Öyle görünüyor ki uzunca bir süre sönümlenen ancak son birkaç yılda yeniden alevlenen ve Zine Werte’de artık gizlenemez hale gelen geleneksel KDP- PKK gerilimi bir süre daha gündemde kalacak.
Yeni bir dönemin başındayız ve anlaşıldığı kadarıyla bu meseleyi daha çok konuşacağız. Bundan kaçış yok zira, kim ne derse desin Kürtlerin kaderi ve geleceğini biraz da bu ilişkilerin seyri belirleyecek.
Konu Kürtler açısından önemli ve dolayısıyla üzerinde durmak, konuşmak, çıkış yollarını ve olası sonuçlarını tartışmak gerekiyor.
Konuyla ilgili düşüncelerimi paylaşacağım ama önce, bir anımı paylaşmak istiyorum.
1992 yılıydı. Güneyin şirin kasabası ve sayfiye yeri Şaklava’da turistik bir otelde KDP ve YNK arasında birlik görüşmeleri yapılıyordu.
Görüşmeler Amerika’nın baskısı sonucu başlamıştı. Daha açıkcası Amerika, bu iki Kürt partisini otele kapatmış, ‘anlaşmadan çıkmayın’ diye uyarmıştı. Otelin ve çevrenin güvenliğini de ABD askerleri almıştı.
Görüşmelerin yapıldığı otele birkaç kez İsviçreli bir gazeteci arkadaşımın sayesinde gitme olanağım oldu. Orada dikkatimi bir şey çekmişti. Dışarıdan bakınca KDP ve YNK arasında sorunların yaşandığına inanmak zordu.
KDP’li ve YNK’li siyasetçiler otelin lobisinde veya bahçesinde karşılaştıklarında birbirlerine öyle güzel iltifatlar ediyorlardı ki şaşardınız. Bunların arasında düşmanlık, husumet bir yana kırgınlık olduğuna inanamazdınız.
Fakat aynı siyasetçiler sıra yemeğe geldi mi ayrı ayrı masalarda oturuyor, kendi aşçılarının yaptığı yemekleri yiyor, birbirlerinin yemeklerinin tadına dahi bakmıyorlardı.
Aynı otelde, aynı mutfakta KDP aşçıları KDP’liler için, YNK aşçıları YNK’liler için yemek yapıyordu çünkü, birbirlerine güvenmiyor, zehirlenmekten korkuyorlardı…
Garipti ama gerçekti. KDP-YNK ilişkilerinde derin bir güvensizlik egemendi ve elbette trajikti.
Gerçi aradan uzun süre geçti, şimdi nasıl bilmiyorum ama doğrusunu isterseniz pek de değişmiş olduğunu, bu derin güvensizliğin artık aşılmış olduğunu düşünmüyorum.
Kaldı ki daha 3 yıl önce referandum sonrası yaşanan gelişmeler de pek bir şeyin değişmediğini gösterdi.
Neyse, dediğim gibi KDP ve YNK arasında dağ gibi sorunlar ve bunun kaynaklık ettiği derin bir güvensizlik vardı ama Amerika da birleşmeleri için bastırıyordu.
Ne de olsa Soğuk Savaş sona ermiş, Amerika Yeni Dünya Düzeni adını verdiği bir strateji üretmiş ve bu yüzden gelmiş, Irak’ı işgal etmişti.
Amerika’nın bir planı, amacı, hedefi vardı ve Kürtlerin iç çelişkileri yüzünden bunların bozulmasını istemiyordu.
Sonunda görüşmelerden bir Kürt yönetiminin kurulması ve bunun ‘demokratik seçimler’ üzerinden kurumlaşması kararı çıktı. KDP ve YNK Kürdistan Meclisi’nin açılması ve federe bir Kürt devletinin kurulması konusunda anlaştı.
Aslında federe devlet daha kurulmadan bu iki parti arasında önce kağıt üzerinde, sonra pratikte paylaşıldı ve bu çok ciddi bir problemdi ama o gün birlik için bundan farklı bir sonuç da mümkün değildi.
Öte yandan ABD’nin bastırmasıyla Kürtler birleşti ama bu birleşme bölgesel gericiliği de harekete geçirdi. Türkiye, İran ve Irak’tan sert tepkiler geldi. Bu ülkeler hem tek tek hem de Ankara’da ortak tepki gösterdiler. Türkiye açık bir biçimde ilan edilecek Kürt oluşumunu tehdit etti ve sınıra asker gönderdi.
Türkiye’nin o dönem Cumhurbaşkanı olan Özal farklı düşünse de ipler artık Demirel’i yeniden başbakanlığa getiren askerin eliydi ve asker Kürtlerin iradeleşme sürecine tepkiliydi.
Bu yüzden Kürt federe devleti ilan edilse de sevinci uzun sürmedi. Aslında sevinç Kürtlerin kursağında kaldı zira, federe meclisin açılmasının ve Erbil merkezli federe devletin ilan edilmesinin ardından Kürtler arasında ‘92 savaşı’ olarak bilinen yeni bir çatışma patlak verdi.
Kuzeyden Türk ordusu, güneyden de KDP ve YNK peşmergeleri PKK’ye karşı operasyona geçti. O dönem de PKK, KDP ve YNK arasında gerilim yaşanıyordu.
Kürdistan’ı parçalayan, Kürtleri bölen 100 yıllık statüko 1. Körfez Savaşı ile çökmüş, ve Kürtlerin soluk alacağı bir toprak parçası özgür hale gelmişti ama üç büyük Kürt partisi; PKK, KDP ve YNK de hem savaş öncesi hem de sonrası farklı yol izlemiş, aralarındaki sorunları ertelemeyi ve birleşmeyi becerememişlerdi. Ayrıca buna fırsat da verilmemişti.
Fakat federe devletin bir yerde diyeti olan ‘92 savaşı’ Kürtlere çok şey kaybettirdi. Önlenebilir miydi, önlenemez miydi, bilemiyorum ve ayrıca yeterince tartışıldığını, o günlerden gerekli derslerin çıkarıldığını da düşünmüyorum.
Öyle olsaydı şayet, şimdi Kürtler yeniden benzer bir tehlike ile karşı karşıya kalmazlardı…
O dönem KDP-YNK arasındaki süren görüşmeler, küresel ve bölgesel güçlerin buna verdiği tepkiler hem bir Kürt oluşumunun ortaya çıkmasına hem de Kürtler arasında bir savaşın yaşanmasına yol açtı.
Şimdi benzer bir süreç Rojava- Başur görüşmelerinde yaşanıyor.
Rojava’da devam eden ve çalkantılı geçen, ayrıca daha bir sonuç ilan edilmeden Türkiye başta olmak üzere birçok ülkeyi ve çevreyi harekete geçiren PYD- ENKS görüşmelerine böylesi bir tarihsel arka plandan bakınca Kürtleri nelerin beklediğini kestirmek zor olmasa gerek.
PYD-ENKS görüşmeleri özünde Başur-Rojava görüşmeleridir. Öyle okumak gerekiyor ve burada da Amerika çok açık bir biçimde anlaşmaları için zorluyor. İyi mi yapıyor, kötü mü yapıyor, bunun Kürtlere getirisi, götürüsü üzerinde konuşabiliriz ancak, somut durum bu: bunu isteyen bir dış dinamik var ve Rojava’nın iç dinamikleri de buna destek veriyor.
Ancak bu tek başına yetmiyor, yetmez.
Bölgeyi yeniden dizayn etmek, İran meselesini çözmek isteyen Amerika, Başur ve Rojava hattındaki sorunların çözümü için bastırıyor. Tıpkı geçmişte olduğu gibi Kürtlerin iç sorunlarının işini zorlaştırmasını, bozmasını istemiyor fakat, bu tek başına Amerika için yeterli olabilir ama Kürtlere yetmiyor.
Kürtler için daha fazlası gerekiyor…
Aslında Amerika’nın bölgesel hedefleriyle Kürtlerin çıkarları örtüşüyor. Ancak Kürtlerin iç sorunları, bölünmüş, parçalanmış olmaları zafiyet yaratıyor.
Kürtlerin kendi aralarındaki sorunlar sadece ABD’nin talepleri ve çıkarları ekseninde ele alınır ve kalıcı, kritik sorunlar görmezden gelinir, sürecin dışında bırakılırsa görüşmelerden olumlu sonuç çıksa bile bedeli ağır olabilir. Rojava görüşmelerini KDP-PKK ilişkilerinin dışında tutan yaklaşım gerçekçi olmadığı gibi, tehlikeli de olabilir.
Dolayısıyla Rojava’da SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani’nin inisiyatifinde sürdürülen görüşmelerin KDP-PKK gerilimine nasıl yansıyacağı önemlidir. Oradan çıkacak sonuç KDP-PKK yakınlaşmasına hizmet edeceği gibi, çatışmasını tetikleyebilir de…
Sürecin bu kadar uzaması, ‘anlaştılar’ haberlerinin yayılmasına rağmen resmi bir açıklamanın yapılmaması sanırım buradan; KDP-PKK gerilimden kaynaklanıyor ve ayrıca oradan nasıl bir sonuç çıkacağı da KDP-PKK ilişkilerine bağlı görünüyor.
KDP-PKK ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceğine dair kararı ise ne Amerika, ne Türkiye, ne İran, ne Rusya ne de başka bir güç verecektir. Bu kararı bu partilerin kendileri verecektir.
KDP de PKK de bu kararı kendi özgür iradesiyle, hesabını, kitabını, gelecek planlamasını yaparak alacaktır.
Kürdistan toplumunda sesi gür çıkan, her parçadan marjinal bakış açılarından yola çıkarak KDP’yi ‘’iradesi olmayan, Türkiye’nin işbirlikçisi, ilkel milliyetçi’’ gören ve göstermek isteyen söylemler hamasetten bile artık iş yapmıyor, siyaseten hiç sonuç vermez.
Aynı şekilde PKK’nin ‘’Kürt devletine ve kendisi dışındaki her türlü Kürt iradesi karşıt olduğu, hem İran yanlısı hem Ergenekon uzantısı olduğu’’ gibi söylemlerin de hamasetten bir alıcısı bulunmuyor. Kürt toplumu psikolojik savaşın bu çok bayat söylemlerinin çok ilerisinde bir yerlerde seyrediyor.
Güney Kürdistan’daki nesnel, öznel değişimleri görmeden, yükselen orta sınıfın, modern milli burjuvazinin öncülük ettiği yeni siyaseti ve genç siyasi eliti ve yeni sosyolojiyi görmeden yapılacak her KDP değerlendirmesi yanlış ve yanıltıcı olacaktır…
Aynı şekilde 4 parçada ve diasporada son 40 yılda yaşanan ulusal-devrimsel gelişmeleri görmeden, bir motor gücü misali PKK’nin buradaki değiştirici, dönüştürücü ve özgürleştirici özelliğine saygı göstermeden yapılacak her PKK değerlendirmesi de yanlış ve yanıltıcı olacaktır.
Bu partiler arasında ilişkiler nasıl seyreder, onlar nasıl bir karar verir bilinmez, bu partilerin iradesine bağlı bir şey ama kamuoyu yapıcılarının, aydınların ve sivil dinamiklerinin KDP ve PKK ile ilgili bakış açılarını gözden geçirmeleri gerekiyor.
Sürecin olumlu sonuçlanmasını istiyorsak, her şeyden önce siyasi dinamiklere bakış açımızı yeni bir zemine oturtmalıyız.
Yeni sürece ve Kürtlere eski gözlüklerle bakamayız, bakmamalıyız…