Ataları köle olarak Amerika kıtasına getirilen siyahilerin hikayeleri içinde bir siyahinin 21’inci yüzyılın en güçlü devletine Başkan seçilmesi var. Seçilme nedeni ABD’nin özgür bir ülke olarak dünya halklarının tümünü ayrımsız kucaklayacağını göstermekti ve elbette yapılan bir yanılsamaydı.
Asıl olan ise kendi içinde Martin Luther King’lere; düne kadar siyahilere yapılan ayrımın ve ötelemenin gecikmiş bir tazminatıydı. ABD bu tazminatı verirken yanında da demokrasi havariliğini dışarıya reklamlamış ve tüm dünya halklarını kendine imrendirmişti.
Amacı bu olan bir seçimin Başkanı da seçime uygun bir adapla hareket edeceği, kurtarıcı, hoşgörülü olacağı, bazen Hüseyin bazen de Barack’la adlandırılacağı, yeni bir dönemin, ilklerin heyecanını tüm ihtişamıyla koruyacaktı.
Bunu ciddi bir anlamda az da olsa yapabildi. “88 yıl sonra Küba’ya gitmesi, Paris’te imzalanan BM İklim Değişikliği anlaşmasına liderlik yapması” gibi, heyecan uyandıran ilklerin dönemini başarılı bir aktör olarak oynadı.
ABD’nin Trump’ı seçmesinin nedeni ise gelişen yeni dünya düzenini dizayn etmesi içindi. Artık bilek güreşinde ABD’ye karşı “baş döndürücü bir şekilde” karşı çıkan Çin ve “soğuk savaş sonrası kırılan gururunun öfkesiyle kaybettiklerini geri almak isteyen’’ Rusya meselesi ABD’nin Trump yüzünü ortaya koydu.
Burada ABD seçmenlerinin ve başka ülkelerin seçmenlerini karşılaştırmak çok önemli. Çünkü ABD tartışmasız entelektüel seçmene sahiptir. Kişisel önemini, haklarını ve ülke menfaatlerini iyi bilen, okur oranın çok yüksek olduğu, bilimsel araştırmalarla – makalelerle gelişimlerini gösteren, aynı şekilde teknolojik ilerleyişe adapte olan, NASA örneğinde olduğu gibi dünyanın çok az bir oranının doğrudan ulaşabileceği bilgilere ulaşabilen, gelişim evresini çok iyi yakalamış bir seçmen kitlesinden bahsediyoruz.
Sadece bu kısa bilgileri veriyorum, askeriyeden tutun, sağlığa, ekonomiye, bilime, sanata, sinemaya, metalurjiye, aklınıza gelecek her konuda kendini geliştirmiş bir ulus var.
Yine de ABD’nin saydığım dört beş şeylerine bakarak bile Trump’ın bilinçsizce, demokrasinin bozuk bir sistemiyle seçildiğini söyleyemeyiz. Ya da benim gözümde Trump bugün ve gelecek için bir adaktı. İnka medeniyetine göre değişik bir adak ama sonuç olarak bir adak.
ABD dünya jandarmalığının rolünü sadece askeri güçle almadı. Diplomasi, ulusal, mezhepsel, müttefiksel, ekonomik ve Soğuk Savaş örneği gibi hayata geçirdiği projelerle bu düzeni yaratabildi.
Bunlara bakarak dünya jandarmalığının rolünü alan bir hiper güce Trump gibi bir liderin iktidara seçilmesi mümkün mü? Tabi ki de değil, asıl olan ABD’de rakiplerini, halkların kurtarıcı maskesini düşürmeden korkutmaktı.
Yani böyle düşünün, kargaları korkutan mahsul sahibi değil, korkuluktur örneğini ele alarak anlayabiliriz, ABD ve Trump ilişkisini. Genelde korkutma reaksiyonlarının anti demokratik ve işgalci yüzünü ortaya çıkaracağı için ABD bu durumu bir kişiye yükledi, yani Trump’a.
İşte seçtikleri Trump devlet ciddiyetinden yoksun olduğu için, bütün ülkelerin adımlarını kestiremediği biri olarak kabul edildi. Doğal olarak devletler Trump’ın reflekslerine karşı tepkileri düşünerek, devlet ciddiyetine uygun bir şekilde karar vermeye çalışmışlardır.
Ne de olsa ABD yönetimi içinde de, halkının gözünde de Trump’ın verdiği karar aslında istenilmeyen bir karar olarak görülür. Ne de olsa ABD için Trump “ülkesini utandıran” biri olarak lanse ediliyor. Bunun da ABD’ye karşı devletlerin reflekslerini yavaşlattığını söylenilebilir.
Denilebilir ki ABD buna ihtiyaç duyacak kadar zayıf mı? Hayır zayıf değil ama tek kutuplu dünyadayken kazandığı, güç güdümlü demokratik havariliğini, kurtarıcı karizmasını ve imrenilen tüm politikaları, göz önünde bulundurularak bir devlet ciddiyetiyle rakiplerine Trump gibi davranması bu kazanımlarını kaybettirebilirdi. Yahut bu kazanımları için bunları hiç yapamazdı.
Ama Trump’ın yapması en başta ABD’nin yaptığı gibi sadece Trump’la sınırlı tutuluyor. Bu eksende karşı devletlerin Trump’ın vereceği kararlardan kendini muhafaza etmek için devlet ciddi
yetinin sorumluluğuna sığınıyor. Devletlerin ciddiyet kültürü içinde alacakları karar, karşısında bir devlet ciddiyeti ister. Ve alacakları kararla da tüm devlet organlarından ve halktan destek alırlar. Eğer karşınızda kendi devletinin organları tarafından bile kararları eleştirilen, yaptığı hareketlerle ABD’nin “utancı olduğunu” savunan bir yapı varsa, devlet ciddiyetiyle alınabilecek sorumluluğu boşa çıkartılmış olur.
Trump’ın Türkiye’ye karşı sözleri, kararları ve Türkiye’nin tepkisi anlattıklarımıza bir örnek olabilir. ABD’nin Bağdat’taki büyü elçilik protestosu da buna bir örnek olabilir. Büyükelçiliğin yılbaşına denk gelen günde protesto edilmesi, Trump’ın “İran’ı uyarmadan tehdit etmesi” ve Kasım Süleymani ‘nin cuma gününe denk gelen günde öldürmesi sonucunda Trump’ın devletleri ne kadarda korkutan bir kişilik olduğu ortadadır.
Aslında diplomasi gereği bu tarz olayların ucu açık , politik açıklamalarla yapılır. Her tarafa çekilebilecek cümleler kullanılır. Başkan Trump direk tek anlamı olan ve son kullanılacak ültimatom cümleleri en başta kullanır.
Barack Obama döneminde İran devrim Muhafızları tarafından Basra Körfezi’nde gözaltına alınan 10 ABD askerlerinin özür dilemesi sonrasında serbest bırakılmaları ile Bağdat büyükelçiliğin protesto edilmesi farklı olabilir ama ayrı olan şey ABD’nin o zaman kullandığı devlet üslubu ve şu anda kullandığı Trump üslubu arasındaki ayrımdır.
Kasım Süleymani öldürülmesi Trump’ın sadece bir dileği değildi, ama dikkatle açıklamalara baktığımızda ABD’nin muhalefetinden olsun, tüm devletlerden olsun herkes Trump’ın kutsal egosunu suçluyor. İşte tam da ABD’nin yapmak istediği ve söylemek istediğim bu, karşı devletleri devlet ciddiyetiyle düşündürüp reaksiyonlarını yavaşlatmaktır.
Şu an ABD bunu çok iyi bir şekilde başarıyor. Normalde de İran’ın kaideye değer bir karşılık vereceğini şahsen düşünmüyorum. Neticede çıkacak bir savaş İran’ın aleyhine olur. ABD çok önceden beri İran’ı kuşatan bir düşmandı ve düşmanın yıllardır yapmak istediği son adımlardan bazıları da bunların benzeri olacaktı.
Her hâlükârda ne İran buna şaşırmıştır ne de ABD. Bu minvalde ya İran gelenekleriyle uyuşmayan duygusal bir cevap verip, ABD’nin istediği savaş meşruiyetini verecek ya da ABD’nin yapacağı bu tarz yıpratmaya bir çare bulacak.
Az çok devlet aklının bilinen kararları alınacağı aşikardır. Bunun dışında İran ekonomik olarak da, yaptırımlarla boğuşan ve bu durumdan dolayı çıkan iç karışıklıkların göz önüne getirilerek, İran’ın bu süreci çok ciddiye alarak hareket edeceğini düşünüyorum.
Duygusal bir refleksi İran’dan beklemek şaşırtıcı olacağını düşünenlerdenim. Neticede mollaların devlet varlığıyla bütünleşen bir yönetim olduğu düşünülürse ılımlı bir şekilde hareket edeceklerini düşünüyorum. Ama ne yapılabilir bundan sonra? Bilinmez, bence İran kendi içinde statükoya karşı gelişecek tüm yapıların yok edilmesi için zemin bulmuş olur.
İç karışıklığa karşı lehine bu durumu kullanır ve bu durumların içinde olanlara karşı Kasım Süleymani’nin öcünü alırcasına meşru gücünü en şiddetli haliyle kullanır. Kullandığı güç karşısında da Kasım Süleymani şahsında toplumsal tepkiyi kırmış olur.
Aynı şekilde “dış güçlerin oyunları” diye tüm muhalefet ve yeni gelişmeler bastırılır. İran’ın şu an Kasım Süleymani’den alacağı kazançlar bunlar ve bunların benzeridir.
Yeni bir savaş fitilinin yakılması İran için gerici ve ahmakça olacağını düşünüyorum. Eminim İran yönetimi tarafından da zarar ve kar düşünülüyordur.
Yani sözün özü bu karmaşada “At binenin kılıç kuşananındır.”