Gündem her ne kadar Kasım Süleymani üzerine sirayet etse de bundan sonra gündemin ve dengelerin sahibi kuşkusuz Irak meclisinin kararı olacaktır. ABD, Irak’ta Sünni hükümetle yol bulamadığı için savaş ilan etmişti. Geçmişte Sünni iktidarın bastırdığı Şii mezhep ise bugün ABD sayesinde ülkede varlığını koruma ve yaşama imkanına kavuştu.
IŞİD; Sünni fundamentalizminin yenilmesiyle birlikte Irak’ta kalıcı bir Şii gücünün kontrolü pekişmiş oldu. IŞİD ‘in yenilgisinden sonra Şii milislerin, ABD’nin çıkarlarına artık hizmet etmediği, bilakis ABD’nin İran’a karşı daralttığı kemerden rahatsız olduklarının işaretleri vardı.
Sonuç olarak Kasım Süleymani suikastıyla, Irak hükümetinin, ABD tarafını bırakmakla kalmayıp ülkeden de göndermek için karar aldı. Bu işaretle birlikte Irak’ta artık ABD hükümeti ile Şiiler yolun sonuna geldiklerini öğrenmiş olduk.
ABD, Saddam ve IŞİD örgütünden sonra Sünni yönetime dönemeyeceği için yapacağı yeni siyasetin üçüncü yol olan Kürtlerle olacağı gözüküyor. Şayet İran’ın baskısıyla, ABD’nin Irak’tan askeri olarak çekilmesi söz konusu olsa bile, bu çekilmenin özerk Kürt bölgesine olacağı tahminler içinde.
Zaten gelişmeler Kasım Süleymani örneklerini içine alarak düşünülürse, ABD’nin yeni bir müttefiki güçlendireceği, kendine kalıcı bir zemin yaratacağı tartışmasız bir konu oluyor. Böylece Amerika’nın Kürtlerle yol olacağı kesin bir kanıdır.
Zaten mezhepçilik fundamentalizmi çatısı altında yapılan savaşlar ABD’yi ciddi bir tutarsızlığa götürmüştü. Yine de müttefik sadakati değerlendirilerek bölgenin şekilleneceği, yeni bir haritanın oluşacağı öngörüsü hakim. Kürtlerin bu denklemde kendilerini kurtaracak, bu rolü sahiplenecek siyasetleri, gücü ne kadar sağladıkları çok önemlidir.
Zira Ortadoğu’yu, totaliter, mezhepsel yönetimlerden kurtaracak siyasette bu olacaktır.
ABD’nin Sünni iktidarı devirdikten sonra Irak’ta iki tarafın da kabul ettiği Celal Talabani’nin Kürt kimliğiyle Cumhurbaşkanı seçilmesi tesadüfi bir gelişme değildi. En önemlisi ise iki mezhebin de bunu kabul etmesiydi. Bu durumun örneği gibi Kürtlerin oynayacağı siyasi çıkış üçüncü bir yol olarak yeni bir düzen, yeni bir siyaset olacağıdır.
Otonom Irak Kürt bölgesinin bu tarz mezhepsel siyasetten kendini arındırarak IŞİD ve Şii radikalizmiyle mukayese edildiğinde bölgedeki dini ve etnik dinamiklere yeni yaşam sığınağı olması bölgede Kürtlerin ellerini güçlendirecektir.
Peki şiddetli bir fırtınayla dalgalanan Ortadoğu’da kalıcı bir üçüncü yol nasıl izlenilecek? Delinmiş gemiye bir yılan fedakarlığa nasıl razı olunacak? Ve genel kabul görmüş siyasetten tamamen ayrı bir yol nasıl izlenilecek?
Bu sorular mukaddes bir kitabın cevaplarını taşımakta. Sadece tarihin fırsatlarını değerlendirmek için bu cevaplar düşünülemez, tarihinin seraplarını düşünerek de üçüncü yolun kalıcılığı sağlanılmalı.
Şayet ABD tarihi bir karar alır da Irak’tan çekilirse Sünnilerin de, Şiilerin de ilk yapacağı şey, bağımsızlık referandum örneği gibi ABD’nin Kürtlere sağladığı kazanımları geri almak olacaktır.
Ortadoğu’nun en aşılması zor olan ve çağa tamamen sağır olan başka bir durumu ise aşiretçiliğin iktidara olan etkisidir. Bu etki Kürt yönetiminde de hakim. Üçüncü yol ekseninde Kürtlerinde aşiretçilik yönetimini aşamaması, ellerini güçlendiren gelişmeleri pekala kaybettirebilir. KDP’nin kendi içerisinde aşiretçilik yapılanmasını tam olarak bitirdiğini söyleyemeyiz.
Zaten bağımsızlık pratiğinde YNK’nin referandumu tökezletmesine neden olan asıl gedik bu olsa gerek. Kürtler üzerine her ne kadar aşiretçiliği tartışma konusuna dahi etsekte önemli başka bir husus ise Kürtlerin anlı şanlı bir devlet deneyiminin olamamasıdır.
Neticede büyük bir nüfusu yöneten deneyimleri olmayan Kürtlerin nasıl bir yönetime gideceği çok önemli. Bilindiği gibi Kürtlerin dağlı olmaları bir etkenidir. Dağlarda, yaylacılığın etkilediği koşullarla kendi bölgelerinde, aşiret önderlerinin etkisi altında, dağınık bir yaşamları olmuştur.
Coğrafi koşulların yarattığı zorluklarla, merkezi hükümetlerden doğrudan bir etkileşim söz konusu olmadığı için günümüze kadar kendi varlıklarını, geleneklerini koruyabilmişler. Ulus bilincinin devletleşmesiyle, varlıkları tehdit sayılması yahut siyasi araç olarak kullanılmaları sonuçu, ulus devletler arasında sıkışıp acılara tabi bırakılmıştır.
Tam olarak Kürt halkını birleştiren ve ulus bilincini yaratan asıl etkenlerden bir tanesi de bu acı ve dışlanma oldu. Bu gayede ulusların otoriteleri arasında savrulmaları ve varlıklarının kabullenememesi Kürtlerde bir devlet ihtiyacını doğurdu. Ayrıca tam olarak ulus bilincinin güdümünde devletleşmeye gidildiği de söylenemez.
Sadece korunma güdüsü ve sığınılacak bir yer olmadığı için özgüce dayalı bir yapıya gidildiği söylenebilir. Neticede büyük bir aşiretin devlet olmadığını biliyoruz. Bu bilinçle aşiretçiliğin ulus devlet içinde sıkışmaktan kurtaran bir çözüm olamadığından aşiretlerce nispi, birleşik bir güç oluşturuldu.
Bu sayede Kürtler başkalarının siyasi aracı olmaktan kurtulup kendi gündemlerini oluşturdular. Yani bu gün bölgede çözüm olabilecek üçüncü yolu bu sayede oluşturdular. Aslında Kürtler için zikredilen büyük Ortadoğu projesi, başka bir telaffuzla ‘ikinci İsrail’ söylemleri bu gelişmelerle yorumlanabilecek düşüncelerdir.
Yahudilerin ve Kürtlerin halk olarak benzer acılara tabi olmaları bir örnek olarak gösterilebilir bu düşüncelere. Ama en önemli olan ise tarihte iki halkın da devlet ihtiyacı bulmadan yaşamalarıdır. Kürtler Ortadoğu’nun dağlık coğrafyasında bin yıllardır varlıklarını devletsiz bir şekilde koruyabilmişler. Bu bölgenin tarihinde isimleri, kültürleri hatırlanamayan yüzlerce devletler sayılabilir.
Kürtlerin şaşırtıcı bir şekilde bu varlık başarısı, kuşkusuz dağ halkı olma avantajıdır. Yahudiler dağınık ve kalabalık coğrafyalarda bulundukları halde varlıklarını, kültürlerini muazzam bir şekilde koruyabilmeleri ise anti misyoner, soydan gelen inançlarının avantajının olmasıdır.
İki halk da devlet ihtiyacı duymadan yaşamlarını varlıklarını bu eksende imparatorluklar, devletler içinde koruya bilmişlerdir. Yahudilerin tarih boyunca çektiği tüm acıların sonu olan Nazi faşizmiyle, yabancı devletlerin varlıklarını ciddi bir tehditle karşı karşıya bırakıldıkları için, bir devlet ihtiyacına mecbur kılındıkları söylenebilir.
Kürler de aynı kaderle “zalimce bir değersizlik duygusu” sonucunda devlet ihtiyacının korunmasına mecbur kılındı. Yaşanılan acı tecrübe sonucunda bir daha o günlere dönme korkusuyla, bugün Yahudilerin yaptığı gibi Kürtlerin de yaptığı, kazanımlarına sıkı bir bağlanış ve müthiş bir gelişim gerçekleştirmekteler.
Yahudiler acılarının derinliğinin böyle bir gelişmiş devletle son bulması aslında pek de şaşırtıcı değil. Neticede düşmanlarıyla yaşadıkları bir coğrafyada geçmişte yaşanmışlıkların korkusu bu başarıyı dayatır. Zaten altı gün savaşının sendromundan sonra bölgenin bu eksende filizlenen kazanımları ciddi bir tehditle karşılamaları doğal bir tepki olsa gerek.
Bir türlü durmak bilmeyen Irak kaosunun sonucunda, mecliste alınan yabancı askerleri ülkeden çıkarma kararı tekrardan kaosu tetikledi. Bunun etkisiyle, ABD’li Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio, ‘’Kürtlerin bağımsızlık zamanı geldi ” dedi. Bu her ne kadar Amerika çıkarana olsa da bu durum kuşkusuz Kürtlerin de çıkarınadır.
Kürtlerin bu yol ayrımında, bağımsızlık referandumunu ve ulus devlet tarihini ne kadar okudukları çok önemli. Aşiretçilik damarlarının hala kan pompalaması bu fırsatlara pek de cevap olduğu düşünülemez. Artık bu fırsatların Kürtler içerisinde nasıl bir değişiklik getireceğini beklemekten başka bir öngörüde bulunulamıyor.
Bir umut ki Mesut Barzani’nin hayalleri için ulus devletlerle karşı karşıya gelme cesaretini bu sefer de değişim için kullanmasıdır. Önceden denenmiş bir yöntemin Mesut Barzani tarafından tekrardan kullanılması da pek beklenen bir şey değil.
Özelde Irak’ın tekrar bir alev topuna döndüğü bir zamanda Kürtlerin aynı hatalarını tekrar etmesi bir intiharın tarihinden başka öte bir şey ifade edemez. Öngörülen bunlar olsa ki; egemen ulus siyaseti Kürtlere bir devlet ihtiyacını nasıl doğurduysa bu çalkantılı gelişmelerde Kürtler açısından zorunlu bir yönetim değişimi doğuruyor.
Bu sayede Kürtlerin mecburi bir doğuma gebe bırakıldığı söylenile bilir. Burada asıl beklenen ne zaman bir doğumun gerçekleşeceğidir. Geciken bir doğum mu? Erken bir doğum mu? Şahsen ikisinin de acı getireceğini düşünüyorum. Tam zamanlı bir bekleyişin olması en doğrusudur.
İran’ın, ABD hazırlıklarını bitirir bitirmez çok kibar bir şekilde Ayn El-Esad ve Erbil üstlerine attığı füzeler kayda değer bir cevabın verilmeyeceği tahminler arasındaydı. Önemli olan şey İran’ın Kürtlerin bölgesine attığı füze oldu. Sadece ABD üstlerine yapılan bir misilleme olmadığı bilakis Kürtler için mesaj içeren bir durum olduğu ortada.
Nihayetinde Irak’ın zayıflaması dediğimiz gibi en çok Kürtlerin işine geleceği için böylece ABD’yle perçinleşen bir müttefikliğe dönüşecektir. İran’ın bundan bihaber olmadığı keza bilinçli bir şekilde Erbil’i seçmesi bağımsızlık referandumu gibi bir uyarıda bulunmuş oldu. Beklenen de oydu zaten.
Kürtlerin bir daha fırsatları değerlendirirken daha güçlü ve gediksiz bir surun arkasında tam zamanlı bir doğum yapmaları, bu uyarılar doğrultusunda çok önemlidir.
Bilindiği gibi İran ABD’yi, Irak’tan çıkartmaya zorlayacak. Çıkarılan ABD demek, Kürtler için yeni bir kader demektir. Onun için Ortadoğu’da haritaları değiştirecek tek şey kuşkusuz uluslararası dengeden yararlanan teknik ve zaman dışında çağa ciddi cevap veren yeni bir yönetim olacaktır.
Bu konjonktürler değerlendirildiğinde Tarih kürtlere hiç sunmadığı fırsatları sunuyor zaten. Önemli olan Kürtlerin bu fırsatları ne kadar iyi kullanacaklarıdır.