Sislerin ardında, o ilk ışıklarda yitip gitti Narin; arkasında uçan bir gülüş bırakarak, denizlerin derinliklerinde gizli fırtınalarıyla. Sessizlik, gözlerinin derinliklerinde hapsolmuş çığlıklarla doluydu, karanlığın koynuna çekilmiş bir hüzün gibi.
Narin Güran, 19 uzun gün boyunca kayboldu. Köyün karanlık sessizliği, yalnızlığın boğucu kollarında mahkûm oldu. Herkes bu sessizliğin ölü bir yürekten geldiğini, suçun kendini gizlediğini biliyordu. Aradılar, sordular ama yitip gitti. Ta ki lanetli 19. gün gelene kadar. Cansız bedeni, gölgelerin köşesinde sessizce uzanıyordu; kimse mi görmedi? Yoksa herkes mi sustu?
O gün köy meydanında rüzgâr bile farklı esti. Her bakışta bir utanç, bir suç ortaklığı parıldadı. Narin’in karanlık geceyi gördüğü, sinsice köyün kalbine nüfuz etmişti. Belki bir koruyucu aradı, belki bir sırrın kurbanı oldu. Ancak ne fark ederdi ki? Gözyaşlarıyla dolu bir dünyada, Narin’in adıyla bir mezar taşı dikildi. Masumiyetin mezarı, kötülüğün vicdanlarda büyüyen bir tohumuydu.
Bu köyde herkes biliyordu ama kimse konuşmuyordu. Narin’in minik bedeni bulunduğunda, gölgelerde katiller hem korktu, hem de sinsice güldü. Adalet sessizdi, sistem çürümüş, köy karanlık ve insanlar duyarsızdı. Güçlülerin yanında duranlar, masumların acısını hissetmedi.
Ama Narin sadece bir çocuktu. Babasının gözlerinde öfke, annesinin ellerinde titreme var mıydı? Ailesi de bu karanlığın içinde yada çaresizlikte boğuluyordu. Koruyamadılar. Belki de korumadılar. Çünkü bu topraklarda çocuklar, çoğunlukla utancın bedelini ödüyor. Narin belki bir namusun yükü, belki bir ayıbın kefareti oldu. Kimse tam olarak söyleyemedi, ama herkes biliyordu.
Bu, sadece Narin’in değil, kaybolan, tacize uğrayan, öldürülen tüm çocukların öyküsü. Olayların üzeri örtülüyor, sistem sessiz kalıyor, suçlular korunuyor. Masumların çığlıkları rüzgarda kayboluyor, karanlık bir düzen, çocukların umutlarını boğuyor. Ve herkes bu karanlığın bir parçası.
Narin’in gözleri kapanmış olabilir, ama suskunluğu hâlâ duyuluyor. Bir çocuğun masumiyeti bu kadar kolay kaybolmamalı. Düzen, bir çocuğun gülüşünden daha mı değerli? Neden hep aynı hikâye yazılıyor? Neden aynı acı yankılanıyor? Masumlar susuyor, suçlular gücün gölgesinde saklanıyor. Ama Narin’in kaybolan gülüşü, bir gün bu sessizliği paramparça edecek. O güne dek, biz sadece acıyla bekleyeceğiz.
Her kaybolan çocuğun hikâyesiyle insanlık da kayboluyor. Narin’in öyküsü, bu kayboluşun en acı çığlığı olarak dillenecek. O masum beden, 19 gün boyunca düzenin çürüklüğünü anlatmaya devam edecek. Narin’in adı, vicdanların karanlık odalarına çarpacak ve o ad bir gün sessizliği kıracak.
O sabah diğer sabahlar gibi başlamalıydı. Çocukların neşeli sesleri okul bahçesini doldurmalı, öğretmenler onları sevgiyle karşılamalıydı. Ama Narin’in sırası boş kaldı. 8 yaşındaki Narin, bir daha okuluna adım atamadı. O sabah öğretmen sınıfa girdi ve “Günaydın çocuklar!” dedi. Ama Narin bir daha “Günaydın” diyemedi.
Sırası artık sessiz ve soğuktu. O masumiyet, bu dünyadan acımasızca çekip alınmıştı. Herkesin bildiği ama kimsenin söyleyemediği kirli bir düzenin kurbanıydı Narin. Çocukların oynadığı sokaklar, köyün insanları, hepsi bu karanlığın sessiz tanıklarıydı.
Narin, karanlık bir ittifakın kurbanıydı. Onu koruyamayan bir toplum, onu sattı. Katiller, karanlık köşelerde saklandı, siyasiler ise suskunluğu derinleştirdi. Bir siyasetçi, Narin’in ölümünü örten perdeyi kaldıran şu sözleri sarf etti:
“Bizim bilmediğimiz, ya da bilip söylemememiz gereken şeyler var. Çünkü aile, bizim 40 yıllık dostlarımız.”
Bir çocuğun canı, 40 yıllık dostluklar uğruna feda edilmişti. Narin’in masumiyeti, kirli ittifaklar arasında kayboldu. Herkes sustu, ama herkes biliyordu.
O sabah Narin’in boş kalan sırası, sadece bir çocuğun yokluğunu değil, tüm bir düzenin çöküşünü simgeliyordu. Kirli ilişkilerin, siyasi hesapların ve güç oyunlarının gölgesinde kaybolmuştu o masum gülüş. Narin’in öyküsü, susturulmuş tüm çocukların öyküsüydü. O boş sıralar, hepimizin vicdanında bir yara olarak kalacak ve o yara kapanmadıkça karanlık büyümeye devam edecek.
Narin’in trajik hikâyesi, bu coğrafyanın uzun zamandır süregelen acılarıyla iç içe geçmiş bir kaderin aynasıdır. Bu topraklarda, tarih boyunca zayıflar, özellikle çocuklar, namusun, utancın ve güç oyunlarının bedelini ödemiştir. Toplum, acıyı ve suçu örtbas etmeye alışmıştır; güçlülerin yanında duranlar, masumların acılarına duyarsız kalmıştır. Narin’in kaybolan gülüşü, yalnızca bir çocuğun masumiyetinin çalınması değil, bu coğrafyanın derin köklere inen acı dolu tarihinin bir yankısıdır. Ve bu acı, unutulmadıkça her çığlık, bir gün sessizliği paramparça edecek.
Narin’in gülüşünden utanacaksın sağır insanlık!