ‘Frontex’e göre, 2017’de 204 bin 300 insan AB sınırı geçmek isterken tespit edildi. Ajans, bunun 2016’ya göre, yüzde 60 azalma anlamına geldiğini, çoğunluğun Akdeniz üzerinden geldiğini açıkladı. 2018’in ilk yarısında 1405 mültecinin de Akdeniz’de boğularak hayatını kaybettiği tespit edildi. Ancak bu sayı sadece tespit edilebilenleri içeriyor…[62]
Avrupa’da göçmen/sığınmacı politikasında sağ kanadın öncülerinden Macar hükümeti, ABD dışındaki BM ülkelerinin kabul ettiği göçmen sözleşmesine dahil olmayacağını duyurdu. Göçmenlere karşı sert tedbirler uygulayan Macaristan’ın sınıra ördüğü dikenli teller tepki çekmişti…[63]
Afrika’dan İtalya kıyılarına ulaşan mülteciler, ilk ayak bastıkları ülkede kalmalarını öngören AB yasalarına isyan ederek Fransa’ya geçmek isterken iki ülke arasında kriz çıktı. Mültecileri kabul etmeye yanaşmayan AB ülkelerine yönelik öfkesini dile getiren İtalya Başbakanı Matteo Renzi, daha adaletli bir dağılım yapılmaması durumunda “Avrupa’yı üzecek bir B planına geçeceklerini” duyurdu…[64]
İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini, Afrikalı göçmenlerden “köleler” diye söz etti…[65] Salvini, Akdeniz’de kurtarılan 10 günden uzun süredir gemide mahsur kalan 137 göçmenin İtalya’ya girmesine izin vermedi…[66]
İtalya’da koalisyon hükümetinin ortaklarından aşırı sağcı Lig Partisi’nin girişimiyle hazırlanan ve yasaları ihlâl ederek denizdeki göçmenleri kurtaran gemilere para cezası verilmesini öngören yasa tasarısı Bakanlar Kurulunda kabul edildi. Kabul edilen yasa tasarısında, yasaları ihlâl ederek denizdeki göçmenleri kurtaran gemilere 10 bin ila 50 bin euro para cezası verilmesi öngörülüyor…[67]
Finlandiya’ya “yasa dışı” yollarla vizesiz giriş yapan mülteciler tutuklanacak ve 1 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacak…[68]
Fransa’da sınırdışı edilenlerin mültecilerin sayısında ciddi bir artış yaşandı. İçişleri Bakanı Christophe Castaner, 2017’ye oranla 2018’de sınırdışı edilen kaçak göçmen sayısının yüzde 20 arttığını söyledi. 2017’de 14 bin 859 göçmen sınırdışı edilirken, 2016’ya oranla da yüzde 14’lük bir artış yaşanmıştı…[69]
Göçmen Dairesi’nin yayımladığı istatistiklere göre 24 Kasım 2015 tarihinden önce 31 bin 25 çocuk İsveç’e iltica talebinde bulundu. Bunlardan 13 bin 424’ünün iltica talepleri kabul edildi. 11 bin 530 çocuğun iltica talebi ise reddedildi. 2 bin 678’i ortadan kaybolduğu için kayıtları silindi…[70]
Federal hükümet, CSU İçişleri Bakanı Horst Seehofer’in ilticası reddedilen mültecilerin hızla sınır dışı edilmesiyle ilgili yasa tasarısını onayladı…[71]
AB’de sağ partilerin göçmen karşıtı uygulamaları hayata geçirme isteği, göçmenler ve insan hakları için ciddi bir tehlike anlamına geliyor…[72]
Almanya’da mülteci krizi tartışmasıyla neo-faşist Almanya için Alternatif oylarını arttırdı…[73]
Fas’tan Melilla’nın İspanyol yerleşim bölgesine yüzlerce kişi ulaşmaya çalışırken bir genç öldü ve birkaç kişi yaralandı. İspanyol hükümeti,[74] çitin tepesinde dikenli telleri kaldırma sözüne rağmen, dikenli telleri kaldırmadı. Fas ile İspanya’nın Melilla arasındaki sınır, altı metre yüksekte ve dikenli tellerle kaplı iki çit tarafından kordon altına alındığı için sınırdan geçmen isteyen göçmenlere ölüm yuvası oluyor…[75]
Midilli’de iki mülteci kampından birisi belediyenin Karatepe, diğeri ise devlet denetimindeki Moria. Karatepe kampı 2 bin kişilik ve mültecilerin nispeten daha rahat koşullarda olduğu söyleniyor. Moria, 3 bin 500 kapasiteli ancak bir zamanlar 10 bin kişiye ev sahipliği yapmış. Şu anda ise yaklaşık 5 bin kişi kalıyor…[76]
Atina’daki Exarcheia mahallesindeki dayanışma evlerinde barınan mültecilere polis operasyonu düzenlendi. Onlarca mülteci gözyaşları içinde zorla tahliye edildi…[77]
Macaristan’da mahkeme 2015’te Sırbistan sınırında oğlunu sırtında taşıyan ve polislerden kaçmaya çalışan sığınmacı bir babaya çelme takan, gazeteci Petra Laszlo hakkındaki 3 yıllık hapis cezası kararını bozdu. Mahkeme gerekçeli kararında, “etik olarak yanlış” davrandığını ama yaptığı hareketin “Vandallık” sayılamayacağı belirtti. Mahkeme aynı zamanda zaman aşımından dolayı da davanın sona erdirilmesine karar verdi…[78]
Hollanda’da 60 bin kadar Suriyeli var. Bunlardan 10 bini oturma izni alabildi. Kalan 50 bin kişi yaptığı başvurunun sonucunu bekliyor. Hollanda, ülkesine alacağı Suriyeliyi güvenlik soruşturmasından eğitim durumuna kadar her yönüyle araştırıyor…[79]
“İyi de bunlar neden” mi?
“Sermayenin, malların ve parası olanın özgürce hareket edebildiği, ulus devletleri kırıp geçen küreselleşmeci düzenin dikiş tutmayacağı her geçen gün daha net ortaya seriliyor. Bir sığınmacı krizi, Avrupa’nın büyük savaşların yıkımları üzerine inşa ettiklerinin köküne kibrit suyu ekmeye yetti. Avrupa çırpındıkça batıyor, ürettiği bütün insani değerlerle birlikte… AfD’nin yükselişini önlemek zor. Diğer yandan ‘çözüm’ diye sunulanların bizatihi kendisi AB’nin küreselleşmeci hümanizmini ayaklar altına alacak cinsten. Sınırlarda dikenli teller arkasındaki ‘tahliye merkezleri’ özünde bu sığınmacı savaşının ‘toplama kampları’. Sığınmacı krizi bugün ‘Avrupa’nın ideallerini’ alt-üst ediyor, yarının distopyasını yazıyor. AB için ‘sonun başlangıcı’ desek yeridir.”[80]
FELAKET KARELERİ
Her gün Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışan 255 kişiden 10’u yaşamını yitiriyor. BM ‘Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) raporuna göre, 1-20 Ocak 2019 tarihleri arasında deniz üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışanların sayısı, 2018’in aynı dönemine göre yüzde 10’a yakın bir artış göstererek 4 bin 883 oldu. Bu süre zarfında, göç veya iltica etmeye çalışırken Akdeniz’de yaşamını yitirenlerin sayısı ise 2018’e göre, 2 artışla 203’ü buldu…[81]
2019’un ilk yarısında Akdeniz’de mülteci taşıyan teknelerin batması sonucu yaklaşık 900 kişinin yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor…[82]
İnsan hakları örgütleri Macaristan’da sığınma başvurusu reddedilen ve transit merkezlerde tutulan bazı sığınmacıların aç bırakılarak ülkeyi terk etmeye zorlandığını açıkladı…[83]
İtalya’nın Toskana bölgesinde yer alan Empoli kasabasında bir polis kontrolü sırasında elleri kelepçelenen ve ayakları bağlanan Tunus asıllı 32 yaşındaki bir adam hayatını kaybetti. İçişleri Bakanı Matteo Salvini polisleri savunarak, “Şiddet uygulayan birini durdurmak ve zararı önlemek için kelepçe kullanılır, papatya değil,” dedi…[84]
BM ile yapılan mülteci anlaşmasını iptal ettiğini bildiren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ülkesindeki Afrikalı sığınmacıların akıbeti konusunda BM ile yaptığı anlaşmayı yürürlüğe girmeden askıya aldığını açıkladı…[85]
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, ‘BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’na (UNRWA) mali yardımları tamamen durdurma kararı aldığını bildirdi…[86]
Filistin’lilerin en çok göç ettiği ülkelerden Lübnan’daki mülteci kampları kapatılmak isteniyor. Lübnan’da 500 bin Filistinli var. Devlete göre bu sayı 150-200 bin arası…[87]
‘Sınır Tanımayan Doktorlar’ (MSF) örgütü Eylül 2018 başında Libya açıklarında mültecileri taşıyan bir botun batması sonucu 100’den fazla mültecinin boğularak hayatını kaybettiğini duyurdu…[88]
28 Temmuz 2018 sabahı 600 Afrikalı göçmen Fas ile İspanya arasında bulunan 6 metre yüksekliğindeki dikenli tel üzerinden atlayarak Ceuta kentine girdi. Çatışmalarda 22 güvenlik görevlisi ve çok sayıda göçmen yaralandı…[89]
Almanya’da her dört göçmenden biri yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya. Göçmenler için yoksullaşma riski, Almanlara kıyasla iki kat fazla. ‘Federal Alman İstatistik Dairesi’, 2010’da göçmen kökenlilerin yüzde 26’sının yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu açıkladı…[90]
BBC’nin konuştuğu kaynaklar, Suriye’de Birleşmiş Milletler ve diğer kuruluşlar adına yardım taşıyan kişilerin, insani yardım karşılığında Suriyeli kadınlarla cinsel ilişkiye girdiğini anlattı. Yardım kuruluşu çalışanları, yardımları taşıyan kişilerin gıda yardımı karşılığında cinsel ilişki talep ettiğini anlatıyor. ‘BM Nüfus Fonu’nun (UNFPA) araştırmasına göre, Suriye’nin birçok vilayetinde insani yardım karşılığı cinsel ilişki talepleri son derece yaygın. Haziran 2015’e gelindiğinde, ‘Uluslararası Kurtarma Komitesi’ (IRC) Dera ve Kuneytra’da 190 kadın ve kız çocuğunun yardım kuruluşu çalışanları tarafından istismar edildiğini raporlamıştı.[91] IRC’nin konuştuğu kadınların yüzde 40’ı ise yardım dağıtım noktalarında cinsel şiddete maruz kaldıklarını söylüyordu…[92]
Atina’da Avrupalı erkeklerle para karşılığı cinsel ilişkiye giren Suriyeli genç videoya kaydedildi. Görüntülerde Suriyeli bir genç, orta yaşlı Avrupalı bir erkekle 10 euro gibi bir ücret için pazarlık yapıyor. Yatacak yerinin olmadığını anlatan Suriyeli genç, “Bir adam bana yaklaştı ‘aç mısın?’ diye sordu. ‘Evet, açım’ dedim. ‘Benimle gel yemek yer ve konuşuruz’ dedi. Ardından ‘Benimle uyur musun?’ diye sordu. ‘Sana yardım eder paranı veririm’ dedi. Daha sonra evine gittik. Taleplerini yerine getirmezsem para vermeyeceğini söyledi,” dedi…[93]
Amerikan CNN’nin Libya’da çektiği görüntüler dehşet verici: Karanlığın ortasında patlayan spot ışıkları kara derili mültecileri teşhir ediyor. Aynı anda fonda iğrenç bir ses: “1000… 1000… 1100… 1100… Yok mu artıran? Çiftlik işleri için iri yarı büyük erkek!” İzlediğimiz şey bir “Kunta Kinte” ya da “Köle İsaura” filmi değil. Burası Libya’nın Trablus kenti. Zaman XXI. yüzyıl!… Dünyada yüzer gezer mülteci sayısı 70 milyona ulaşmışken ve bunlardan birçoğu emek gücü olarak -topluca ve kayıt dışı- alınıp satılıyor…[94]
Yaşları üçten başlayan Suriyeli çocuklar Ürdün’deki çiftçiler ve şirketler tarafından yasadışı olarak çalıştırılıyor. Tahminlere göre 14 yaş ve üstündeki Suriyeli erkek çocukların yüzde 46’sı, kız çocuklarının da yüzde 14’ü haftada 44 saatten daha fazla çalışıyor. Ürdün hükümeti en son 2007 yılında ülkede 33 bin çocuk işçi olduğunu açıklamıştı. ‘Tamkeen’in verilerine göre, Suriye’deki savaştan dolayı bu sayı neredeyse iki katına çıktı…[95]
‘Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yasa dışı organ ticaretinde ilk beş ülke listesine giren Mısır’da göçmenler de organ mafyasının kurbanları oluyor. ‘Haaretz’e göre Mısır’da bulunan 250 bin Afrikalı göçmenden binlercesi bu mafyanın kurbanı olmuş durumda…[96]
‘Uluslararası Göç Örgütü (IOM), 2014-2018 döneminde göç yollarında bin 600 çocuğun yaşamını yitirdiğini ya da kaybolduğunu açıkladı.[97]
‘Almanya Federal Kriminal Dairesi’ne (BKA) göre, Almanya’da 1 Temmuz 2016 itibariyle 8 bin 991 sığınmacı çocuk kayıp olarak bildirildi. Kayıp çocukların 8 bin 46’sının 14-17 yaşlarında olduğu ve 867 çocuğun 13 yaşından küçük, 78’inin de 18 yaşından büyük olduğu kaydedildi…[98]
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Göç İdaresi Başkanlığı’nın istatistiklerine göre, Türkiye’de kayıp çocukların sayısı hızla arttı. Özellikle, 10 ile 18 yaş arasında kaybolan çocukların Afganistan uyruklu olması dikkat çekti. 4.5 milyondan fazla sığınmacının bulunduğu Türkiye’de, 1.5 yıl içerisinde 140’ı Afganistan uyruklu olmak üzere toplam 160’a yakın yabancı uyruklu çocuk esrarengiz şekilde kayboldu…[99]
“2015’ten beri AB ülkelerinde kaybolan mülteci çocuk sayısı 96 binden fazla. 2016’da refakatsiz şekilde Avrupa’ya ulaşan çocuk sayısı 63 binden fazla. Bu çocukların nerede olduğu bilinmiyor. Avrupa’da yaşayan refakatsiz mülteci sayısı 170 bin. Bu çocukların en çok maruz kaldığı durumlar cinsel istismar, tecavüz, insan kaçakçılığı, şiddet, kölelik ve organ mafyası. Fransa’da ise kaydı bulunup kendisinden haber alınamayan çocuk sayısı bin”…[100]
‘Mültecilerle Dayanışma Derneği Koordinatörü Pırıl Erçoban, Avrupa Polis Örgütü ‘Europol’ün, 2 yıl içerisinde 10 binin üzerinde göçmen çocuğun AB ülkelerine geldikten sonra kaybolduğunu açıkladığına dikkat çekip, “Bu çocukların akıbetinin araştırılması ve özellikle organ mafyası, seks işçiliği, zorla çalıştırma, kölelik şeklinde insan ticareti yapan çetelerin eline düşmeleri engellenmeli,”[101] dedi…
BAKMAK DEĞİL, GÖRMEK GEREK
Tablo buyken; bakmak değil, görmek gerek!
Aslında, neresinden bakılırsa bakılsın göçmenlik/ mültecilik her birimizde karma karışık duygular uyandıran bir kavram… Bir taraftan yerlerinden yurtlarından edilmiş insanların, denizlerde, sınırlarda yaşadıkları drama acırız, vicdanımız kanar; diğer taraftan yeni yerleştikleri topraklarda işlerimizi ellerimizden aldıkları ya da ayrıcalıklara sahip oldukları gerekçeleriyle aynı insanlara düşmanlık besleriz…
IŞİD saldırıları nedeniyle Suriye ve Rojava’dan göç etmek zorunda kalan milyonların yaşadıklarına tanık olduk son yıllarda. Kara sınırından girmek için çorak araziden geçen tel örgüler arkasında yaşananlar; Akdeniz’de, Ege’de derme çatma botların içinde yaşanan can pazarlığı, karaya vuran cansız bedenler; “medeni” Avrupa ülkelerinin sınırlarında tel örgüler ardında yaşanan vahşetler; Meksika-ABD sınırında orduların namlularının hedefi olan insanlar…
Göçmenler farklı farklı haberlerle geldi yine gündemimize. Hayır, “falanca mahallede küçük kızı taciz eden Suriyeli linç edilmek istendi” ya da “plajlarımızda günlerini gün ediyorlar” değil… Bunlar, şovenist histeriyle nasıl kışkırtılmak istendiğimize, halkları birbirlerine düşman etme çabasına örnekler.
Ortadoğu, Afrika ve Asya ülkelerinden sonra göçün en yoğun yaşandığı bölgelerden biri Latin Amerika… Ve halkların sevinçlerinde olduğu kadar, acılarında da nasıl kardeş olduklarının bir göstergesi… Bir fotoğraf karesi… Nehir kıyısına vurmuş iki cansız beden… bir baba ve 2 yaşındaki küçük kızı… Üzerinde kırmızı pantolonu, -görür görmez size Alan Kürdî’nin kırmızı tişörtü içinde suda yatan cansız bedenini çağrıştırıyor- korunmak ya da sularda kaybolmamak için babasının tişörtünün içine girmiş birlikte suda yatan minik bir beden… 26 Haziran 2019’da El Salvadorlu Oscar Ramirez ve kızı Valeria’nın Rio Grande Nehri kenarında çekilen resmi hatırlayın…
Yoksulluk nedeniyle ABD’ye gitmek isteyen bir “migrant caravan/ göçmen konvoyu” var Güney Amerika topraklarında. Ülkelerinden ayrılan, Meksika’yı boydan boya yürüyen ve ABD kapılarına dayanan bu göçmen konvoyunun yaşadıklarını, karşılarına çıkarılan ABD ordusunu ve sınırlarda çocuklarından ayrılışlarını geçtiğimiz aylarda izledik hepimiz. Ve özellikle göçmenlerin çocuklarından ayırılmaları, çocukların sınırlardaki “kafes”lerde tutuluyor olması, dünya çapında tepki yarattı. Ve bir göçmen çocuğun sınırı aşabilmek için sularda boğulması, göçmen çocukların güvenliğini yeniden gündeme getirdi. Meksika hükümeti üzüntülerini ifade ederken, ABD Kongre üyeleri sınırlardaki çocukları kurtarmak için bir şeyler yapılması gerektiğini söylediler. Trump ise “sınır muhafızlarımız hastane çalışanı değil” diye tweet attı utanmadan!
Gerek hükümetler, gerek burjuvazinin herhangi bir temsilcisi, bu yaşanan göçlerin sorumlusu olduklarından, çözmek adına hiçbir şey yapamazlar. Daha fazla kâr, daha fazla güç için halkları yaşadıkları topraklarda aç bırakılanlar, açlıkla-yoksullukla yüz yüze bırakılanlar, savaşlarla evleri başlarına yıkılanlar, yaşamı çaresizce başka topraklarda arıyorlar. Başka coğrafyalarda kendileri ve ailelerinin can güvenliği ve karın tokluğu uğruna ezilenin ezileni, dışlanan ve hor görüleni olmak pahasına evlerini terk etmek zorunda kalıyorlar.
Burjuva dünya ise en vicdansızların dahi yüreğini kanatacak bu görüntüler karşılarına geldiğinde timsah gözyaşları dökmekle yetiniyor. “Çocukları kurtaralım”, “Onlar bizim geleceğimiz”, “bir şey yapmalı” cümlelerinin en klişe timsah gözyaşları olduğu, hemen hemen aynı günlerde yaşanan başka bir olayda açık bir şekilde gözler önüne seriliyor.
“Beyazım, zengin bir ülkede doğdum, makbul pasaportum var, 3 üniversiteye gidebildim ve 23 yaşında mezun oldum. Bana sunulan fırsatlardan istifade edememiş insanlara yardım etmek vicdani bir ihtiyaçtı”… Bu sözler, Akdeniz’de bir botta mahsur kalan göçmenleri kurtaran kaptan Carola Rackete’e ait. 31 yaşındaki Alman kaptan Carola Akdeniz açıklarında karşılaştığı 40 göçmeni kurtardı ve Haziran ayının son günlerinde en yakınında bulunan İtalya’da Lampedusa Limanı’na getirdi.
Carola, “Yasadışı göçlere yardım ve yataklık etmek” suçlaması ile İtalyan hükümeti tarafından gözaltına alındı. Ve toplum şunu soruyor: Carola kahraman mı, suçlu mu?
Halklar göçmenleri kurtaran bu kadın kaptana kahraman gözüyle bakarken, İtalyan politikacılar onun için “suçlu kaptan” ve “korsan gemisi” dedi. Kimisi ise geminin içindekilerle batırılmasını istedi. Bu yaklaşımlar, her yıl yüzlerce insanın Akdeniz sularında yaşamını yitirmesinin de nedeni. Carola 30 Haziran’da mahkemece serbest bırakıldı ve sınırdışı edildi.
Benzeri bir hikâye de Mardini kardeşlerden gelmişti. Hatırlarsınız, savaş öncesi Suriye’de yüzme dersleri alan Yüsra ve Sarah Mardini kardeşler, Akdeniz’de botları batmak üzere iken botu yüzdürerek Avrupa kıyılarına ulaşmışlardı. 16 yaşındaki abla Yüsra o yıl mülteciler yüzme takımında olimpiyatlarda yarışırken, küçük kardeş Sarah da “insan kaçakçılığı” suçlaması ile karşı karşıya kalmıştı.
Evet, insanlar evlerini, topraklarını terk etmesin diye parmağını bile kıpırdatmıyor burjuvazi -suçlunun kendisi olduğu gerçeği şöyle bir yana- kıyılara vuran çocuk cesetleri gördüğünde de timsah gözyaşlarına boğulmayı ihmal etmiyor. Bunu kapatılan, duvarlar örülen, ordular dizilen sınırlardan, batan mülteci botlarından, kafeslere kapatılan çocuklardan, çelme takılan babalardan da görüyoruz. Sivillerin zımnî ya da açık onayı olmasa, resmî makamlar bu kadar pervasızlaşabilir mi?
Sermaye kendisi küreselleşir sınırları kaldırırken, emekçi halklar arasına ördükleri duvarları yükseltip, faşist yasalar çıkarıp, şoven duyguları besleyip geliştiriyor.[102]
TOPARLARSAK!
Kapitalizm, yapısal krizinin içinde devindikçe, tarihinin ölmüş canavarları canlanıyor. Üzerlerinde eski elbiselerle dolaşan entelijansiya, 1930’larda olduğu gibi bugün de bu canavarları betimlemekte, direnme araçları geliştirmekte zorluk çekiyor…
Düzen dağılırken, çevre ülkelerde hızlanan ekonomik ve siyasi çürümenin yarattığı insani felaketler, bir göçmenler dalgası yaratıyor. Bu dalga gelip de merkez ülkelerin krizden en çok etkilenen nüfusunun kıyılarına vurunca, kapitalizmin ölü canavarları canlanıyor. Batı dünyası da adeta kültürel dinozorların fink attığı bir Jurasik parka dönüşmeye başlıyor.
Kimileri, bu canavarların arasındaki dayanışmayı “milliyetçi enternasyonel” olarak tanımlıyor: “Batı’nın tüm yabancı düşmanları, ırkçıları birleşiniz!” Bu canavarlar, halkın ekonomik korkularını, Hıristiyan uygarlık elden gidiyor korkusuna tercüme edip, ABD’de, Macaristan’da, Avusturya’da, İtalya’da iktidara geliyor, Almanya’da merkez sağ partileri etkiliyor, İngiltere’de Brexit kaosunu tetikliyorlar. Nazi sempatizanları koalisyonlardan yararlanarak, istihbarat örgütlerine yerleşiyorlar.[103]
Göçü tetikleyen sürdürülemez kapitalizm, faşizmi tetikleyerek, göçmenleri dıştalıyor…
Neo-liberal küreselleşmenin, kentleşmenin sanayileşme ile, geçimin de ücretli istihdamla bağını kopardığını, “işsiz büyümenin” bir sonucu olarak da devasa boyutlar kazanan göçle karşı karşıya olduğumuzu hatırlatan Mike Davis, şu tespiti yapar:
“Göçmenlerin yeniden modern üretim ilişkilerine entegre edilmeleri olasılığını zayıf görüyor. Bu insanların gidebilecekleri yer, sefil sığınma kampları ve işsiz çevresel varoşlardır. Çocukları ise oralarda ancak fahişe olmayı ya da araçlı bombacı olmayı hayal edebilirler.”[104]
Sürdürülemez kapitalizmin kurbanı göçmenlerin/ mültecilerin hâli, bugün böyledir!
Bu durumda “Ne yapmalı? İlk ve (ne yazık ki) en yaygın tepki, koruyucu içe kapanma oldu: Dış dünya boka batmış durumda, haydi kendimizi her türden duvarla koruyalım.
Yeni bir dünya düzeni ortaya çıkıyor, ‘medeniyetler çatışmasına’ tek alternatifin medeniyetlerin (veya günümüzün daha popüler ifadesiyle ‘yaşam tarzlarının’) barış içinde bir arada varoluşu olduğu bir dünya: Zorla evlilik ve homofobi (veya kadının yalnız sokağa çıkmasının tecavüze davetiye olduğu fikri) ile bir sorunumuz olmayacak, dünya pazarına tamamen entegre olmuş başka bir ülkede olduğu sürece.
Bu yeni ‘hoşgörüyü’ mümkün kılan üzücü gerçek, günümüz küresel kapitalizminin artık ideolojik bir rüya olarak bile insanlığın kurtuluşuna dair pozitif bir vizyonu kaldıramıyor olması.
Fukuyamacı liberal demokratik evrenselcilik, özünde içerdiği sınırlılıklar ve tutarsızlıklar yüzünden başarısız oldu ve bu başarısızlığın semptomu popülizm; popülizm onun Huntington hastalığı. Ama çözüm popülist milliyetçilik değil, ne sağcı ne solcu. Tek tedavi yeni bir evrenselcilik-ekolojik tehditlerden mülteci krizlerine dek, insanlığın bugün yüz yüze olduğu sorunlar öyle gerektiriyor.
İkinci tepki, Bill Gates veya George Soros gibi toplumsal sorumluluk sahibi zengin şahsiyetlerde cisimleşen insan yüzlü küresel kapitalizm. Ekstrem formunda bile – ‘sınırlarımızı mültecilere açın, onlara bizden biri gibi davranın.’
Ancak bu çözümün sıkıntısı şu ki, yalnızca semptomatik tedaviye yönelik ilacı sağlıyor -temel küresel duruma dokunmadan, hastalığı değil yalnızca semptomları tedavi ediyor.
Böyle bir tedavi hastanın rahatı ve iyiliği için semptomları azaltmayı amaçlıyor ama bizim durumumuzda bunun yeterli olmadığı açık çünkü dünyanın tüm sefilleri zırhlı kulenin güvenliğine taşınamaz. Dünyanın sefillerine insancıl odaklanmaktan sefil dünyanın kendisine odaklanmaya geçmeliyiz.
Dolayısıyla verilecek üçüncü tepki, cesaretimizi toplamak ve ancak tek bir dünyada yaşıyor olduğumuz gerçeğini kavrayıp bunun sonuçlarını üstlenirsek kendini açık edecek radikal bir değişimi tahayyül etmek. Böyle bir değişiklik bir ütopya mı? Hayır, gerçek ütopya böyle bir devrim olmaksızın kurtulabileceğimizi düşünmektir.”[105]
O hâlde Elias Canetti’nin, “İnsan her zaman kendisini kitleden ve onu oluşturanlardan korumasını bilmelidir”; Rahmi Öğdül’ün, “Öteki çirkindir, biz güzeliz; öteki iğrençtir, biz nezih. Ötekiler, üzerine basıp ezeceğiniz böcekler. Böceklerle temas etmek, ötekilerle teması deneyimlemektir ya da tam tersi. Ötekilere ve doğanın öğelerine iğrenerek yaklaşmak, dünyaya faşizmin çemberinden bakmaktır,”[106] uyarısının altı çizilmelidir.
“HUKUKİ” TANIMLAMALAR[107] | |
MÜLTECİ | “Irkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu” için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişilere denir. |
SIĞINMACI | Mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere denir. Bu terim mülteci statüsü almaya yönelik başvurularının hükümet ya da BM Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından karara bağlanmasını bekleyen kişiler için kullanılmaktadır. Statüleri resmi olarak tanınmamış olsa da sığınmacılar vatandaşı oldukları ülkelerine zorla geri gönderilemezler. |
GÖÇMEN | Maddi ya da sosyal durumlarını iyileştirmek, kendileri veya ailelerinin gelecekten beklentilerini arttırmak gibi sebeplerle ülkeleri dışında bir ülke veya bölgeye göç eden kişilere denir. Mülteciden farklı olarak göçmen, zulme uğrayacağından korktuğu için değil, eğitim ve çalışma gibi sosyokültürel ya da ekonomik nedenlerle ve kendi arzusu ile ülkesinden ayrılan kişidir. Göçmenler, vatandaşı oldukları ülkelerin korumasından yararlanmaya devam ederler. |
DÜZENSİZ GÖÇMEN | Maddi imkânsızlık ya da suç kaydı olması sebebiyle başka bir ülkeye yasadışı yollardan ulaşmaya çalışan, göç ettiği ülkede kalmak için yasal bir hakkı bulunmayan kişilere denir. |
VATANSIZ | Kendi yasalarının işleyişi içinde hiçbir devlet tarafından vatandaş olarak sayılmayan kişilere vatansız kişiler denir. |
GEÇİCİ KORUMA | Haklarında uluslararası koruma statüsü belirleme işlemi yapılamayan yabancılara sağlanan koruma. Türkiye’deki Suriyeliler bu statüde. |
Ve en önemlisi de BM ülkelerinin, “Göçün bir insan hakkı olduğu”nu belirten anlaşmaya imza atmasının[108] tartışılıp, sorunun çeşitli “hukuki tanımlarla” iğdiş edilmek istendiği koordinatlarda; ilkesel tavrımız, ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 14. maddesinde, “Herkes zulüm karşısında başka ülkeye iltica ve bu ilticadan yararlanmak hakkına sahiptir,” biçiminde kayıtlıdır![109]
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:220, Kasım 2019…
[1] Murathan Mungan.
[2] “İtalya’nın Lampedusa limanında tutuklanmak genç bir kadın ve gemisi Sea-Watch 3 Akdeniz’den 40 insanı kurtarmış ve onları güvenli bir yere ulaştırmış deniz kaptanı olarak bu yaz kendi üzerimde çok fazla medya ilgisinin toplanmasına neden oldu. Tutuklanmam, Libya’daki iç savaştan kaçan mültecileri hukuka uygun bir şekilde karaya çıkarmak için bir siyasal çözüm bulma girişimiyle iki haftayı takiben gerçekleşti. Aşırı sağcı içişleri bakanı Matteo Salvini’nin emrine rağmen gemim İtalyan kara sularına girdi, böylelikle İtalya ve Avrupa’da sağa kafa tutan kadın hâline geldim. İtalyan yetkililer (bir hâkim hayat kurtarmaya çalıştığım için tutuklanma kararımı kaldırmış olsa da) hakkımda hâlen soruşturma yürütüyorlar, peki kaygılı mıyım? Açıkçası hayır, çünkü yaptıklarım meşruydu.” (Carola Rackete, “İklim Apartheidi Akdeniz’de Ancak Daha Fazla Trajediye Yol Açar”, Yeni Yaşam, 10 Eylül 2019, s.10.)
[3] http://sinirtanimayandoktorlar.org/saha-projeleri/can-yeleklerinin-en-kucukleri-msf/
[4] Bülent Uluer demişti ki: “Victor Hugo’nun çok hoşuma giden bir sözü gelir aklıma: ‘Mültecilik uzun süren bir uykusuzluktur…’ Yurtdışına gittikten çok kısa bir süre sonra yakında döneceğini düşünerek oraya giden insanların hikâyesidir bu… Türkiye’de bir siyasi mücadelenin boyu neyse, oradaki gölgesi de o kadar oluyor. Eğer ülkede saat on iki güneşi vurmuşsa, orada da on iki güneşi vuruyor, gölge filan kalmıyor. Eğer ülkede mücadele devam ediyorsa, onun devamını yurtdışında görebiliyorsun… 15 yıl süren sürgün hayatından sonra ülkeye döndüğümde ‘arkadaş’ olarak bıraktıklarımı yine ‘arkadaş’ olarak buldum. Siyaset nedeniyle beraber olduklarımın büyük bir kısmını ise ‘bulamadım’ çünkü yoktular!”
[5] Murat Çakır, “Bakar Körlük ve Dayanışma”, Gündem, 14 Ağustos 2015, s.13.
[6] İbrahim Varlı, “İnsan Hayatını Kurtarmak Suç Değil”, Birgün, 9 Temmuz 2019, s.4.
[7] İbrahim Varlı, “Mülteci Katliamı’nın Sorumlusu Kimler?”, Birgün, 21 Nisan 2015, s.11.
[8] Nesrin Nas, Neo-Liberal Düzen Dağılırken Fatura Demokrasiye Kesiliyor”, Yeni Yaşam, 15 Temmuz 2018, s.10.
[9] Melis Günden, “Dünya Mülteciler Günü: Milyonlarca İnsan Yerinden Edildi”, Birgün, 20 Haziran 2018, s.14.
[10] “68 Milyon Sürgün”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2018, s.13.
[11] Yücel Özdemir, “BM’nin Göç Paktı, Göçün Nedenlerine Dokunmuyor”, Evrensel, 6 Aralık 2018, s.11.
[12] “Işık Üniversitesi’nden Proje: Evlerine 26 Yılda Dönüyorlar”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2019, s.11.
[13] Fatih Altaylı, “Suriyelilerin Ne Kadarı Geri Döner?”, Haber Türk, 10 Şubat 2018, s.15.
[14] Mustafa Mert Bildirici, “2017 Çocuklar İçin ‘Kâbus Yılı’ Oldu”, Birgün, 28 Aralık 2017, s.2.
[15] “Onurlu Yaşam Herkesin Hakkı”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2018, s.16.
[16] Gülcan Dereli, “Türkiye’nin Mültecileşme Hikâyesi”, Yeni Yaşam, 20 Haziran 2019, s.8.
[17] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s.137.
[18] Bartu Soral, “Yeni Dünya Düzeni”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2018, s.11.
[19] Yücel Özdemir, “Göç; Nereye ve Ne Zamana Kadar?”, Evrensel, 23 Kasım 2018, s.9.
[20] “Küresel Silah Endüstrisi Büyüyor”, Birgün, 11 Aralık 2018, s.5.
[21] “Silah İhracatı Arttı, Çoğunluğu Ortadoğu’ya Gitti”, 12 Mart 2019… http://kizilbayrak41.net/ana-sayfa/duenya/haber/-/silah-ihracati-artti-cogunlugu-ortadoguya-gitti/
[22] “Türkiye’nin Kürt Karşıtlığı Askeri Harcamalara Yansıdı: Yüzde 24 Artış”, 29 Nisan 2019… https://marksist.org/icerik/Haber/12032/Turkiye-askeri-harcamalari-yuzde-24-artirdi
[23] “Türkiye’de Silah Firmalarının Satışları Yüzde 24 Arttı”, Evrensel, 11 Aralık 2018, s.9.
[24] “Dünya Silahlanıyor”, Cumhuriyet, 12 Mart 2019, s.10
[25] https://mailchi.mp/visionofhumanity/august-808219?e=0af9590786
[26] Orhan Bursalı, “Dünyanın En Berbat Hâli; Şiddetin Maliyeti 15 Trilyon Dolar”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2018, s.6.
[27] “Silahlanma Hakkındaki Gerçekler”, 28 Ağustos 2019… https://anfturkce.com/dunya/silahlanma-hakkindaki-gercekler-129546
[28] Cevat Turan, “Silahlanma ve Açlık”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2019, s.2.
[29] “26 Kişinin Serveti, Dünya Nüfusunun Yarısınınkine Eşit”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2019, s.16.
[30] “Afrika’da 3 Milyarder Kıtanın Yarısından Daha Fazla Servete Sahip”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/09/05/afrikada-3-milyarder-kitanin-yarisindan-daha-fazla-servete-sahip/
[31] Emre Deveci, “ABD: Eşitsizlik 90 Yılın Zirvesinde”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2018, s.11.
[32] “Savaşlarda Bir Yılda 12 Bin Çocuk Öldü ya da Yaralandı”, Evrensel, 1 Ağustos 2019, s.9.
[33] “İki Çocuktan Birine Şiddet”, Yeni Yaşam, 29 Kasım 2018, s.3.
[34] “150 Milyon Çocuk Yetersiz Besleniyor”, Birgün, 17 Mart 2019, s.13.
[35] “Tarımda Çocuk İşçi Azalacağına Artıyor”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2018, s.16.
[36] “Dünya Nüfusunun Yüzde 11’i Aç”, 15 Temmuz 2019… https://t24.com.tr/haber/dunya-nufusunun-yuzde-11-i-ac,830725
[37] “113 Milyon Açıkla Boğuşuyor”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2019, s.7.
[38] “9 Kişiden 1’i Açlık Sınırında”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2019, s.10.
[39] “Avrupa’da Her Dört Çocuktan Biri Yoksul”… https://www.dw.com/tr/avrupada-her-d%C3%B6rt-%C3%A7ocuktan-biri-yoksul/a-19444805
[40] “Avrupa’da Her Altı Kişiden Biri Yoksul”… https://www.dw.com/tr/avrupada-her-alt%C4%B1-ki%C5%9Fiden-biri-yoksul/a-48021261
[41] “Afrika’daki Çocuk Ölümlerinin Yarısı Açlıktan: 60 Milyon Çocuk Aç”, 5 Haziran 2019… http://www.diken.com.tr/afrikadaki-cocuk-olumlerinin-yarisi-acliktan-60-milyon-cocuk-ac/
[42] “DSÖ: Her Yıl 400 Bin İnsan Bozuk Gıdadan Ölüyor”… https://www.dw.com/tr/dsö-her-yıl-400-bin-insan-bozuk-gıdadan-ölüyor/a-49107978
[43] “Kötü Beslenme Alışkanlıkları ‘Ömrü Kısaltıyor’…”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2019, s.16.
[44] Örsan K. Öymen, “AB’de ve ABD’de ‘Göç Sorunu’…”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2019, s.12.
[45] Hamza Hamouchene, “Göçmen Krizinin Temel Nedeni: İnsanlar Yerine Kâra Öncelik Veren Küresel Sistem”, Birgün, 31 Ağustos 2015, s.12.
[46] Suketu Mehta, “Batı Sınırlara Ne Zaman Saygı Duydu?”, Birgün, 10 Haziran 2019, s.5.
[47] İbrahim Sirkeci, “Göçmen Hapishaneleri”, Birgün, 11 Eylül 2018, s.4.
[48] Ali Ergin Demirhan, “Ölüler Dirilerden Çalacak!”, Yeni Yaşam, 15 Kasım 2018, s.10.
[49] “Trump: Orduyu Gönderiyorum!”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2018, s.13.
[50] “Trump’ın Mülteci Zaferi!”, Yeni Yaşam, 26 Kasım 2018, s.9.
[51] “Meksika: ABD Sınırını Aşmaya Çalışan Göçmenler Sınırdışı Edilecek”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2018, s.7.
[52] “Sınırda İnsanlık Dramı! ‘Açız Bırakın Girelim’…”, Hürriyet, 21 Ekim 2018, s.12.
[53] “ABD: Göçmen Çocuk Gözaltında Can Verdi”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2018, s.8.
[54] “Baba-Kız Birlikte Can Verdi”, Yeni Yaşam, 27 Haziran 2019, s.3.
[55] “Trump: Göçmen Karşıtı Terörizm”, Yeni Yaşam, 15 Temmuz 2018, s.10.
[56] Doğan Ergün, “İnsan Pazarlığına Son Verin”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2018, s.13.
[57] Doğan Ergün, “Neşe Özgen: Devlet Gözetiminde İki Yol Açık Bırakıldı”, Cumhuriyet, 9 Ağustos 2018, s.8.
[58] Avrupa ülkelerinin, 2015’te aldığı sınır güvenliği önlemleriyle sığınmacı akınını büyük ölçüde durdurduğu ortaya çıktı.
NATO Parlamenter Asamblesi (NATO PA) Bahar Genel Kurulu’na sunulan “Sınır Güvenliği” raporunda yer alan bilgilere göre 2015’te 1 milyondan fazla göçmen Türkiye ve Kuzey Afrika üzerinden Avrupa’ya geçerken Türkiye ve Libya ile yapılan anlaşmalar ve alınan güvenlik önlemleri sonucu bu sayı 2018’de 113 bine kadar düştü. Alınan “sınır güvenliği” önlemleri birçok mültecinin yaşamına da mal oldu. 2018 yılında deniz yoluyla Avrupa’ya geçmeye çalışan her 18 mülteciden biri boğularak yaşamını yitirdi.
Raporda, mülteci krizinin zirve noktasına ulaştığı 2015 yılında Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu Akdeniz rotasından 885 bin, Libya ve Tunus’un da içinde bulunduğu Orta Akdeniz rotasından 153 bin olmak üzere 1 milyondan fazla mültecinin Avrupa’ya ulaştığı belirtilirken, AB ile Türkiye’nin 2016’da üzerinde uzlaştığı mülteci mutabakatı ve İtalya’nın Libya ile yaptığı anlaşmalar sonucunda mülteci akışının büyük ölçüde durduğuna dikkat çekildi.
2018’de 52 bin mülteci Türkiye üzerinden geçerek Avrupa’ya ulaştı. Orta Akdeniz rotası üzerinden ise 23 bin mülteci Avrupa’ya geçti ve sayı 113 binde kaldı. NATO gemilerinin de AB’nin dış sınırlarını korumak için görev yapan Frontex gemileriyle Ege’de mülteci geçişini kontrol altında tutmak için görev aldığı kaydedilen raporda, “Avrupa’ya geçiş sayıları kriz öncesindeki seviyelere dönmüş durumda,” tespiti yapıldı. (Hüseyin Hayatsever, “Avrupa, Mültecilere Kapıyı Kapattı”, Cumhuriyet, 8 Haziran 2019, s.20.)
[59] “Akdeniz, Göçmen Mezarlığına Döndü”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2015, s.18.
[60] “AB Komisyonu Başkanı Junker: Göçe Karşı Sınır Ordusu”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2018, s.11.
[61] “AB’nin Kader Zirvesi”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2018, s.13.
[62] Hıdır Güyildar, “AB’nin Mülteci Düşmanlığına Tepkiler Artıyor”, Evrensel, 18 Temmuz 2018, s.15.
[63] “Macaristan’dan BM’ye Göçmen Resti”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2018, s.13.
[64] “İtalya-Fransa Arasında Mülteci Krizi”, Milliyet, 16 Haziran 2015, s.19.
[65] “Bakandan Afrikalı Göçmenler İçin Skandal İfade”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2018, s.8.
[66] “İçişleri Bakanı Hakkında Soruşturma Açıldı”, Cumhuriyet, 27 Ağustos 2018, s.11.
[67] “İtalya’dan Göçmenleri Kurtaran Gemilere Para Cezası Verilecek”, 25 Haziran 2019… https://avrupaforum.org/italyadan-gocmenleri-kurtaran-gemilere-para-cezasi-verilecek/
[68] Murat Kuseyri, “Finlandiya’da Mültecilere Suçlu Muamelesi Yapılacak”, Evrensel, 7 Ocak 2019, s.9.
[69] “Fransa’da Sınırdışılar Arttı”, Yeni Yaşam, 8 Kasım 2018, s.9.
[70] Murat Kuseyri, “İsveç’te Sığınmacı Çocukların Zaferi”, Evrensel, 30 Kasım 2017, s.11.
[71] “Stern: İltica Yasasında Bir Sertleştirme Daha”, Evrensel, 21 Nisan 2019, s.9.
[72] “Sağın Göçmen Düşmanlığı Masadaki En Kritik Konu”, Birgün, 29 Haziran 2018, s.5.
[73] “Mülteci Krizi AfD’ye Yaradı”, Yeni Yaşam, 10 Temmuz 2018, s.9.
[74] Almanya ve İspanya mülteciler konusunda anlaşma imzaladı. Almanya İspanya’dan gelen sığınmacıların bir bölümünü geri gönderebilecek. İspanya, Afrika’dan yola çıkan sığınmacıların Avrupa’da ilk ayak bastığı ülkelerden biri. 2018’in ilk beş ayında 19 bin sığınmacı İspanya topraklarına ulaştı. 2014’ün ortalarından 2018’e Almanya’ya 1.6 milyon sığınmacı geldi. (“Berlin ile Madrid Mülteci İadesinde Anlaştı”, Yeni Yaşam, 10 Ağustos 2018, s.9.)
[75] “Göçmenler, Sınırlarda Yaşam Mücadelesinde”, Birgün, 23 Ekim 2018, s.4.
[76] Hilal Ünlü, “Midilli Mültecileri”, Evrensel, 24 Haziran 2019, s.12.
[77] “Atina’daki Mülteci Dayanışma Evlerine Polis Baskını”, Evrensel, 27 Ağustos 2019, s.9.
[78] “Göçmen Karşıtlığında Trump’la Yarışıyorlar”, Birgün, 1 Kasım 2018, s.4.
[79] Mustafa Balbay, “Hollanda’ya Göçen İzmir’de Yazlık Alan Suriyeli Aile…”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 2019, s.9.
[80] Ceyda Karan, “Avrupa’nın ‘Toplama Kampları’…”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2018, s.7.
[81] “Göç Dramı”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2019, s.7.
[82] “Libya Mülteci Teknesi Battı, En Az 40 Mülteci Kayıp”, Evrensel, 29 Ağustos 2019, s.9.
[83] “Orban’a Suçlama: Sığınmacılar Aç Bırakıldı”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 2018, s.11.
[84] Övgü Pınar, “Polisin Ellerini ve Ayaklarını Bağladığı Tunuslu Öldü”, 18 Ocak 2019… https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46920462?ocid=socialflow_facebook
[85] “İsrail BM ile Sığınmacı Anlaşmasını İptal Etti”, Evrensel, 4 Nisan 2018, s.11.
[86] “Filistinli Mültecilere Yardım Yok”, Yeni Yaşam, 2 Eylül 2018, s.9.
[87] Fatma Koçak, “Beyrut’un Arka Sokakları: Yok Sayılan Filistinli Mülteciler”, Yeni Yaşam, 17 Temmuz 2018, s.8.
[88] “Libya Açıklarında 100’den Fazla Mülteci Boğuldu”, Evrensel, 12 Eylül 2018, s.10.
[89] “İspanya: 600 Mülteci Dikenli Telleri Aştı”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 2018, s.11.
[90] “Milyonlarca Göçmen Yoksulluk Sınırında”… https://www.dw.com/tr/milyonlarca-g%C3%B6%C3%A7men-yoksulluk-s%C4%B1n%C4%B1r%C4%B1nda/a-15466015
[91] Kazal, savaştan önce Humus’taki komşusuna aşıktı… Kazal “20 yaşındaydı ve bir gün onunla evlenmeyi düşlüyordum. Sevmediğim biriyle evleneceğim hiç aklıma gelmemişti. Ama ailem ve ben Amman’a geldiğimizden bu yana zor günler geçirdik” diyor.
18 yaşında olduğunu söylüyor Kazal, ama çok daha ufak görünüyor. Suudi Arabistanlı 50 yaşındaki bir adamdan yeni boşanmış. Aileye ödenen 3100 dolar karşılığında yapılan evlilik bir hafta sürmüş.
“Amman’da kocamla yaşadım. Ama mutlu bir evlilik değildi. Bana hizmetçi muamelesi yaptı, eşi olarak saygı göstermedi. Sert davrandı. Boşandığıma sevindim” diyor.
İri, mavi gözleri evliliğinden bahsederken yaşla doluyor. “Aileme yardım etmek için evliliğe peki dedim. Nişanlandığımda çok ağladım. Bir daha para için evlenmem. İlerde kendi yaşımda Suriyeli bir gençle evlenmeyi umuyorum” diye konuşuyor.
BM Mülteci Kurumu UNHCR’in Ürdün temsilcisi Andrew Harper, ülkedeki yaklaşık 500.000 Suriyeli mülteciden bir kısmının çaresizlikten bu tür yollara başvurmasından kaygılı.
“İhtiyacı olanlara yeteri kadar yardım veremiyoruz. Mültecilerin büyük çoğunluğu da kadın ve çocuklar. Çoğu işe gitmeye alışık değil. Bu durumda, geçinmek için seks bir seçenek hâline geliyor” diyor.
Harper, mülteci kurumunun küçük yaşta kızlarını evlendirmeye çalışan bazı ailelere müdahale ettiğini söylüyor.
“Mülteci kadınlara göz koyulmasından daha iğrenç bir şey düşünemiyorum” diyor, “Buna tecavüz diyebilirsiniz, fuhuş diyebilirsiniz, ama en zayıf durumdakilerin istismarıdır.”
“Ürdün hükümeti ve halkı elinden geleni yapıyor, ama insanlar yoksul. Ailelerin de istediğini sanmadığım bu tür yollara başvurmamaları için daha fazla kaynak bulmamız gerekiyor.” (“Ürdün’de ‘Satılık’ Mülteci Kızlar”, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2013, s.12.)
[92] “Şoke Eden Gerçek! Suriyeli Kadınlar ‘İnsani Yardım Karşılığı Cinsel İlişkiye Zorlandı”, Hürriyet, 27 Şubat 2018… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/suriyeli-kadinlar-insani-yardim-karsiligi-cinsel-iliskiye-zorlandi-40755189
[93] “Suriyeli Gencin Avrupalı Erkeklerle İğrenç Pazarlığı”, Milliyet, 3 Mart 2018… http://www.milliyet.com.tr/suriyeli-gencin-avrupali-dunya-2620497/
[94] Ercüment Akdeniz, “Libya’daki Köle Pazarına Kimler Yol Verdi?”, Evrensel, 26 Kasım 2018, s.8.
[95] “Ürdün’deki Mülteci Çocukların Modern Kölelikle Mücadelesi”, 4 Kasım 2015… https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/11/151104_urdun_cocuk_isci
[96] “Göçmenler Organ Mafyası Kurbanı”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2018, s.11.
[97] “Uluslararası Göç Örgütü: Göç Yolunda Her Gün Bir Çocuk Kayboluyor Veya Ölüyor”, 28 Haziran 2019… https://tr.sputniknews.com/dunya/201906281039510013-uluslararasi-goc-orgutu-goc-yolunda-her-gun-bir-cocuk-kayboluyor-veya-oluyor
[98] Hüseyin Şimşek, “Suriyeli Çocuklar: Kayıp Nesil”, Birgün, 17 Eylül 2016, s.6.
[99] “Türkiye’de 1.5 Yıl İçinde 160 Sığınmacı Çocuk Esrarengiz Şekilde Kayboldu”, 26 Temmuz 2019… https://t24.com.tr/haber/turkiye-de-1-5-yil-icinde-160-siginmaci-cocuk-esrarengiz-sekilde-kayboldu,832218
[100] Ercüment Akdeniz, “Türkiye’de Kaç Kayıp Mülteci Çocuk Var?”, Evrensel, 1 Temmuz 2019, s.4.
[101] Hüseyin Şimşek, “Mülteci Kamplarında Herkes Risk Altında”, Birgün, 26 Mayıs 2016, s.2.
[102] Sibel Deniz, “Göçmenlik…”, 6 Temmuz 2019… http://mucadelebirligi7.net/index.php/makaleler/anonim/67-anonim/2925-gocmenlik
[103] Daily Beast, 26 Haziran 2018.
[104] Mike Davis, Eski Tanrılar Yeni Bilmeceler, çev: Şükrü Alpagut, Yordam Kitap, 2018.
[105] Slavoj Zizek, “Zenginler ve Mülteci Krizi”, Yeni Yaşam, 23 Kasım 2018, s.10.
[106] Rahmi Öğdül, “Ejderhalar ve Kahramanlar”, Birgün, 16 Ağustos 2019, s.15.
[107] Zeynep Bilgehan, “Mültecilerin Araftaki Yaşamı… Coğrafya Kader mi?”, Hürriyet, 4 Mart 2018… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/multecilerin-araftaki-yasami-cografya-kader-mi-40760294
[108] “BM Ülkeleri ‘Göç Bir İnsan Hakkıdır’ Diyecek!”, Evrensel, 14 Kasım 2018, s.11.
[109] Viet Thanh Nguyen’in Pulitzer Ödüllü romanı ‘Sempatizan’ (Viet Thanh Nguyen, Sempatizan, çev: Duygu Akın, Kafka Kitapevi, 2017.) ile sekiz hikâyesinden mürekkep ‘Mülteciler’inde (Viet Thanh Nguyen, Mülteciler, çev: Peren Gülmez, Kafka Kitapevi, 2019.) “Bütün dönüşler yuvayadır,” diyen Novalis’e inat, ısrarla yerinden edilmiş her insanın yegâne sorusunu dile getiriyor: “Ne zaman geri dönebilirim?” Aslında bu soru hâlâ zımnen dönülecek bir yeri varsaysa da bütün mülteciler içten içe dönecek bir yerlerinin olmadığını biliyorlar; bir gün dönseler bile döndükleri ülke, yitirdikleri ülke olamayacak.