Boğaziçi Üniversitesi Direnişi, yeni bir ülkenin umutlarımızdan başka bir habercisi (ya da habercilerinden biri) olduğunu bizlere gösteriyor. Aynı zamanda sinemanın çocuksu isyankar filmi Hal ve Gidiş Sıfır ile coşkulu, isyankar gençlik filmi Çinli Kız’ı hatırlatıyor.
Fırat Yavuz
Jean Vigo’nun 1933 yılında çektiği Hal ve Gidiş Sıfır, tatilin sona ermesi ve okula dönüş vaktinin gelmesiyle yatılı okullarına dönmek zorunda olan Caussat ve Bruel adlı iki çocuğun, okulda yaşadıkları kabusu anlatır. Okuldaki hayatları, hapishane tutsaklarınınkine benziyordur. Okul yönetimi ve öğretmenler, çocukları eğitmekten çok ehlileştirmeye çalışan baskıcı ve otoriter düzen temsilcileridir. Çocuklara hal ve gidişlerinden dolayı sürekli sıfır ya da hafta sonu cezaları verirler. Oysa çocuklar -filmdeki adlarıyla genç şeytanlar- her yerde direniş halindedirler. Tatil dönüşü bindikleri trende, sokakta, sınıfta, yatakhanede, yemekhanede…
Yatakhanede kendi aralarında yaptıkları yastık savaşı, sonradan okulun katı kurallarına karşı bir direniş manifestosu hazırlama isyanına dönüşür. Genç Şeytanlar, en sonunda bir araya gelirler ve okulda resmi bir kutlama etkinliği sırasında çatılara çıkarak resmi giyinmiş, hazır bekleyen okul yöneticilerine kiremit fırlatırlar. Etkinlikte otorite, oraya konmuş kuklalar ve üniformalarla gülünç bir şekilde sembolize edilmiştir.
Bu film aynı zamanda Jean Vigo’nun içinde bulunduğu toplumsal kurallara karşı ilk büyük tepkisidir. Baskıcı kamusal kurumlar, rejim, kalıplaşmış değer yargıları, filmin ve çocukların hedefindedir. Hal ve Gidiş Sıfır’da, esasen otoriter okul kurumu hal ve gidişattan sıfır alır.
Dönemin Hitler işbirlikçisi Fransız Hükümeti, filmi sansürlemede gecikmez. Fransa’da uzun süre yasaklı kalan film, o kadar iyi şiirselliğe ve duygusal bir güce sahiptir ki, kendisinden sonraki pek çok filme ilham vermiştir. İşte o filmlerden biri yönetmenliğini Jean Luc Godard’ın yaptığı 1967 yapımı Çinli Kız’dır. Başkaca tanımlanacaksa, Hal ve Gidiş Sıfır’ın çocukları, artık Çinli Kız’daki gençliktir.
Çin Devrimi etkisinin bütün dünyada olduğu gibi Fransa’da hissedildiği yıllarda, üniversiteli beş öğrenci Veronique, Guillauma, Yvonne, Henri ve Serge yaz tatili için seyahate çıkan küçük burjuva bir aileden ödünç aldıkları evde sosyalizm, devrim, devrimci şiddet, Sovyet devrimi ve Çin devrimi arasındaki ayrımlar, edebiyat ve tiyatro üzerine yoğun tartışmalar yaparlar. Bu süreç onları, eylem biçimlerinin ve tarzlarının ne olması gerektiği üzerine kafa yormaya götüren bir süreçtir. (Tartışmalarda aslında o dönemin bütün Avrupa Solu’nun perspektifleri yansıyordur.)
Fikirler ve tartışmalar bununla sınırlı kalmamakta, kültür ve sanat akımları, sanatçılar, entelektüeller, bu üniversite öğrencileri tarafından belirgin eleştirilere tabi tutulmaktadır. Onca konuşmalar, tartışmalar aslında öğrencilerin daha filmin açılışında söyledikleri cümleyi anlamlandırıyordur: “Biz başkalarının söylemi değiliz!”
Çinli Kız’da öğrenci gençlik, emekçi sınıfların sorunlarına, toplumsal mücadelelere kafa yoran ve eyleme geçen dinamizmi temsil ederken film, tam da bir yıl sonra (1968) Fransa başta olmak üzere tüm Avrupa’da patlayacak olan gençlik isyanının adeta provasıdır ve keskin öngörüsüdür.
Filmin içeriğindeki dinamik yapı ve eleştirellik, Brechtiyen diyebileceğimiz estetik tarzında da kendini gösterir. Oyuncuların kendi aralarındaki diyalogları ve seyirciyle (kameraya bakma yoluyla) kurdukları iletişim, filmdeki mekan ve dekorlar, bir sahneyi hatta kulisi çağrıştırır (Epik tiyatronun Godard sinemasına yansımaları). Sanki bir film çekilmiyor da, filmin provası yapılıyor.
Çinli Kız’daki imajlar, kızıl renkler ve kitaplar, görseller, söylemler ve nihayet biçem, tamamlanmış bir filmden çok “oluşum halinde olan bir film” olduğunu izleyiciye düşündürür. Tıpkı devrimci süreçler gibi… Bir bilginin tanımlanmasından çok deneyimlenmesidir söz konusu olan. Bu da aslında sahici bir bilginin özünde olan şeydir.
Dünya sinemasındaki bunlara benzer pek çok filmde politikanın alabildiğine tartışıldığı, dahası politikliğin, filmlerin bir yöntemi olabildiği bir sanatsal gerçekliğin aksine, siyasetin suç sayıldığı bir ülke döneminin toplumsal gerçekliğini yaşıyoruz. Siyaseti suç sayanların, suçu siyasetmiş gibi göstermeye çalıştıkları bir ülkede… Sorunun kendilerinde olduğunu anlamayanlar, çözümü başkalarının huzurunu bozmakta arıyorlar.
Bunlara karşı Boğaziçi Üniversitesi gençliği ise, modern zamanların tüm direnişçi üniversite gençlikleri gibi, toplumsal aklın ve vicdanın simgesi, gerçek bilginin sorgulayıcısı olarak gelecek özgür günlerin habercileri oluyorlar.
Ya Jean Vigo’nun, Godard’ın, Boğaziçi’nin çocuklarının yanında ve mücadelede olacağız ya da Walter Benjamin’in gördüğü rüyanın dehşetini yaşayacağız:
“Rüyamda bir tüfekle kendimi vurduğumu gördüm. Tüfek patlayınca uyanmadım, bir süre cenazemin yatışına baktım.”*
*Tek Yön, WALTER BENJAMİN