Alattin Bilgiç: Demokrasiyi kayyımlar yönetsin

GenelGündem

Haydi, seçimler hakkında daha fazla konuşmayı keselim. Sandıklara gitmenin, oy pusulalarını doldurmanın ne gereği var, değil mi? Biz zaten sizin yerinize kararları aldık; kayyımlar atanacak, işte hepsi bu kadar basit!  Zaten belli ki, halk bir şekilde işin içinde olmamalı!  Ne de olsa kayyımlar var. En kaliteli ve yetenekli belediye başkanlarını değil, en hızlı şekilde devletin emirlerine uyanları görevlendiriyoruz. Bu, demokrasi değil mi? Hangi halkın iradesi, hangi seçmen özgürlüğü! Bizim için önemli olan tek şey, kayyımların “seçilmiş” değil, “atanmış” olmaları.

Tabii, bu kadar seçimle yorulmuş halkı da düşünmek lazım. Ne gerek var sandık başında vakit kaybetmeye, sıra beklemeye? Kayyımlarımız, seçmenin tüm bu dertlerini ortadan kaldırarak onlara adeta bir “demokrasi tatili” sunuyor. Halk, evinde çayını yudumlarken biz en doğru kararları çoktan veriyoruz. Bu, halk için ne büyük bir konfor değil mi?

Kayyımların kökleri öyle derin ki, taa 1930’lara kadar uzanıyor. Tek parti döneminde 1530 sayılı Belediye Kanunu’yla, seçilmiş belediye başkanlarının yerine “atanmış kayyımlar” getirildi. Ve tahmin edin ne oldu? Bu atamaların tam 90 tanesi Kürt coğrafyasına, sadece 19 tanesi ise Türkiye’nin diğer bölgelerine denk geldi. Yani, 1930’lardan beri Kürt seçmenlerin “yanlış tercihler” yapma riskini çoktan gördük ve önlemimizi almışız.

Kayyım, güvenliğin simgesi; halkın seçme özgürlüğünü elimine edip devlete teslim ediyor—ne güzel, değil mi? Güvenlik gerekçesi, kayyımın olmazsa olmaz aksesuarıdır. Sonuçta, Kürt belediyelerinde kayyımlar koltuğa oturduğunda, güvenliğe yönelik tehditler birden çözülüveriyor. Nasıl mı? Kürtçe tabelaları bir bir Türkçeleştiriyoruz, kültürel etkinlikleri iptal ediyoruz. Kürt dili ve kültürüne dair her şeyi bir kenara bırakıyoruz. Kürtçe dilinde yazılmış her şey kaldırıldığında, hem şehirler hem de halk daha “Türkçe” olacak! Çünkü biliyoruz ki, herkes aynı dili konuşursa, herkes aynı şeyi düşünmeye başlar, değil mi? Bu müthiş strateji sayesinde, hem güvenliği sağlıyor hem de ülkede tek tip bir kültür inşa ediyoruz.

Seçim demek, halkın yanılma hakkını elinde tutması demek, ama atanmış kayyımlar için yanılmak söz konusu bile olamaz. Halk, çoğu zaman kütüphaneler ya da kültür merkezleri gibi lüks taleplerle kafa karıştırabiliyor. Kayyımlar ise bu ‘lüks’ talepleri hızla ele alıp daha verimli projeler üretmekte usta! Örneğin, kültür merkezi yerine güvenlik noktaları, kütüphane yerine güvenlik kameralarıyla donatılmış parklar. Kısacası, seçilmişler lükse düşkün, atanmışlar güvene sadık! İşte bu yüzden, kayyımlar tam da bu iş için atanmalı. Seçmenler bazen yanlış şeyler seçebilir, ama kayyımlar asla yanılmaz!

Halkın iradesiyle işimiz yok, biz de kayyımların iradesiyle iş yapalım. Çünkü onlar bu “yönetim işini” çok daha iyi biliyorlar. Halkın iradesiyle yönetilen bir ülke hayal edin; halk ne isterse onu alır. Ama biz, halkın ne istediğine bakmıyoruz. Bizim işimiz, halkı onlara neyin gerektiğini göstermek. Kayyımlarımız, halkı her zaman en doğru yola yönlendiren birer rehberdir. Ve asla, ama asla, halkın önünde hesap verme gereği duymuyorlar. Nasılsa devletin her şeyden haberi var, en iyisini onlar bilir. Bir belediyeye kayyım atanması, aslında sadece güvenlik için değil, aynı zamanda halkın daha fazla mutluluğu için de yapılır. Hangi demokratik değer, halkın mutlu olup olmadığını düşünmekle uğraşmalı ki?

Öte yandan, Cumhurbaşkanı bir taraftan, diğer taraftan Devlet bey her fırsatta barış sürecine atıfta bulunmayı seviyor, Ortadoğu’nun karışık denklemlerinde Kürtlerle ilişkilere “barışçıl çözüm” söylemiyle vurgu yapıyor. Fakat hemen ardından Kürt coğrafyasına kayyımlar atanıyor, belediyeler güvenlik gerekçesiyle ele geçiriliyor. Öyle ki, barış söylemiyle kayyım pratiği arasındaki bu ince ironiyi görenler “Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına barış getiremezken, Ortadoğu’da nasıl barış inşa etmeyi planlıyorlar?” diye soruyor. Ne gerek var tutarlı olmaya, biz bu çelişkiyi zaten epeydir seviyoruz! Hem kayyımla barış sürecini bir arada yürütmek, Ortadoğu’da benzersiz bir diplomasi başarısı olarak tarihe geçmez mi?

Tabii, işin ekonomik yönü de var. Atanmış kayyımlar sayesinde belediye bütçeleri belirlenen kişi, vakıf ve cemaatlere yönlendirilir, lüks harcamalar yapılır. Kamu kaynaklarının akışı kayyım eliyle yönlendirilir; halkın vergilerinden toplanan bu kaynakların yerel ihtiyaçlar için değil, bir avuca tahsis edilmesiyle adalet sağlanır. Seçilen yerel belediye başkanları kaynakları halk için mi harcayacaktı, ne gerek var! Hem belediyeyi kazanan kişiyi halk seçti diye kaynakları nasıl halk için kullansın?

Seçim sandığını askıya almak, kayyımlarla hem güvenliği sağlamak hem de demokrasiyi “merkezi otorite eliyle” geliştirmek kadar ileri bir fikir olabilir mi? Seçmenlerimize gerek kalmadan, atanmış kayyımların “seçilenlerden” daha iyi yönetebileceği gerçeğini çoktan kanıtladık. Şimdi sırada, “atanmış demokrasi” modelimizi tüm ülkeye yaymak var. Böylece halkın iradesine ve seçme hakkına da dinamik bir çözüm getirmiş oluruz. Hem halk seçtiği belediyeyi kayyımlarla izlerken, demokrasi de farklı bir anlam kazanıyor; ne kadar verimli ve çevre dostu değil mi? Bizce, çoktan dünya standartlarını aştık!

/ Bu yazı Gazete DuvaR’dan alınmıştır/

İlginizi Çekebilir

Temel Demirer: ‘Yapay Zeka’, ‘Sosyal Medya’, Kontrol’ VD’leri
CHP’li İlgezdi: Ülkemiz kadın istihdamında Kosta Rika’dan bile geride

Öne Çıkanlar