Siyasi ideolojiler, genellikle kendilerini ahlaki ve etik bir temele dayandırarak meşrulaştırırlar. Sol düşünce ise tarih boyunca özgürlük, eşitlik ve toplumsal adalet gibi ilkeler etrafında şekillenmiş ve bu değerler üzerinden ezilenlere umut vadetmiştir. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru Ortadoğu’da gelişen jeopolitik dinamikler, bazı sol çevrelerde “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışıyla gerici dini ve otoriter hareketlerle dayanışma eğilimlerini güçlendirmiştir. Bu durum, kadın hakları, toplumsal özgürlükler ve bireysel haklar gibi evrensel değerleri ihlal eden yapılarla iş birliği anlamına gelerek ahlaki bir sorun yaratmıştır.
Dini örgütlerin kadın, çocuk, kültürel ve ulusal haklar üzerindeki etkilerini eleştirmek, sol hareketlerin bu noktadaki ideolojik sapmalarını değerlendirmek açısından önemlidir. Özellikle İran’ın vekalet savaşları ve Kürtler üzerindeki baskıcı politikaları bu bağlamda dikkate alınmalıdır. İran, yıllardır Kürt halkına yönelik katliamlar gerçekleştirmekte ve birçok Kürt gencini idam etmektedir. Jina Amini‘nin katledilmesi gibi olaylar, İran’ın kadınlara yönelik baskıcı politikalarının örneklerinden biridir.
Bu koşullar altında, Hizbullah liderlerinin öldürülmesine verilen duygusal tepkiler, İran’ın gerici politikalarına göz yummak anlamına gelmektedir. Lübnan ve Filistin halklarıyla dayanışma göstermek önemli olsa da, vesayetçi yapılarla ilgili duyarlılık gösterilmesi, meseleleri çarpıtarak gerçeğin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Selefi-cihadist ideolojinin kadın ve çocuklara yönelik baskıcı politikaları ve köleleştirme pratikleri, bu yapıların şiddet içeren patriyarkal anlayışlarını açığa çıkarmaktadır. IŞİD’in Ezidi kadınları cinsel köle olarak kullanması, bu tür grupların kadını “ganimet” olarak gören zihniyetini göstermektedir. Birleşmiş Milletler raporları ve kurtarılan kadınların tanıklıkları da bu gerçeği doğrulamaktadır.
Akademik çalışmalar, cihadist grupların kölelik ve çocuk asker kullanma uygulamalarının askeri bir strateji olmanın ötesinde ideolojik bir araç olduğunu vurgular. Feminist teorisyen Judith Butler, bu yapıların şiddeti sistematik olarak kullanarak toplumsal yapıları nasıl dönüştürdüğünü incelemektedir. Bu perspektiften bakıldığında, kadınların bu gruplar içinde “nesneleştirilmesi” sadece askeri değil, ideolojik bir süreçtir.
Sol düşünce içinde bazı kesimler, anti-emperyalist mücadele adına bu tür yapılarla ittifak kurmayı meşru görse de, bu yaklaşımın ahlaki ve ideolojik sınırları sorgulanmalıdır. İttifak kurmak, bir hareketin her yönünü kabul etmek anlamına gelmezken, bu yapıları direniş sembolü olarak görmek derin bir ideolojik sapmaya neden olabilir. Mouffe ve Laclau‘nun hegemonya teorisine göre, sorgulanmadan meşru kabul edilen yapılar, solun temel ahlaki değerlerinden uzaklaşmasına yol açabilir.
Hizbullah ve Hamas gibi örgütlerle dayanışma gösteren sol çevreler, bu yapıların kadın hakları ve demokrasi konusundaki baskıcı pratiklerini göz ardı ettiklerinde ciddi bir etik sapmaya düşerler. Realpolitik gerekçelerle geçici ittifaklar stratejik açıdan anlaşılabilir olsa da, bu örgütleri direniş sembolü haline getirmek solun temel değerleriyle çelişir. Hannah Arendt’in belirttiği gibi, totaliter yapılarla iş birliği, özgürlükçü hareketlerin ahlaki değerlerinden taviz vermesine yol açar.
İran’ın Ortadoğu‘da yürüttüğü vekalet savaşları, bazı sol çevreler tarafından anti-emperyalist bir çizgide desteklenmiştir. Husiler ve Hizbullah, Suudi Arabistan ve İsrail’e karşı verdikleri mücadele nedeniyle devrimci yapılar olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu grupların sadece İran’ın stratejik çıkarlarına hizmet ettiği ve otoriter yapılar kurdukları gerçeği göz ardı edilmiştir. Solun bu tür yapılarla dayanışma içine girmesi, yerel halkların çıkarlarına değil, daha büyük jeopolitik güçlerin çıkarlarına hizmet eder.
Özellikle Kürtlerin son yıllarda yaşadıkları toplumsal ve siyasal gelişmeler, Hüda-Par gibi yapılarla mücadelede kritik bir öneme sahiptir. Bu yapılar, gerici bir yaşam tarzını dayatarak demokratik Kürt siyasetinin önünü kesmeye çalışmaktadır. IŞİD ve Hizbullah gibi örgütlerin ortak ideolojik kaynakları da otoriter ve baskıcı bir toplumsal düzen kurma arzusuna dayanmaktadır. Her iki yapı da toplumsal cinsiyet eşitliğine ve bireysel özgürlüklere düşmanlık beslemektedir. IŞİD’in Sünni cihadizmi ile Hizbullah’ın Şii kimliği arasındaki mezhepsel farklılıklar, iki grup arasında gerilim yaratmış olsa da, ikisinin de hayal ettiği toplumsal düzen aynıdır: Kadın haklarına, bireysel özgürlüklere ve cinsiyet eşitliğine karşı düşmanlık.
Her iki grubun da toplumsal cinsiyet rollerini sıkı bir şekilde inşa etmesi ve bu süreçte şiddeti sistematik olarak kullanması dikkat çekicidir. Bu durum, Max Weber gibi sosyologların şiddetin meşrulaştırılması konusundaki tespitleriyle paralellik gösterir. Weber, devletin tekeline aldığı şiddetin, toplumsal yapıları nasıl dönüştürdüğünü tartışırken, bu tür yapıların ideolojilerinin toplumsal davranış üzerindeki etkilerini incelemiştir.
Her iki yapı da, belirli bir siyasi ve toplumsal düzeni tesis etme arayışındadır; fakat bu düzen, kadınların ve toplumsal grupların haklarını ihlal eden, baskıcı ve gerici bir yapıya sahiptir. IŞİD ve Hizbullah arasındaki ideolojik benzerlikler, mezhepsel farklılıkları aşarak, bu yapıların toplumsal düzen kurma gayretlerinde örtüştüğünü gösterir.
Sol hareketlerin, bu yapılar arasındaki farkları ve benzerlikleri anlaması, ideolojik sapmalardan kaçınmak için elzemdir. Hüda-Par ve benzeri yapıların, Hamas ve Hizbullah gibi örgütlerin lider ve savaşçılarına ait fotoğrafların Diyarbakır (Amed) surlarına asılan posterlerle desteklenmesi, hem toplumsal hem de gerici yaşam biçimlerinin yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu politik araçlar, 1990’lardaki faili meçhul cinayetlerle hedeflenen toplum mühendisliği gibi, günümüzde de kitlelerin eğilimlerini yönlendirmek ve subliminal mesajlarla toplumu etkilemeyi amaçlamaktadır.
İdeolojik tutarlılık, ahlaki değerlerin korunması ve gerici yapılarla net bir mesafe koymak, sol hareketler ve demokratik Kürt siyasetinin öncüsü olduğunu iddia eden tüm kesimler için hayati önemdedir. Toplumda gerici ve siyasallaşmış dini ideolojilere karşı net bir duruş sergilemek, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin temelini oluşturur.