Alattin Bilgiç: Bir Kalbin Taşıdığı Coğrafya; Sırrı Süreyya Önder

Yazarlar

Yoksulluktan geldi, sahneyi de, sokağı da, meydanları da, meclisi de, halkı da terk etmedi. Ne zenginleşti, ne ranta bulaştı. Sağlık sorunlarına rağmen barış için yürümekten vazgeçmedi. Şimdi ağır bir kalp kriziyle yaşam savaşı verirken, ardında suskun bir halk ve bekleyen bir umut, barışa dair bir inanç var. 

Kalbi yoruldu ama umut yorulmadı…

Bazı insanlar olur… Onların hayatı anlatılmaz, sezilir.
Sırrı Süreyya Önder, tam da öyle bir adam. Herkesin Sırrı abisi…


Bir halkın sesi olur; hem perde arkasında, hem kürsüde.
Bir halkın vicdanıdır; hem yalnızken, hem milyonların önünde.
Ne kalabalıklara oynar, ne koltuklara tutunur.


Onu tanıyanlar bilir:
Türkmen bir ailenin Adıyaman’daki evinden, berber babasını sekiz yaşında kaybedip işçilikle başlayan bir hayat. İçinde emeğin, zorluğun, işkencenin, zindanın olduğu ilmek ilmek yaşanılan ve yaşlanılan bir beden.
Yoksul ama başı dik bir ömür.
Sinemayla, şiirle, mizahla yoğrulmuş, kimi zaman siyasetin göbeğinde, kimi zaman kahvehanede okey oynayan; sokakla büyümüş bir akıl.

 

Ne kadar aykırı görünse de hiçbir zaman halktan kopmadı.
Ne zenginleşti, ne imar rantlarına bulaştı.
Meclisteki her sözünde yoksulların payı vardı; sesinin tonu halkın ses tonuydu.

Barış sürecinde o vardı.
2009’dan 2015’e kadar, çoğu zaman arka planda, ama hep ana halkada…
İmralı görüşmelerinde, Kandil temaslarında, Oslo’nun yankılarında onun emeği vardı.

Barış için “bile bile lades” dedi; saldırıya, linçe, yalnızlığa rağmen vazgeçmedi.
Barış dedikçe; kimileri onu hainlikle, kimileri romantiklikle suçladı.
Ama o her seferinde, herkesin susup beklediği yerde konuştu:
“Bu ülke, bir barışa muhtaçtır. Ve o barış, ölümün değil yaşamın diliyle kurulmalıdır.”

Son dönemde sağlık sorunları onu giderek daha çok zorlamaya başlamıştı.
Ağır tedaviler görüyordu. Ama gülümsemeyi bırakmıyordu.
Beden yoruluyordu ama kelimeleri hâlâ yürüyordu.

 

Ve sonra… Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla yeni bir süreç yeniden konuşulmaya başlandığında,
DEM Parti’nin İmralı heyetinde bir isim olarak yine onun adı yazıldı.
“Sağlığı elvermez, gitmese de olur” denilebilirdi.
Ama o, bir kez daha sorumluluk aldı.

 

İmralı’ya gitti. Abdullah Öcalan ile doğrudan görüşmelere katıldı.
Oradan döndüğünde, Öcalan’ın kamuoyuna yönelik barış çağrısını okudu.
Yüzü yorgundu, sesi kısılmıştı ama gözleri hâlâ aynı ışıltıyla parlıyordu:
Barışa inanan bir insanın gözleriyle.

 

Ve 15 Nisan’da, bunca yükü taşıyan kalbi, birden ona yanlış yaptı.
Ağır bir kalp krizi geçirdi. Şu anda hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Kalp krizi sonrası, bu ülke alışık olmadığı bir tabloyla karşılaştı:
Sağın en ucundan solun en ucuna, merkezin sağına-soluna, liberallerden sıradan yurttaşlara kadar…


Herkesin yüreği sızladı.
Sırrı Süreyya Önder’in sağlığı için edilen dualar, farklı inançların, ideolojilerin, sınıfların ortak noktası hâline geldi.
Çünkü bu coğrafya, nadiren böyle bir portreyle karşılaşırdı:
Kendisinden olmayanı bile incitmeden eleştirebilen, muhalefeti mizahın yumuşaklığıyla kuran,
politikayı insan kalbiyle yapan bir figür…
Ve o figür şimdi, sessizce yaşam mücadelesi verirken bile birleştirici bir rol üstleniyor.


Ancak, bu ülkenin vicdanını yaratan Sırrı Süreyya’nın yaşam mücadelesi, bazıları için yine bir fırsata dönüştü.
Barış karşıtı olanlar, içinde halk ve insan sevgisi olmayanlar, Sırrı Süreyya’nın kalp krizi sonrası kullandıkları ayrıştırıcı, hakaret dolu söylemleriyle
yine karanlıkta kalan, kör kör suçlamalarla, öfke ve nefretle yarattıkları çürük seslerle sanki bir zafer kazanmış gibi hissettiler.


Oysa gerçek zafer, asla sözde kalan, nefretle beslenen bir söylemde değil; barışı yücelten, insan sevgisiyle atılan adımlardadır.
Ve bu karmaşada, bir dileğimiz var: o çürümüşleri “Barış ıslah etsin.”


Evet, barış, kalpten kalbe geçsin ve bu haksız söylemler de zamanla iyileşsin.
Barış, kalp krizinden sonra en çok ihtiyaç duyduğumuz tedavi olsun.

 

O, her zaman barışın en öz haliyle temsili oldu.
Ne sadece sözde kaldı, ne de kolaycılığa kaçtı.
Halkıyla, gözlerindeki umudu hiç yitirmeden…
Yoksulluk, hastalık ve zorluklar onu yıldırmadı. Çünkü o, barışı bir gelecek tasarımı olarak gördü, bir umut taşımak olarak.

 

Şimdi bu coğrafya bir sessizliğe büründü.
Sanki herkes, o yorgun ama güçlü kalbin yeniden atmasını bekliyor.
Sanki onun nefesi, bu ülkenin vicdanına bağlıymış gibi.

 

Çünkü bazı insanlar yalnızca yaşamakla kalmaz, yaşarken bir halkı da yaşatır.
Onlar gittiğinde boşluk olmaz; eksiklik olur.
Ve eksilen, sadece bir beden değil, bir anlam olur.

 

Sırrı Süreyya Önder, işte o adamlardan biridir.
Barışı omuzlarında taşıyan, yorulsa da usanmayan, zenginleşmeden yaşayan, halktan kopmadan yürüyen ve şimdi bir hastane odasında sessizce nefes almaya çalışan bir halk vicdanıdır.

 

Bu ülkenin hafızasında, o gülüş, o sözler, o şiir kalacaktır.
Ama herkesin tek bir dileği var bugün:
O yürüyüş yarım kalmasın.

 

Sırrı abi birçok badire atlattı, bu yaşam mücadelesini de kazanacak,
o hayal ettiği Barış Filmini çekecek, sadece izlemeyecek, içinde yer alacağız.
Ve birlikte barış halayına duracağız.

Geçmiş olsun Sırrı Süreyya Önder.
Sadece sevenlerin değil, seni tanımayanların da duaları seninle.
Barışa inananların kalbi, senin kalbinle bir atıyor.

 

İlginizi Çekebilir

Berlin 138 Afgan’ı daha Almanya’ya getirdi: CDU tepki gösterdi
MHP: Özgür Özel’in 3T’si talan, tezvirat ve teslimiyet…

Öne Çıkanlar