Kürt mahallesinde yıllardır süren bir tartışmadan söz ediyorum.
Birçok Kürt, sorunun yaratıcısı olan Kemalistlerin sorunu daha kolay çözebileceğini düşünürken, bazı Kürtlerde ümmetçi bakış açısı nedeniyle siyasi İslamcıların sorunu çözmesinin daha güçlü bir ihtimal olduğunu savunuyor.
Kürtler yıllardır seçimlerde bu iki perspektiften bakarak oy kullandılar.
Aslında Kürtler, Kemalist iktidarların da, siyasal İslamcı bir iktidar olarak ortaya çıkan AKP’nin de yaptıkları arasında bir farkın olmadığını geldiğimiz gün itibariyle daha net bir biçimde gördü.
Cumhuriyet’in kuruluş aşamalarında Kürtlere muhtariyet (özerklik) vaat eden Kemalistler, 1921 Koçgiri isyanından başlayarak iktidarı siyasal İslamcılara kaybettikleri 2002 yılına kadar Kürtlerin varlığını dahi inkâr etti ve Kürtlerin buna yönelik tüm itirazlarını şiddetle bastırdı.
Sadece Cumhuriyetin kurulduğu 1921’den başlayarak 1938’e kadar 28 Kürt isyanı yaşanmıştır.
Dersim katliamı sonrası 47 yıl süren sessizliği 1984 yılında PKK bozdu ve Süleyman Demirel’in deyimiyle 29’uncu Kürt isyanı başladı.
PKK ile başlayan sürecin faturası ağır oldu. Üniter devlette ısrar eden Kemalistler bütün çözüm taleplerini reddetti. Tarihi kanla yazılan 1990’larda 17 bin 500 sivil sokakta öldürüldü, 100 bin kişi tutuklandı, 4 bin 500 köy boşaltıldı ve yaşanan çatışmalarda 40 bine yakın kişi hayatını kaybetti.
28 Şubat 1997’de meydana gelen post-modern darbenin sonucu olarak ortaya çıkan siyasal İslamcı AKP ise ümmetçi bir yaklaşımla çözüme göz kırptı. Atatürkçüler’in sorunu çözme gibi bir niyetinin olmadığını ve kendilerinin bu çözüme talip olduklarını 2002’den itibaren söylemeye başladılar.
Muhafazakâr Kürtleri buna ikna eden AKP ve Erdoğan, 2007’den itibaren Kürt siyasi hareketi ile dirsek teması kurarak, artık ismi Ergenekon’a dönüşen Kemalizm’e karşı ortak bir mücadele alanı yaratmaya çalıştı.
2013’te çözüm süreci başlatan Recep Tayyip Erdoğan, dönem içinde Suriye Kürt bölgesinde yaşananlar, Türkiye’de HDP’nin kitleselleşerek yüzde 13 ile parlamentoya girmesinin ardından çözüm denilen olguyu tamamen terk ederek Kemalistlerin 82 yıl boyunca yaptıklarını bile aşan şiddet politikalarını hayatını geçirdi.
Sadece 2015 ve 2020 tarihleri arasında 10 bin kişi yaşanan çatışmalarda hayatını kaybederken, Sur, Nusaybin, Yüksekova, Cizre ve Şırnak adeta haritadan silindi.
Kemalistler köyleri, kendisini İslamcı Muhafazakar olarak tanımlayan AKP ise Kürt kasabalarının yerle bir olmasıyla sonuçlanan şiddet politikalarını hayata geçirdi.
Şöyle bir dönüp geçmişe baktığımızda aslında Cumhuriyetin ilanından bu yana iktidar kavgası yürüten Neo İslamcılarla, Kemalistlerin Kürtlere aynı şeyi yaptıklarını görüyoruz.
Ortaya AKP tarafından konulan süreçlerin de sadece Kemalistlere karşı zaman kazanmak için ortaya taktikler olduğu artık aşikar. Kemalistlerin, M.Kemal’in ölümünün ardından Kürt meselesinin çözümüne dair hiçbir girişimleri olmadığı gibi, böylesi bir taktiksel manevraya da asla başvurmadılar.
Bunun sebebi ise iktidar da oldukları dönemde karşılarında bugün olduğu gibi güçlü neo İslamcı bir gücün olmamasından kaynaklanıyordu. Son 3 yıldır Kemalistlerin Kürtlere karşı kullandığı yumuşak söylemi ve gösterdiği yakınlığı düşündüğümüzde artık Kemalistlerin de AKP’ye karşı Kürt kartını bir manivela haline getirdiğini söyleyebiliriz.
Konunun başına dönersek Kürt sorununu Üniter Devletçi Kemalistler mi çözebilir, Ümmetçi Siyasal İslamcılar mı?
Her ne kadar Ümmet’i kapsayan bir anlayışın Kürt meselesini çözme konusunda daha açık olduğunu düşünsek de son yıllarda gördük ki, siyasal İslamcı diye tarif ettiğimiz kesimlerin aslında ümmetçilikten çok zaman içinde Sünni-Türkçü ve Akıncı bir harekete dönüştüğünü gördük.
İdeolojisini ümmetçilik üzerinden inşa eden AKP, kuruluş felsefesini bir kenara bırakarak tamamen Kemalizm’in kuruluş felsefesine muazzam bir giriş yaptı. Dolayısıyla siyasal İslamcıların Kürt sorununu çözebilme iradesinin ve niyetinin olmadığı gerçeği artık gün gibi ortada duruyor.
Ümmetçi ya da muhafazakar yapılarla son 40 yıldır Kürt politikasını domine eden hareketin ideolojik olarak uyuşmayan frekansları da ayrıca çözümün önünde başka bir engel olarak duruyor.
Siyasal İslamcı gelenekle hiçbir ortak bağı bulunmayan Kürt hareketinin Kemalistlerle sekülerlik bağlamında var olan ortaklığı ve 1920-1924 yılları arasında Kemalistlerle yapılan tarihsel ittifak Kemalistlerle çözümü daha yakın kılıyor.
Kemalistler, Hatay’ın misaki-milli sınırlarına dâhilinden sonra toprak talebinde bulunmayarak, politikalarını mevcut cumhuriyet sınırlarını korumak üzerine bina ederken, AKP’nin Neo-Osmanlıcı bir anlayışla Kemalistlerin ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ şiarının aksine hem içeri de, hem de sınırın öte yanında sürdürdüğü savaş politikaları Kürtleri siyasal İslamcı gelenekten iyice uzaklaştırdı.
Aklı başında ve tarihsel bir perspektifle olgulara bakan Kürtler, sorunun çözümünün de sorunun yaratıcısı ile mümkün olduğunu ve muhatabın da o olduğunu düşünüyor.
Şu anda ki mevcut koşullar Kürt siyasi geleneğinin henüz seçimlere giremediği 1987’de yaşansa ve seçime sadece Kemalistler ve İslamcılar girse; muhtemelen Kürtler, tercihini Kemalistlerden yana kullanırdı.
Tarihte Kürtleri yanına alan bütün siyasi partiler seçimleri açık farkla kazandı. 1950’de Menderes, 1977’de Bülent Ecevit,1983’te Turgut Özal ve 2002’de Recep Tayyip Erdoğan Kürtlerin desteği ile iktidara geldi.
Onların yaptığını bu defa tekrar etmeye hazırlanan ise Ali Babacan’dır.
Benim fikrimi sorarsanız ben derin tarihsel kökleri olan iki yapının da pratikte Kürtlere karşı aynı politikayı uygulasa da, teorik olarak Kemalistlerin çözüme daha yakın olduğudur.