““Ana rahmine şarkta düşmüş çocuklar / Lastik ayakkabılarıyla / ‘Korkma sönmez bu şafaklarda’ / 126 Elif / Pamukta öğretmenim / 127 Berivan / Tütünde / 128 Uğur / ‘Meçhul öğrenci anıtında’ / Ya sen niye geldin 129 / Ben üzümcüydüm öğretmenim…”[i]
ŞENYAŞAR AİLESİNİN, İŞÇİLERİN VE ÇEVRECİLERİN ARADIĞI “ADALET” *
“Hak, hukuk ve adalet; her biri derin anlamla yüklü kavramlardır. Felsefi ve hukuki açıdan ayrılmaz üçlü diyalektik bir bütünü oluştururlarken; herkes için adalet istendiğinde hukukun üstün olması imkân dahilindedir.“ [ii]
Ancak Türkiye’de bu ayrılmaz üçlü, “hak- hukuk- adalet” hiçbir zaman diyalektik bütünlük oluşturmadılar. Ne “Hukukun üstünlüğü ne de Adaletin tecellisi” gerçekleşmedi. Haklar her daim az veya çok, ince veya kaba yöntemlerle gasp edildi. Bu gün de siyasi iktidar sermaye sınıfı ile elele genelgelerle, kayyumlarla” ülkeyi yönetiyor. Copla, biber gazıyla, dozerle insanı ve doğayı tahrip etmeye devam ediyor. Zaten kırık dökük olan ve bin yamalı bohçaya benzeyen “anayasa” bile onlara fazla lüks geliyor.
Demokrasi mi?
Hak, hukuk ve adaletin olmadığı bir ülkede “Demokrasi” ancak “Barış” gibi uzak bir düş – ütopyadır.
“Türkiye’de bir demokrasi oyunu oynanıyor. Ağzını açan her politikacı, akademi üyesi, gazeteci, “aydın” denilenler, mülk sahibi sınıfların sözcüleri, Türkiye’nin ‘demokratik bir cumhuriyet olduğunu söylüyor… Cunta anayasasında da “Türkiye’nin demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti”olduğu yazılı… Bu, aslında kısa bir cümleye dört yalanı sığdırma başarısıdır. Türkiye’de bu dördünün hiç birinin, hiç bir zaman bir gerçekliği, bir karşılığı
olmadı… Eğer şeylere egemenler tarafından bakma aymazlığından, daha doğrusu
ideolojik kölelikten kurutulamazsanız, bu tür yalanları ‘gerçek’ saymanız kaçınılmazdır. “[iii]
Ve ne yazık ki ülkede bu yalanlara kanan on milyonlarca insan var. Adlarının başında Prof. yazan “kadavra” akademisyenler”, satılık kalemler” yandaş medyada her gün bu yalanları kitlelerin beynine pompalamaktadır.
Oysa gerçek anlamda “Adalet dendiğinde, imgelemimizde mitolojideki adalet simgesi olan o bir elinde kılıç, bir elinde terazi, gözleri bağlı olan tanrıça Themis figürü canlanır. Gözündeki bağcık ile ‘tarafsızlığı’, tuttuğu kılıçla adaletin gücünü, terazisiyle de hakkaniyeti anlatır. Elbette terazinin ayarının bozulmaması, kılıcın da zalime emanet edilmemesi koşuluyla…” [iv]
Peki kılıcın zalime emanet edilmesinin tarihçesi nedir. Bu tarih AKP iktidarı ile mi başladı?
Tabi ki hayır. AKP seleflerinden aldığı “kötülük mührünü” mazlumun bağrına hayasızca basmaya devam etmiştir.
Bu gün selefleri gibi büyük mülk sahiplerinin hizmetinde olan AKP iktidarı “büyüme- kalkınma” retoriği ile halkı aldatmaya devam etmektedir. Ülkemizde cirit atan “Milli –yerli” ve “Gayri milli” şirketler, sömürüden / doğanın talanından elde ettikleri kârın bir bölümünü -susturmak için- yandaş gazetecilere ve bazı STK’lara aktarıyorlar. (Sarı sendikalar olduğu gibi “sarı STK’lar da var.) Bu düzen tüm dünyada böyle işliyor. Örneğin pandemi döneminde milyonlarca emekçinin yaşam standardı açlık sınırına yaklaşırken büyük patronlar ve iktidar kalemşorları ile iktidar danışmanları servetlerini katlamıştır.
O halde bu kısaca özetlediğim bilgiler ışığında diyebiliriz ki: İktidarların “Hak Hukuk Adalet Demokrasi” söylemleri safsatadan ibarettir. (Kaldı ki ekonomik eşitliğin olmadığı yerde gerçek anlamda adaletten, gerçek anlamda bir demokrasiden söz edemeyiz. Bu da ayrı bir yazı konusudur.)
Fikret Başkaya’nın dediği gibi:
“Yurttaşlar, toplumsal/politik sürece gerekli olduğu her zaman ve her durumda müdahale edebiliyorsa [itiraz, eleştiri, tartışma, öneri, karar sürecine katılma], başka türlü ifade edersek, toplum kendi hakkında düşünebilir ve gereğini yapabilir durumdaysa, orada politikanın,
politika yapmanın (adaletin b.n.) bir anlamı ve değeri, velhasıl bir kıymet-i harbiyesi var demektir… Demokrasiden söz edebilmenin ikinci koşulu da politika yapmanın herkesin işi olmasını varsayar. Ya da demokrasi, politika herkesin şeyi olduğu, herkes tarafından içselleştirildiği, sahiplenildiği durumda mümkündür ve evrensel bir hak sayılması gerekir… Kaşarlanmış profesyonel politikacılara bırakılmayacak kadar önemlidir…”
Sonuç itibariyle “Hak, Hukuk, Adalet, Demokrasi…” bu coğrafyada hep kâgıt üzerinde ve muktedirlerin söylemlerinde kalmış, gerçek anlamda uygulanmamıştır. Ancak tüm baskılara rağmen adalet arayışı – mücadelesi durmamıştır. Zira bu topraklarda zulümle direniş başat gelişmektedir.Örnekler saymakla bitmez:
Cumartesi Anneleri Adalet arayışlarını yıllardır sürdürmektedir.
Roboskili aileleler adalet aramaktadır.
Şenyaşar ailesi haftalardır adalet nöbetindedir.
“Sarı çevreci STK”lar değil ama İkizdere halkı gibi bağımsız çevreciler doğa için kapitalist yağmaya karşı Adalet nöbetindedir.
Kürt halkı Barış ve Adalet talebini bıkmadan, usanmadan dillendirmektedir.
İş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçilerin sınıf kardeşleri
Zindanlara tıkılan, onbinlerce siyasi tutuklu ve yakınları Adalet aramaktadır.
Velhasıl siyasi iktidarın ve onu destekleyen sermaye sınıfının elinden “kötülük mührü” alınmadan Adalet bu topraklarda tesis edilemeyecektir.
*Yazımın bir bölümü Tükenmez Dergisi’nde yayınlanmıştır. Daha sonra genişletilmiş ve güncellenmiştir.
[i] Adil Okay. Eylül kokusu. Ütopya yayınevi. Ankara. 2014.
[ii] Temel Demirer
[iii] Demokrasi mi dediniz? Fikret Başkaya. www.ozguruniversite.org
[iv] Temel Demirer .
ÖZGÜR İFADE “HAZIR OL”DA DUR(A)MAZ
http://rojnameyanewroz3.com/ozgur-ifade-hazir-olda-duramaz-16370.html