Oktay Candemir: Hikayesi Yazılmayanlar -1: Yüksel Diker

Yazarlar

Dünya 1990’lara Berlin Duvarının yıkılışı, Sovyetlerin çöküşü ve Çavuşesku’nun canlı yayında kurşuna dizildiği görüntülerle girdi.

100 yılda zamana yayılacak biçimde gerçekleşebilecek büyük olaylar neredeyse bir yıl içinde oluyor,  dünyanın yarısı yaşananları üzüntü ile yarısı ise sevinçle karşılıyordu.

Dünya da bunlar yaşanırken, Türkiye’de ise daha önce bastırılmış ve 50 yıldır toprağa gömülmüş bir mevzu yeniden ortaya çıkıyordu.

Türkiye’nin bir bölümünde dağlardan şehirlere inen silahlı gençler, eylemler yapıyor, dünyaya ‘Biz Kürdüz, bizim haklarımız yeniyor. Bize işkence yapılıyor’ diye propaganda yapıyordu. Bu propaganda kısa sürede şehirlere, ilçelere, köylere yayıldı. Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı her yerde toplumsal ayaklanmalar başladı.

1991 Newroz kutlamalarında yaşananlar, İHD Amed Başkanı Vedat Aydın’ın katledilmesi ile birlikte toplumsal ayaklanma ivme kazanmış ve hızla dünyanın gündemine oturmuştu.

Devlet ise bu toplumsal ayaklanmayı bastırmak için her yolu deniyor, kurduğu paramiliter yapılarla sivil insanları öldürüyor, bu yaptıklarının duyulmamasını istiyor ve kendisine bağladığı basın ile bunu bir şekilde başarıyordu.

Ancak o günlerde devletin hesabını bozan ise Yeni Ülke isimli gazete oldu. Kürt gençlerinin bir araya gelerek çıkardığı bu gazete ile devletin bölgede yaptığı her şey anında dünyaya servis edilebiliyordu.

Devlet çareyi Yeni Ülke gazetesini kapatmakla bulduğunu zannederken Özgür Gündem gazetesi ile Kürt basın tarihi farklı bir boyuta evriliyordu. Özgür Gündem gazetesi Yeni Ülke’ye  göre daha iyi organize oldu, neredeyse her ilçede ve köyde gönüllü muhabirleri vardı. Bu gönüllüler ordusu ellerinde fotoğraf makinesi ile çektikleri görüntüleri ve ulaştıkları bilgileri bir şekilde gazeteye ulaştırıyor ve Türkiye’nin gündemini belirliyordu.

Kürt basını için 90’lar bombalı saldırılara, sokak ortasında öldürülen gazeteci ve dağıtımcılara, gazete kapatmalara, sonu gelmeyen hapis cezalarına rağmen Türkiye’deki ilk günlük Kürtçe ve Türkçe gazetelerin çıkartıldığı, ilk uydu televizyon yayınının yapıldığı seneler Kürt basınının çıkarttığı onlarca yayın ‘Özgür basın geleneği’ adını aldı.

Apê Musa çizgisinin gönüllü neferlerinden biri de Yüksel Diker’di. Henüz 20 yaşındaydı ve Van’ın Özalp ilçesinde yaşamasına rağmen neredeyse tüm bölgeden haberlerle gazeteciliğini geliştirirken, gerçeklerin ortaya çıkmasına da vesile oluyordu.

Gazete kapatmanın çare olmadığını göre devlet paramiliter yapılarla Özgür Gündem muhabirlerini öldürmeye başladı. Hizbullah ya da JİTEM Kürt gazetecileri kaçırıyor, infaz ediyordu.

O dönemde Alaattin Kanat, Murat İpek ve Murat Demir gibi karanlık kişilerde Van sokaklarında Adnan Işık ve Orhan Karaağar’ı katlederken, Günay Aslan’ı, Adil Harmancı’yı ve Yüksel Diker’i öldürmek için planlar yapıyordu.

Birkaç defa da yaklaştılar aslında. Günay Aslan ve Adil Harmancı’yı şans eseri ellerinden kaçırırken, öldürmek için gittikleri Özalp’ta Yüksel’in son anda fark etmesiyle elleri boş döndüler.

Kürt illerinde bunlar yaşanırken ben henüz 14-15 yaşlarındaydım. Yüksel’i ilk gördüğümde elleri kelepçeli, yaklaşık 50 özel harekât tim grubu tarafından ilçenin karşı tepesinde bulunan bir yere götürülürken gördüm. Bütün ilçe bulunduğu yerden gözlerini tepeye dikmiş, Temmuz sıcağında ellerini güneşe karşı kaşlarının üzerine tutarak Yüksel’in götürüldüğü yerde infaz edilmesini çaresizce bekliyordu.

Yüksel ile birlikte geldikleri alanda bir yeri kazdılar. Uzaklardan neyin kazıldığını bilmiyorum ama sonradan Yüksel’i alıp geldikleri gibi gittiler. Yıllar sonra Yüksel’den öğrendik ki, bir itirafçı o nokta silahların bulunduğunu ve o silahları da Yüksel’in sakladığını iddia edince onlarda Yüksel’i alıp o noktaya silahların yerini kazmaya getirmişler.

Oysa bütün ilçe halkı Yüksel’in orada infaz edileceğini düşünmüştü, Yıl 1994’tü e Temmuz sıcağıydı. Çatışmalı bu dönemde her gün yüze yakın insan yaşamını yitiriyordu. Başbakan Tansu Çiller, ‘Ya bitecek, ya bitecek’ dedikçe katliamlar artıyordu.

Özel Harekât Timleri duvarlara spreylerle milliyetçi sloganlar yazıyor, yetmiyor her akşam kapılara çarpı koyuyordu. Gazeteci Yüksel Diker, gözaltına olmasına rağmen yine de evinin kapısına çarpı atmaktan imtina etmiyorlardı.

İki ay cezaevinde kaldı Yüksel, haber yapmak dışında bir faaliyeti yoktu ve mahkeme onu serbest bırakmak zorunda kaldı.

O günlerde yaşadığı işkenceleri ise şöyle anlattı: Beni araç lastiğinin içine koyuyorlardı. Sonra birbirlerini doğru yuvarlayıp eğleniyorlardı. Bir süre sonra çıkarıyorlardı, kustuktan sonra bir daha aynı işkenceyi yapıyorlardı. Bu bazen saatlerce sürüyordu. Bir keresinde de saçlarımı pense ile çektiler. Ben 20 yaşındaydım o ara. Gözümün önünde birçok insanın o işkencelere nasıl direndiğine tanıklık ettim.”

Yüksel Diker’in tüm yaşamı alt-üst oldu. Emek verdi,  verdiği emeğin bedelini ağır bir biçimde ödedi. Devletin Kürtlerle olan savaşımının tesadüfen yaşayan nadir kişilerden biri oldu.

Yüksel Diker,  her şeye rağmen özgür basında çalışmaya devam etti. DİHA’da yıllarca aktif çalıştı.

2016 yılında çalıştığı belediyeden KHK ile uzaklaştırıldı. İşsiz kaldı, iş bulamadı. Şimdilerde İstanbul’da bir çay ocağında günlük 20 TL’ye çalışırken koronavirüs salgını nedeniyle o işi de yok artık.

Gazeteci Yüksel Diker bu coğrafya da emek vermiş ve bedelini de ödemiş binlerce insandan biri. Ben Yüksel’in hikâyesini yazdım. İsterseniz gerisini ondan dinleyelim:

SUSURLUK TETİKÇİLERİNİ DEŞİFRE ETTİLLER

“ 90’lı yıllara kadar büyüklerimizin, abilerimizin bize anlattığı hikâyelerle büyüdük. 33 Kurşun katliamı, Diyarbakır Cezaevinde yaşananları öğrendikçe bir kimlik sorunumuzun olduğunu ve ezildiğimizi bilince çıkardım. Devletin bölgede uyguladığı baskıya karşı bende bir nefer olarak yapabileceğim bir şeyi tercih ettim ve gazeteci olmaya karar verdim. Benim haberciliğime başladığım dönem tam da gazetecilerin sokak ortasında katledildiği döneme denk geldi.

Arkadaşımız Adnan Işık,  Van’da öldürüldü. Öldüren kişiler de Susurluk kazasından sonra itiraflarda bulunan Murat İpek ve Murat Demir’di. Oysa daha Susurluk kazasından 3 yıl önce bu kişilerin fotoğraflarını çektik ve haberini yaptık ‘Katiller Aramızda’ diye gazeteye manşet oldu. Sonra Adnan Işık’ın eşi ile birlikte Van Valisi Mahmut Yılbaş’a giderek bu kişilerin katil olduğunu söyledik. Yılbaş bu durumdan çok rahatsız oldu ve “ Kızım sen yanlış görmüşsündür. Bu tür saçma şeylerle karşıma gelmeyin” diyerek bizi makamından gönderdi. Susurluk kazasından sonra öğrendik ki ‘Bu ekibin başında bizzat Mahmut Yılbaş varmış.”

İŞKENCE TEZGÂHLARINDAN GEÇTİ

Gördüğü işkenceleri anlatan Diker:

“ İşkencede araç lastiğinin içine koyuyorlardı,  bir ara döve döve kolum patladı. Çıktığım mahkemede Hâkim’e işkencede yaralarımı gösterdiğim için hâkim benim için ‘Bunu buradan alın’ talimatı verdi. Çok iyi hatırlıyorum bir keresinde Özalp’tan Van’a götürülürken Özel Harekât Tim’leri beni Erçek Gölü kenarına götürdü. Kafama silah dayadılar, ‘Ya anlatırsın, ya burada ölürsün’ dediler. Gözlerim de bağlıydı. O zamanlar sorguda gözleri siyah bir bantla kapatıyorlardı. Ben onlara ‘Ne biliyorum ki ne anlatacağım’ dediğim de kafama sıkacaklarını düşündüm ama sonra beni kaldırıp neyse ‘Burası uygun bir yer değil, sonra öldürürüz’ diyerek Van’a götürdüler. Aslında öldürebilirlerdi ama Özalp’ta herkesin gözü önünde alındığım için sanırım yapamadılar. Günlerce insanın görebildiği her türlü işkenceyi gördüm. Filistin askısı, elektrik, falaka, kaba dayak.

Sonra ki yaşamında işleri hiç rast gitmemiş Yüksel’in. Çalıştığı Özalp Belediyesinden KHK ile uzaklaştırılır.

Gittiği hiçbir yerde iş bulamayan Yüksel sonrasını ise şöyle anlatıyor:

Ben şu anda emeğimle ayakta kalmaya çalışıyorum. Çay ocağında ya da taş ocağında.  İnşaatlarda, otellerde çalışıyorum. Çalışmak ayıp değil ama ben gazeteciliği yaşanan toplumsal sorunun çözümü ve hakikatleri anlatmak için yaptım. Bugün de imkânım olsa yine yaparım. İşte bugün canımı en çok acıtan ise gazetecilik yapamam. Son dönemlerde insanlarımızın nasıl vefasızlaştığını gördüm. Yıllarca yoldaş diye bağrıma bastığım insanların bana nasıl sırt döndüğünü gördüm. Muhtemelen bu sıkıntıyı sadece ben değil bütün KHK’liler ve uzun yıllar Kürt siyasi geleneğine emek vermiş tüm arkadaşlarımız yaşıyor. Aslında bizim sorunumuz da tam da bu artık. Benim burada anlattıklarım bireysel değil, benim şahsımda yaşanan toplumsal bir trajedidir. Artık herkesin dönüp ‘Biz nasıl bu hale geldik’ diye kendine sorması lazım. Şu anda koronavirüs nedeniyle iş bulamıyorum. Az da olsa kıt imkânlarına rağmen benimle dayanışan dostlarım da var. Şu anda bana destek oluyorlar…

Böyle diyor özetle Yüksel Diker.. O birçok kişinin sesini çıkaramadığı ateşten günlerde gazetecilik yaptı. Kürt gazetecilerin vahşi öldürüldüğü dönemde tesadüfen yaşadı. İşkencelerden geçti, emek verdi, bedel ödedi, ödüyor.

Unutulmasın istedim…

İlginizi Çekebilir

Temel Demirer: ‘Duvar'(lar)ı Aşan O; Hala ‘Umut’la ‘Yol’ Da Bizimledir
Hakan Tahmaz: Korona sonrası “yeni” dünya

Öne Çıkanlar