Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri isimli kült kitabının hemen girişinde “sömürge dünyası ikiye bölünmüş bir dünyadır, ayrım çizgisi sınırlar kışla ve karakollarla belirlenmiştir” diyerek önümüze sömürge dünyasının ikna edici bir topografyasını koyar.
Sömürgesizleştirmeye dair bu topografya haritası eğer hala cariyse Diyarbakır’daki tarihsel değişimi nereye koyacağız?
Kürt coğrafyasının kalbi olan Diyarbakır, tarihsel bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçiyor. Sonda söyleyeceğimizi başta söylemek pahasına şunu kayda geçirmek elzem. Öyle görünüyor ki, son yıllarda Diyarbakır’ın değişen çehresini hakkıyla analiz edemezsek ne Kürtlerin aktüel siyasal sosyolojisini, ne son beş yılda yaşanan kulakları sağır edici dilsizliği ne de Kürt siyasetinin girdiği varoluşsal türbülans halini anlayabiliriz. Diyarbakır’ın zahiri manada kapitalizm batıni manada yeniden formatlanan kolonyal arzu tarafından fethedildiğini görmeden son beş yılda yaşanan asimetrik gelişmeleri anlamak muhal.
Bir kere Fanon’un bahsettiği yoldan gidersek hiç değilse görünüm olarak Diyarbakır, an itibariyle kolonyalizm bağlamında ikiye bölünmüş bir dünya falan değildir artık. Klasik kolonyalizmin mührünü vurduğu bir şehir olarak Diyarbakır çok gerilerde kalmış görünüyor.
Şimdilerde geniş ve modern caddeleri, havuzlu, ultra lüks siteleri, plaza ve modern alışveriş merkezleri kenti tam manasıyla ele geçirmiş durumda. Şehir butik bir orta sınıf kenti haline dönüşmüş olarak neo-liberal talana sonuna kadar açılmış bir görüntü veriyor.
Bu haliyle kentteki ayrım çizgisini kışla ve karakollar üzerinden değil yoksulluk ve ezilmişliğin merkez üssünü temsil eden bazı mahalleler üzerinden okumak daha isabetli. Bu sebeple Fanon’un keskin sınırlarla birbirinin karşısına yerleştirdiği “şehir içinde şehir” veya “iki karşıt şehir” dikotomisini Diyarbakır için düşünmek geride kalmış görünüyor.
Yanı sıra Diyarbakır için tıpkı klasik kolonyal şehirlerdeki gibi burada “iki farklı tür yaşıyor” demek de artık anlamsız. Re-organize edilen bu yeni durum uyarınca başka güncel yorumlara ihtiyacımızın olduğu ortada. Mamafih Fanon’un kolonyal şehir analizleri genelde pre-kapitalist kavrayış, araç ve edevatlarla çevrelendiği için bu hazır kalıp yorumlara şimdiki Diyarbakır’ı uyarlamak doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
Ve dahası Fanon’un sömürge lokasyonları için söylediği “dipçik”le, “süngü”yle hükmetme geleneğinin nispeten geri çekildiğini buna mukabil rıza üretme sektörünün daha ön planda tutulduğunu iddia etmek daha isabetli görünüyor. Devleti tarif ederken Lenin’in sokakta elinde silah tutan asker metaforundan yola çıkarsak şehrin makro görüntüsünde devleti (askeri) görmek de pek olası değil. Diyarbakır’ın hususen butik orta sınıf lokasyonlarında, devleti şehirde kameralar, ödünç alınmış kapitalizm, Starbucks temsil ediyor.
Daha önce tipik bir kolonyal kent izlenimi veren Diyarbakır’ın çehresi tam manasıyla değişmiş görünüyor. Bununla birlikte kolonyalizmin sadece askeri ve siyasi tahakküme dayanan bir yönetim felsefesi olmadığını Diyarbakır’ın değişen habitatı açık bir şekilde gösteriyor. Ve dahası kolonyalizmin yumuşak güç menzilinden format değiştirdiğini, yenilenen bu format üzerinden şehre damgasını vuran Kürtlüğün giderek nasıl aşındığını, bunun yerine nasıl kapitalizmin ikame bir ideoloji olarak Diyarbakır’a kök saldığını görmek ilginç ama tatsız bir deneyim.
Öyle görünüyor ki, Hewlêr’den sonra Diyarbakır’da da Kürtlüğün kapitalizmle iç içe geçmesinin üzerine düşünmemiz gerekiyor. Ve daha önemlisi Kürtlüğün giderek kapitalizme teslim olmasının, kapitalist araçlar üzerinden formüle edilmesinin, kapitalizmle sulh imzalamasının üzerine kafa yormamız gerekiyor.
Ne var ki tam bu aşamada Fanon’un kesinlikle haklı olduğu konu belki de tam da şudur: “Sömürgelerde ekonomik altyapı da üstyapıdır”. Diğer bir ifadeyle kapitalizm kılığına girmiş daha kompleks bir kolonyalist teşebbüsün şehre damgasını vurduğunu görmemiz gerekiyor. Şehrin birkaç yerine kurulmuş Starbucks’lar, devasa AVM’ler, lüks tüketim ahlakı, ve son model araba furyası ile şehir kolonyalist bir kalkınmacılığın açık menzilinde yer alıyor.
Bu şekildeki iktisadi dönüşümün açık bir kültürel ayartma dahilinde Türk modernleşmesinin içine akan bir nehir halini almasının üzerinde ayrıca düşünmemiz gerekir. Orta sınıf üzerinden yeniden kurgulanan Kürt modernleşmesinin, Türk modernleşmesinin bir şubesine dönüşme potansiyeli gerçek ve yakın bir olasılık.
Şehre iktisadi olarak damgasını vuran şey tamı tamına ödünç alınmış bir kapitalizm. Esasen devletin Kürtlere dönük geleneksel iktisadi kodlarını düşündüğümüzde bu politik iktisat teknolojisinin sürpriz sayılmayacağını teslim etmeliyiz. Nitekim Cumhuriyetin ilk yönetici kuşağının raporlarına bakıldığında Kürt coğrafyasında sınai kapitalizminin yani fabrikanın kurulmasının sakıncalarından bahsedildiğini biliyoruz. Sözgelimi M. Kemal’e sunulan Hamdi bey raporu bu konuda tipik bir örnektir.
Bu politikayı daha sonra başbakanlardan Ferit Melen de zikretmişti. Ona göre devletin söylenmeyen politikası Kürtlerin zenginleşmemesi ve okumaması üzerineydi. Öyle görünüyor ki Kürt toplumunda sanayi üretimin ulusal uyanışa vesile olacağının tamamen farkındaydı cumhuriyet eliti. Bunun yerine kontrollü ve bağımlı bir sektör olarak ticari kapitalizminin önünün açıldığını görüyoruz. Üretim yerine tüketimi, sermaye birikimi yerine pazarlamayı esas alan bir çeşit perakende ekonomisiyle Kürtlerin iktisadi kaynakları göz hapsinde tutuldu.
Buna rağmen son yirmi yıl boyunca Kürtlerin iktisadi formlarının neo-liberal kodlarda modernize edildiği ise tartışmasız. Devlet menşeili teşvikler, faizsiz krediler, dünya bankasından veya diğer Avrupa kurumlarından buraya yönlendirilen sermaye dolaşımı, özel fonlar, sosyal kalkınma ajansı ve iller bankası eliyle buraya sınıfsal bir mühendislikle yaklaşıldığı çok açık.
Bu sınıfsal mühendislik eliyle ve de Kosgeb, Köydes projeleri ile ulusal firmaların distribitörlük, franchising, şubeleşme ağıyla şehrin iktisadi hayatının radikal bir şekilde değiştirildiği ortada. Ödünç alınmış bu iktisadi hayatın üzerine oturduğu iktisadi model ticari kapitalizm ve bunun özne hali olarak orta sınıf fabrikasyonuyla yeni bağımlılık süreçleri güçlü bir temel atmış durumda.
Diyarbakır’ın iktisadi ve kültürel hayatına damgasını vuran orta sınıfa biraz yakından bakmak gerekebilir. Komünist Manifesto’da Marx sıkça orta sınıf vurgusu yaparak bu iktisadi durumu rafine kılmak suretiyle onu proleterya, burjuvazi ve aristokrasi arasında ara bir yerde konumlandırır.
Esas olarak da bu sınıf görünümünün esas görevinin burjuvazinin hakimiyetini pekiştirmek olduğunu ileri sürer. Ne var ki bu yazıda gösterildiği üzere Diyarbakır’da nevzuhur bu yeni orta sınıfın esas görevi Marx’ın belirttiği üzere yalnızca burjuvazinin hakimiyetini pekiştirmek değil, yeniden formatlanan kolonyal arzunun hakimiyetini de pekiştirmek.
Bahse konu orta sınıfın yeniden dizayn edildiğini de belirtmek gerek. Öyle görünüyor ki geleneksel orta sınıf Diyarbakır’da kelimenin tam anlamıyla tarihe karışmış durumda. Geleneksel orta sınıfı esasen statü talebi sembolize ederken şimdiki yeni orta sınıfı statü iştahı, meslek grubu ve gelir durumu sembolize ediyor. “Kaybedecek çok şeyi” olan yeni bir nesil yetişti Diyarbakır’da.
Bu yeni sınıfsal kültür, yeni orta sınıf ehlini, kutu misali hijyenik sitelerde, X-Ray cihazlarla korunan AVM’lerde sanki tamamen özgürmüş hissi vererek, ona bir tür simülasyon ortamı sağlamakta. Kendi kaderini tayin hissi veren bu simülasyon esasen bir tür afyon işlevi görerek bu sınıfı hem kapitalizmin öznesi haline getiriyor hem de oto kolonizasyona açık bir protez akıl inşa ediyor.
Paradoksal gibi görünebilir ama bu orta sınıf imalatının bir ayağı kapitalizm ve dolayısıyla oto-kolonizasyonda ise diğer ayağı ise Kürtlüğün içindedir tam da. Bir kere bu kadar güçlenen orta sınıfın bir açıdan Kürtlüğün tarihi gelişimi için şans olarak da görmek mümkün. Kürtlüğün orta sınıfının olmamasının Kürtlerde nelere mal olduğu biliniyor bugün yeterince. Ne var ki orta sınıf üzerine temellük eden bu Kürtlük yorumunun devrimci bir bağlama sahip olmadığını net bir şekilde tespit etmek gerekiyor. Tarihsel olarak da orta sınıfın modere ettiği bir devrim sürecini henüz hiçbir tarihçi yazmadı zaten.
Bu sebeple bu derece güçlenen orta sınıf mevcudiyeti ortadayken “devrim” fikrinden, “devrimci halk savaşı”ndan bahsetmenin hiçbir manada karşılığı yok. Öte taraftan bu orta sınıf konumunun Kürtlüğü sistemin içine taşıyan bir filika işlevi gördüğü de açık. Köprüleri atmak yerine köprülere tutunan, mücadele fikri yerine küçük burjuva radikalizmine bile prim vermeyip çoğunlukla bohemliğe sığınan bu yeni kuşakla Kürtlük ideolojisi liberalizmin statü ve tanıma ideolojilerine mahkum bir seyir izliyor.
Bu orta sınıflaşan Kürtlük dalgasının kapitalizmle neredeyse hiçbir sorunu yok, yeniden formatlanan kolonyalizm kozmolojisiyle bile yaşamayı beceren, Kürtlüğü kültüralist semboller ve sistem içi araçlarla yaşamayı seçen bu yeni dalgayı görmeden, anlamadan Kürt siyasetinin değişimci paradigmasal stratejiler üretmesi zor görünüyor. Ezcümle Kürt hareketinin sembolik sermayesi, kültürel ve ideolojik mekanı tarihsel olarak üçüncü kez değişiyor. Kırdan kente doğru seyir izleyen Kürt hareketi köylerden, şehrin yoksul semtlerine oradan da orta sınıfın üstlendiği merkezlere geçerek yeni bir tarihsel aşamaya sıçramış olmakla artık daha fazla kent hareketi görünümünde.
Bağlar, Peyas, Sur gibi yoksul bölgelerden Dicle kent gibi orta üst sınıf lokasyonlara taşınan Kürtlüğün muhteva değiştirerek yeni bir organik duruma yelken açacağı açıktı ve olan tam da bu. Sonuç olarak bu tarihsel değişimden şimdilik yoksul ezilmişlerin payına öfke ve hayal kırıklığı düşerken orta sınıflar temkinli bir araf hali olarak kazandıklarını koruma telaşında bekliyor.
Ezcümle Kürt coğrafyasında sınıfsal keskinlik ve sınıf hiyerarşisinin hiç olmadığı kadar ortaya çıktığı bir dönem yaşıyoruz. Kürtlerin zenginin daha zengin, yoksulunun çok daha yoksul olduğu sıra dışı bir dönem. Kürdistan’da sınıf olgusu daha önce hiçbir zaman kendini dayatmamıştı bu derece. Velhasıl Kürtlerdeki değişimin aktığı nehri takip etmek şu günlerde hassaten önemli.
Kürt coğrafyasında pek de alışkın olmadığımız şekilde derinde tarihsel bir değişim yaşanıyor. Değişik parçalardaki Kürt siyasetini domine edenler son beş senede bu gerçekle bihakkın yüzleşmediği için isabetli stratejiler üretmekte hayli zorlandılar. Fanon’la başladık onunla bitirelim. Ona göre her dönemde “gerçek”, ulusal davanın temel özelliği olmuştur. Eğer bu yazıda bahsi geçen değişim bir gerçeklik ise bu gerçeği inkar ederek gidilecek yol, yolcuyu tüketecektir yalnızca.