Koronavirüsü dünyayı adım adım sarmaya başladıktan sonra, belirsizlikler ortamında “hiçbir şey eski gibi olmayacak” belirlemesini çok sık ve yaygın duymaya başladık.
En son Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Ahmet Altan, koronavirüsü salgını konusunda Amerikan gazetesi Washington Post için kaleme aldığı makalede bu tezi işlemiş. Altan, 21. yüzyıl Koranavirüsü sonrasında başlayacak iddiasını dile getirmiş.
Aslında pozitif anlam taşıyan bu türden tez ve iddialar daha önce de çeşitli vesilelerle kullanıma sokulmuştu. 2002 yılında AK Parti iktidarıyla başlayan AB ile müzakere sürecinde, 2010 Anayasa referandumu sonrasında Türkiye için benzer görüşler yaygın olarak dile getirilmişti. Ya da benzer beklentiler hayli yüksekti. Türkiye’nin içinde bulunduğu nokta malum. Düne göre Türkiye hemen hemen her konuda negatif bir durumda.
Evet bu kriz 2. Dünya savaşı sonrasının en büyük krizi, her şeyi, her kesimi ciddi büyüklükte sarstı, yıkıma uğrattı, insanlık felaketle karşı karşıya. Küresel kapitalist sistem, Koronavirüsü karşısında çaresizlik içinde. Dünya Sağlık Örgütü gibi küresel örgütlerde ciddi depremler oluyor. Kısa süre içinde virüs karşısında üstün konuma geçileceğine dair güçlü emareler yok.
İnsanların sosyal, siyasal, kültürel ve yaşamsal alışkanlıklarının değişmesine karşı gösterdikleri kitlesel dirence, değişik alanlarda farklı içerik ve boyutlarda tanıklık ediyoruz. Hayati riske rağmen “sosyal mesafeyi koruma ve evde kalma” çağrılarına riayet etme konusunda yaşananlarda olduğu gibi.
Koranavirüsü döneminde yaşamayı ciddiye alma konusundaki ciddiyetsizlik sadece bizde değil, bütün dünyada yaygın. Sıranın kendisine gelme korkusuyla birlikte yaşanan duymama, anlamama halleri ve ısrarları var. Bu aynı zamanda Koronavirüsü sonrasında Ahmet Altan’ın yazısında belirttiği gibi, eskinin ortadan kalkması sürecinde, yeninin yeşermesinin zor bir süreç olacağının ve zaman alacağının işaretleri.
Yönetici katında da durum farklı değil. Hepsi krizin büyüklüğünün, derinliğinin farkındaymış gibi konuşuyorlar. Ama kendi yönetimlerinin kriz karşısındaki acizliğini ve yol açtığı sonuçları müstesna sayıyorlar. Bildiklerini okuma, eski politikalarını hiçbir değişikliğe gitmeden sürdürme ısrarı içinde oldukları görülüyor.
Krizi fırsata dönüştürme eğilimi içinde oldukları görülüyor. Yönetimlerin niteliklerinden bağımsız olarak bütün biçimlerinde aynı eğilimi veya ısrarı gözlemlemek mümkün. Otoriter veya demokratik yönetim olmaları, tek başına çok fazla bir şey ifade etmiyor. Bu durumun ne kadar ve ne zamana kadar sürdürebileceğinden bağımsız olarak bu yaklaşımın felaketi büyüteceği çok belli.
ABD Başkanı Donald Trump ve yakın mesai arkadaşları, Başkanlık seçimleri öncesi, Çin ile gerilim siyasetiyle iç siyasette kaybettiği siyasal güçlerini tahkim, telafi etmek telaşıyla her gün yeni bir absürtlüğe başvuruyor. İngiltere yöneticileri gibi bir çok ülke yöneticilerinin durumu da ne ABD Başkanınkinden, ne de ondan geri kalır yanı fazla olmayan Rus lider Vladimir Putin yönetiminden çok farklı değil. Pandeminin, kötü yönetilen rejimlerin meşruiyetini tehdit etmesi, ciddiye alınmıyor.
Türkiye’de de durum farklı değil. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Koronavirüsü sonrasında yürütülebilir olma sınırına dayanmış iç ve dış siyasetinde, hafif de olsa frene basma eğiliminde değil. Aksine koronavirüsü krizini, 15 Temmuz Darbe Girişimi gibi fırsata dönüştürmeye çalışıyor.
Tıkanmış ve duvara toslamış güvenlikçi, milliyetçi, muhafazakâr, yasakçı ve baskıcı politikalarını kalıcılaştırmak, hedefine ulaştırmak ve hatta kurumsallaştırmak için çırpınıyor. Krizin küresel olma özelliği, ekonomik, sosyal boyutları ve ortaya çıkardığı sorunlar ve yarattığı sosyal, siyasal ve kültürel tahribat, bu kez buna fırsat vermeyecek gibi görünüyor. Bu nedenle, bu yolda çırpındıkça siyasal ve ekonomik olarak daha çok batıyor ve Koronavirüsü sonrasına “yeni döneme” hazırlıkta, Türkiye’yi geciktiriyor.
Son döneme ait birkaç örnek vererek ve muhalefetin ne yapmasını gerektiğine işaret ederek yazıyı sonlandıracağım.
Türkiye, güvenlik ve beka kaygısıyla bölge politikasını eski gibi sürdüremez. Irak, Suriye ve Lübnan’da çok yönlü sürdürdüğü askeri operasyonlar, siyasal ve ekonomik kapasitesinin sınırına gelmiştir.
İç siyasette krizleri aşmada can simidi olarak kullandığı siyasal kutuplaştırma, muhalefeti kriminalize etme, Kürt demokratik hareketinin siyasal kırım politikaları, eskis, gibi sonuçlar vermeyecektir. Pas tutmuş siyaset yöntemlerine toplumun prim verme ihtimali her geçen gün daha fazla zayıflamaktadır.
Bu politikalarla küresel kriz sonrasında “yeni bir dönem” inşa etmenin imkansızlığı ortada. Kürt siyasetinin duayenlerinden Ahmet Türk’ün sosyal medyadan bayramda yaptığı paylaşım da gösteriyor ki, aklını başına getirmeyenlerin bu krizi atlatmaları mümkün değil.
Ahmet Türk “Kürdü bayram günü cezaevine gönderenler, bir mezarı bile çok görenler bilsinler ki, mütevaziliğimiz korkmamızdan değil, insanlığa olan saygımızdandır. Bunu anlamamışlarsa 80’in Amed zindanlarına baksınlar diyorum, korkum odur ki ellerini sıkacak kimse kalmaz.”
Çözüm, iktidar blokunun çözümsüzlük, demokratik muhtevadan, eşitlikten ve özgürlüklerden uzak, toplumu kutuplaştırıcı, dışlayışı politikaları karşısında; demokratik ve çoğulcu zeminlerde, adaletten, haktan ve hukuktan yana evrensel değerlerde ortaklaşmış bir muhalefet cephesi örmekte. Bunu geciktirmek son tahlilde iktidar blokuna hizmet eden bir tutumdur…