19 Mart’tan bu yana, “Ne mutlu Türküm” diye tanımlanan toplum, demokratik Kürt toplumunun (DKT) 40 yılı aşkın süredir devletle yaşadığı çatışmaya benzer bir süreçle yüzleşmeye başladı. “Devlet Koalisyonu”nun bu kez Kemalist CHP’yi de tasfiye etmeye hazırlandığı görülüyor. Bunu başarıp başaramayacağı ise CHP ve toplumsal muhalefetin 19 Marttan bu yana girdiği yolda derinleşip derinleşemeyeceğine bağlı. Ortadoğu’daki köklü değişimlerin etkisi ve ülkedeki derin akımlar, devleti Kürtlerle ateşkese zorluyor. Kürtlere tavizler vererek cepheyi daraltan devlet, Kemalistleri denklemden çıkarmaya çalışıyor.
Kemalistler ve bazı “sosyalistler” ise DKT’nin bu süreçte hemen yanlarında tam boy pozisyon almasını bekliyor. Ancak Kürtlerin kendi öncelikleri nedeniyle sergilediği ölçülü ve mesafeli destek, bu kesimlerde öfkeye yol açıyor. Milliyetçi kesimlerden hakaretler havada uçuşuyor. Kürtler alanlara gelmesin diye ellerinden geleni yapıyorlar. Resmi sözcüler değilse de Kürt aktivistler haklı ve güçlü bir argümanla CHP’nin 40 yıllık duyarsızlığını, sağırlığını ve dilsizliğini sıralıyor: “CHP’ye hiçbir borcumuz yok, buna rağmen Saray’ın komplosuna karşı yanlarındayız.”
Bazı Kemalist solcular ise “Bundan daha büyük ve öncelikli ne olabilir ki?” diyerek tüm enerjinin İmamoğlu darbesine odaklanması gerektiğini savunuyor. Benim gibi Kürt olmayan sosyalistler için bu durum, eski bir iş bölümünü hatırlatıyor: “Ezen ulusun sosyalistleri, kendi toplumlarına ezilen ulusu anlamada rehberlik etmeli.” Ne var ki, bu ilkeye sadık kalan sosyalist sayısı azaldıkça, Kürtler kendi göbeklerini kendileri kesip dertlerini dünyaya bizzat anlattılar. Böylece tarihe evrensel bir “diriliş ve kurtuluş” hareketi olarak geçtiler.
Abdullah Öcalan’ın hapishane külliyatı ve son mektupları, onun üretkenliğini koruduğunu ve yeni fikirler sunmaya hazırlandığını gösteriyor. Ancak “Ne mutlu Türküm” toplumunun hem kendi devlet çatışmasını hem de Ortadoğu’yu ve DKT’yi okuma biçimi, hâlâ eski alışkanlıklarla sınırlı.
Ön seçim, gençlerle etkileşim, barışçı ve çoğulcu söylemler olumlu ama henüz yeni bir tarza dönüşmüş değil.
İlham alınabilecek tek dinamik ise Kürt Siyasal Hareketi’nin (KSH) Ortadoğu çapındaki senkronize siyaseti. Benim söz aldığım yer de tam burası.
Burada bir parantez açıp süreci okumakta zorlanmamızın temel nedeni üzerine kısa bir parantez açmak istiyorum.
Siyasetin Klasik Fizikten Kuantum Fiziğine Geçişi
Çağımız toplumlarını anlamak, tıpkı maddeyi anlamak gibi, ancak kuantum fiziğinin prensipleriyle mümkün. Hepimiz bir yandan dijital evrenin küresel ağlarının birer hücresiyiz, diğer yandan eski kavramlarla hayatı tasvir edemediğimiz bir dünyadayız. Sosyoloji, son yıllarda toplumları anlamada büyük bir dönüşüm yaşıyor. 10-15 yıl öncesine kadar toplumlar statik ve hiyerarşik kategorilerle -sınıf, statü, meslek grupları- analiz ediliyordu. Bu Newtonian mantık, neden-sonuç ilişkilerine ve sabit sınıflandırmalara dayanıyordu.
Günümüzde ise sosyoloji, toplumları akışkan, karmaşık ve çok katmanlı kavramlarla tanımlıyor. Bunun nedenleri arasında küreselleşme, dijitalleşme, ağ toplumlarının yükselişi ve kimliklerin çeşitlenmesi var. Artık toplumları yalnızca ekonomik sınıflar ya da demografik özelliklerle açıklamak yeterli değil. Bu dönüşümü anlamak için birkaç anahtar kavrama bakalım:
• Ağlar (Networks): Manuel Castells’in “ağ toplumu” kavramı, ilişkilerin hiyerarşik değil bağlantısal olduğunu gösteriyor. Dijital platformlar, coğrafyadan bağımsız kümelenmelere olanak tanıyor.
• Kimlik Matrisleri: Sabit kimlikler yerini kesişimsel kimliklere bıraktı. Kimberlé Crenshaw’in “kesişimsellik” kavramı, bireylerin birden fazla sosyal kategoriden etkilendiğini vurguluyor.
• Akışkanlık (Fluidity): Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite”si, toplumların sabit yapılar yerine değişken ve esnek ilişkilerle şekillendiğini söylüyor.
• Büyük Veri ve Algoritmik Segmentasyon: Sosyal medya verileri, bireylerin davranış kalıplarını mikro düzeyde ortaya koyuyor.
• Kutuplaşma ve Fraktallar: Toplumlar hem kutuplaşıyor hem de kendi içinde alt gruplara ayrılıyor.
Kuantum fiziği doğrudan kullanılmasa da, belirsizlik ve ilişkisellik gibi kavramlar sosyolojiye ilham veriyor. Ne yazık ki sosyalizm geleneği, klasik fiziğin araçlarından kopamadığı için hayatı açıklama ve dönüştürme gücünü yitiriyor. Yenilikçi fikirler ise düşünce dünyamızın kuraklığını gideremiyor. Sosyal mücadeleler, belki de tarihte ilk kez bu denli “bilim insanı/eylemci” yoksunluğu yaşıyor.
“Ne Mutlu Türküm” Toplumu ve DKT’nin Öncelikleri
Peki, sermaye güçleri sosyalistlerden farklı mı? Hayır. Onlar da dünyayı anlamakta ve çözüm üretmekte çaresiz. Tek fark, ellerindeki kaynaklar ve olanaklar.
“Kimin eli kimin cebinde” vecizesi, soğuk savaş sonrası devletler arası ilişkileri özetleyen en iyi ifade.
“Ne mutlu Türküm” toplumunun birinci partisi CHP, ikinci partisi ise AKP.
AKP, siyasetini küresel ve bölgesel kombinasyonlara göre kurmakta ustalaştı. Devletler arası ilişkilerin mutfağını çözdü, pazarlık yapmayı öğrendi. Günümüz siyasetinin iç dinamiklerden çok küresel denklemlere bağlı olduğunu biliyor. CHP ise hâlâ “yerli ve milli” bir çizgide. Bölgesel denkleme girmeden, seçimle devleti ele geçirebileceğini sanıyor. Ancak ne darbe yapacak bir asker ne de sivil bir ihtilal kuracak kadro ve kitleye sahip.
DKT ise bölgesel düzeyde AKP ile rekabet edebilen tek güç. Kandil bu sürece ilk uyum sağlayan kesim olurken, Rojava ortak aklı da açığı hızla kapattı. Suriye’nin kilit taşı ve kurucu gücü haline geldi.
Öcalan’ın son “çağrı” hamlesi, Kürdistan’ın tüm parçalarında yankı buldu. DKT, Ortadoğu’da yükselen bir oyun kurucu olarak kabul görüyor. Öcalan’ın önerdiği dönüşüm, klasik fiziğin ezberlerini terk edip devrimci tarzı çağın bilimiyle yeniden yapılandırmak.
Demokratik Kürt Toplumu’nun Önceliği
KSH’nin önceliği, Ortadoğu’da diktatoryal, cihadist ve İslamofaşist dinamikleri geriletmek; Kürtlerin demokratik birliğini ve halkların demokratik hareketini büyütmek. Bu, hem bütünsel bir politikayı hem de her parçada özerk ama rezonanslı bir çizgiyi gerektiriyor. CHP çevresi, bu siyasetin kendi mücadele çizgisiyle uyuşmadığını göremiyor ya da görmek istemiyor.
Unutanlar için hatırlatmak iyi olabilir, KSH, Ortadoğu’da dört Kürdistan parçasından üçünde (Bakur, Rojava, Rojhilat) ana akım ve belirleyici güç. Suriye’nin bölgesel rol model olma sürecinde ise, kilit taşı durumunda.
“Ne mutlu Türküm” toplumu yeniden şekillenirken, Kürt toplumu da Ortadoğu çapında bir dönüşüm yaşıyor. DKT, total siyasetini belirlerken sömürgeci güçler ve Ortadoğu halklarıyla ilişkilerini sürekli güncelliyor. CHP bu denklemde yalnızca bir parametre; stratejisi bölgesel değil “yerli ve milli” olduğu için öncelik olamıyor.
Öte yandan, süreci salt “Saray’la Öcalan için müzakere önceliği” gibi ya da böyle algılanmasına hizmet edecek kelimelendirmelerle sunanlar KSH’nin anlaşılmasını zorlaştırıyor. Ve geleneğe büyük haksızlık ediyor.