🔴 Gerçek gazetecilik, toplumu aydınlatmayı, hakikati savunmayı ve güç odaklarının etkisinden bağımsız olmayı gerektirir. Manipülatif gazetecilik ise, hakikati gölgeler ve vicdanları köreltir…
*
Gazetecilik, bir meslekten ziyade, gerçeklerin karanlıkta kalmaması adına verilen bir yaşam mücadelesidir. Bu mücadele, yalnızca doğruyu söylemek değil; doğruyu savunmak ve topluma gerçekleri ulaştırmak için kendi yaşamını ortaya koymaktır. Ancak bu yolda karşılaşılan engeller, yalnızca egemen güçlerin tahakkümüyle sınırlı değildir. Kalemlerini gücün emrine sunan, gerçeği manipüle eden ve gazeteciliği tetikçilik aracı olarak kullananlar, hakikat arayışının en büyük düşmanlarıdır.
Egemen sistemler, kendi suçlarını toplumdan gizlemek için medyayı bir silah gibi kullanır. “Terör” gibi kavramlar, gerçek gazetecilerin üzerine kara bir leke olarak atılır. Bu, hem bir susturma çabasıdır hem de toplumun vicdanını körleştirmenin bir yöntemidir. İşte bu koşullarda gazetecilik, bir yaşam biçiminden ziyade bir hayatta kalma mücadelesine dönüşür.
HAKİKATİN PEŞİNDE KAYBEDİLEN HAYATLAR
Doğru olanın peşinde koşan gazeteciler, bu uğurda pek çok bedel ödemiştir. Ekonomik sorunlardan tutuklamalara, şiddetten cinayete kadar türlü yollarla susturulmaya çalışılırlar. Onların kalemleri yalnızca yazmaz; aynı zamanda gerçeğin ta kendisidir. Birçok ülkede, gazeteciler hakikatin peşinden gitmeye çalışırken katledilmiştir ya da cezalandırılmıştır. Jamal Khashoggi (Cemal Kaşıkçı) örneği, gazeteciliğin geldiği tehlikeli noktayı gözler önüne seriyor. Suudi Arabistan’da bir gazeteci olarak, Khashoggi, hükümetin politikalarını eleştirdiği için İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda katledildi. Bir başka örnek ise Daphne Caruana Galizia, Malta’da araştırmacı gazetecilik yaparken bombalı saldırı sonucu öldürülmüştür. Bu olaylar, yalnızca gazetecilik mesleğinin değil, aynı zamanda demokrasilerin zayıfladığı, gerçeğin ve özgürlüğün susturulmaya çalışıldığı noktaları simgeliyor.
Nazım Daştan ve Cihan Bilgin de bu gerçeğin ardında koşan gazetecilerdendi. Rojava’da haber takibi yaparken insansız hava araçlarının hedefi oldular ve doğruların bedelini canlarıyla ödediler. Bu olay, toplumun vicdan sahibi kesimlerinde derin bir yara açarken, egemenlerin kontrolündeki medya organlarında ise sessizlikle, hatta büyük bir başarı elde edilmiş gibi kutlama havasında karşılandı. Bu, sadece bir trajedi değil, aynı zamanda gücün medya üzerindeki hâkimiyetinin, hakikatin örtülmesinin de bir örneğidir.
Ne yazık ki, gazetecilik kimliği altında propaganda yapan ve hakikat arayışına zarar veren bazı figürler, bu tür olaylar karşısında adeta tuz biber ekmekten çekinmiyor. Yaşamını yitiren gazetecileri itibarsızlaştıran söylemler, gazeteciliğin etik ilkelerini tersyüz etmenin bir göstergesidir. Hrant Dink gibi gazetecilerin ölümünün ardından, hala bazı medya kuruluşlarının veya politik figürlerin bu tür olayları manipüle etmesi, gazeteciliğin nasıl bir araca dönüştüğünü gözler önüne seriyor.
İKİ FARKLI GAZETECİLİK
Bir yanda Nazım Daştan, Cihan Bilgin, Musa Anter, Hrant Dink, Metin Göktepe, Cengiz Altun, Ferhat Tepe, Safyettin Tepe, Hüseyin Deniz gibi gerçekleri savunan ve bunun bedelini yaşamlarıyla ödeyen gazeteciler vardır. Onlar, karanlığı yırtan, toplumun vicdanını temsil eden isimlerdir. Diğer yanda ise güce biat eden, iktidarın değişen rüzgârına göre saf değiştiren ve kalemini satılık bir meta haline getiren figürler vardır. Bu figürler, adil olanı değil, gücü savunur. İlkesizliğin simgesi haline gelen bu anlayış, dün bir otoritenin eteğinde yer alırken, bugün başka bir otoritenin sofrasında oturmayı meşru gören bir gazetecilik pratiğini temsil eden, ilkesizliğin muktedir mültecisidirler. Bu anlayış, yalnızca bireyleri değil, toplumun genelini de zehirleyen bir dilin taşıyıcısıdır.
Medyanın bazen halka hizmet eden, bazen ise iktidarın arka bahçesi haline gelen bir araç olabileceği gerçeği, farklı gazetecilik anlayışlarının savaşını verir. Joseph Pulitzer ve William Randolph Hearst gibi isimlerin 19. yüzyıl sonunda “sarı gazetecilik” anlayışına katkı yaparak, gazeteciliği manipülatif bir araç olarak kullanmaları, medyanın hem iyiye hem de kötüye nasıl dönüştürülebileceğinin örneklerindendir. Bugün de medya, bazen halkı bilinçlendiren, bazen de egemenlerin çıkarlarını kollayan bir silah haline gelebiliyor.
Gerçeğin peşinden giden gazetecilere karşı kullanılan manipülatif söylemler, toplumda kutuplaşmayı derinleştiren bir araç haline geliyor. Gazeteciliğin temel etik ilkelerini hiçe sayarak, hedef gösterme ve karalama kampanyalarına zemin hazırlayan bu yaklaşım, gazeteciliği itibarsızlaştırıyor.
Gerçek gazetecilik, toplumu aydınlatmayı, hakikati savunmayı ve güç odaklarının etkisinden bağımsız olmayı gerektirir. Ancak bu etik değerlerden uzaklaşanlar, gazeteciliği sadece bir propaganda ve linç aracı olarak görür. Kendi kariyerlerini ve çıkarlarını merkeze alarak hareket eden bu kişiler, gazeteciliğin vicdanını ve değerini hiçe sayar.
Sanatçılardan bağımsız gazetecilere, siyasetçiye, aktiviste, meslek erbabına sıradan bir yurttaşa kadar, her türlü eleştirel sesin susturulmasına yönelik söylemler, toplumu kutuplaştırma ve farklı düşünen herkesi düşman ilan etme çabasıdır. Bu dil, gazetecilik değil, toplumsal nefretin bir aparatıdır. Aynı zamanda bu dil ve haberlerin bir kısmını direktif olarak algılayan pratikte, mafya, çete ve ne idüğü belirsiz güruhlar içinde sürek avına dönüşen bir gerçeklik söz konusudur.
Gerçek gazeteciler, kalemleriyle toplumu aydınlatırken; manipülatif gazetecilik, hakikati gölgeler ve vicdanları köreltir.
GERÇEK GAZETECİLİK VE APARATLIK ARASINDAKİ ÇİZGİ
Musa Anter, Cengiz Altun, Ferhat Tepe, Hüseyin Deniz, Hrant Dink, Metin Göktepe, Nazım Daştan ve daha niceleri, gazeteciliğin gerçek anlamını bizlere öğretmiş isimlerdir. Onlar, kalemlerinin gücünden çok, yaşamlarını doğrular için feda eden isimlerdir. Peki ya, dün bir otoritenin eteğinde sevinen, bugün başka bir otoritenin sofrasında boynu bükük oturan, kalemini yalnızca güce satan ve toplumu zehirleyenler?
Soralım: Katledilenler mi gazeteci, yoksa onları hedef gösterip, hakikatin üzerini örtenler mi birer aparat?
VİCDANIN TERAZİSİ
Kalemini pazara çıkaranlar ve sırları gün yüzüne çıkarıp canını verenler her dönemde bulunmuşlardır. Ancak toplumun vicdanı, bu iki tip gazeteciyi ayırt edebilecek kadar net ve güçlü olmalıdır.
Siz karar verin: Doğrunun izinde gidenler mi gazeteci, yoksa vicdanını pazara çıkarıp güce aparat olanlar mı?
/Gazete Duvar/