Galileo, dünyanın kendi etrafında döndüğü tezini ortaya atınca, dönemen muktedirleri O’nu idam etmek üzere yargıladılar.
İdam cezasına çarptırılan Galileo, dar ağacının önünde: “E por si move” diye haykırmıştı. Yani, “siz beni idam etseniz bile dünya herşeye rağmen dönecek” demişti.
Çünkü,Galileo geri zekalıların ve gerici anlayışların halkı sömürmek için kurdukları sisteme ve sistemi muhafazaya çalışan yasalara baş kaldırarak bir çağın kapısını açıyordu.
Bu çıkışı ile, yasalarla muhafazaya çalışılan sistem sahiplerinin uyduruk tespitlerini ve inandırıcı olma algılarını paramparça ediyordu.
Tezgahları temelinden bozulma tehlikesi ile karşı karşıya kalan egemenler, hemen bir mahkeme kurarak ve sistemi kollamakla yükümlü yasaları devreye sokarak Galileo’yu, “Sisteme ihanet ve Tanrı’nın dediklerine karşı gelmekten” idama mahkum ettiler.
Galileo’nun bu sonu, tarihi kayıtların tekkerür ettiğini ispatlar nitelikteydi. Nitekim Sokrates, düzensiz siyasetçiyi,uyduruk felsefeciyi ve sahtekar sanatçıyı samimiyetsizlikle değerlendiren çıkışları sonucu, Galileo’dan yıllar önce aynı akibeti paylaşmıştı.
Ne varki asırlar sonra gelişen bilim ve teknoloji sonrası, insanlık geçmişte “hain” olarak suçlayıp dar ağacına gönderdiği insanların öğretilerini kabul etmek zorunda kaldı. Bu da tarihin başka bir cilvesi.
Toplumlar kanunsuz,yasasız ya da müeyyidesiz yürütülemez. Ama her yasa ya da kanun her şart ve koşulda doğru değidir. Yasaların çoğu mevcut iktidarları korumakla sorumludur ve herkes için aynı adaleti içermez.
Dönemin iktidarları, hiç bir şiddet unsurunu devreye sokmadan,sadece doğru olan düşüncelerini açıkladıkları için Galileo ve Soktates’i ölüme göndermekle büyük bir vebalin altına imza atmışlardır.
“Keyfimiz öyle istedi onun için böyle davrandık” mı dediler? Elbette hayır.”Yasaların bize verdiği yetkileri kullanarak bu sonuca vardık” dediler. Peki yerinde, mantıklı, haklı ve doğru mu hareket ettiler dersiniz !?…
Orta Çağ karanlığından yapay zeka çağına kadar geçen insanlık tarihinden nice yıllar geçti. Uygulamaların motifinde bir çaput bile değişmedi. Sadece döneme uygun biçim değiştiren taktikler ve yöntemler oldu.
Suçlar düzleminde sürekli yasalar çoğalarak ve eza-cefa tarafları keskinleşerek geldi. Suçlu sınıflandırılması, maşallah bir fabrika misalı tanımlamalarla bir üretim içinde gidiyor.Yöneten ve yönetilen işleyişinde ismi devlet olan tüm örgütlerde sağlıklı ve adaletli bir balans kurulamadığı için çekişme hep var olmuştur.
Çekişmenin olmaması mümkün olmakla birlikte,yöneticilerin kariyerlerine ve özel mülkiyet tutkularına yenik düşmeleri nedeni ile dramatik gelişmeler ve olaylar tarih tarafından hep kaydediliyor.
Bu denge belli bir ülkenin kaderi gibi dursa amenna. Fakat insan oğlunun dünyaya hakim olma gibi güdüleri geliştikçe suçlu ile suç unsurları farklı boyutlara taşındı.
Yöneten-yönetilen çekişmesinden taraflar çekişmesine doğru son sürat yol almaya başlandı.
Bu son durakta 1969’lu yılları harırlıyoruz. Solcular 6.filoya karşı direnince,sağcılar tarafından karşıt eylemler şeklinde protestolarla karşılaştılar. Bu durakta felsefik suç ve suçlularda devreye girdi.
1971 yargılamaları gün gibi hafızalarda. Askeri darbe ile solcular, yürürlükteki kanunlarla yargılanıp Galileo ve Sokrates’ın akibetine uğratıldılar. Hüküm, “vatana ve inançlara ihanet” üzerine kurgulanmıştı.
Darbe idarecileri ise kendilerini tarihi halefleri gibi “kahraman” edası ile haklı çıkarmışlardı ama haklı değillerdi. Tarih bunları da unutulmayacak acı bir hatıra olarak kaydetti.
12 Eylül başlı başına bir facia. Aynı zamanda çok farklı bir yorumu da gündeme oturttu. O dönemin muktedirleri güya “milliyetçi,vatanperver” olarak çalıştıklarını söylerken; kendilerini eleştireren ve sizler yanlış,eksik-aksak işler yapıyorsunuz diyen bizleri ise “hain ve vatan satan” olarak görüyorlardı.
Sonra başka bir güç geldi ” Hayır! ikiniz de suçlusunuz” deyip asıl bizim borumuz öter dediler. Öyle de yaptılar. Suç ve suçlu dönemselleşti, ilk vatan sahipleri yerlerini başka vatan sahiplerine bıraktı ve bizlere de hapishaneler nasip oldu.
Önceki “vatan sahiplerinden” bir kısmı da bizimle geldiler, ama kandırılmış ve sahipsiz olanları, ipleri ve cezaları gögüslerken,kalbur üstü olanları ise işi az hasarla kotardılar.
Eski ve yeni “vatan sahiplerinin” esas hedefi bizlerdik ki ağır bedellerle işi hala da kotarmış değiliz. Çünkü güç onların.
Düzgün bir duruş sergileyen, hırsızlığa,haksızlığa,adaletsizliğe ve zulme karşı duran bizim taraftarların kimisi istikbalinden oldu, kimisi geleceğini kaybetti, kimisi de yaşamını kaybetti.
Sonra ne mi oldu dersiniz? İkinci grupta yer alan generaller yani dönemin “Vatan severleri” bu defa yargılandılar ve suçlu görünerek müebbet hapis cezalarına çarptırıldılar.
Yani her kanun her zaman haklı yürümüyor ve görecelidir. Suç ve suçlu ise dönemsel. Ne olur empati ile yaşayalım ve yaşamı bir birimize zehir etmeyelim…