Newroz kutlamalarına büyük bir katılım ve coşku damgasını vurdu. Beklentinin çok üstünde gerçekleşen bu olgu bir kez daha gösterdi ki Kürt halkı büyük bir ısrar, mücadele ve kararlılıkla özgürlük yürüyüşüne devam etmektedir ve onun gözünü ne baskıların artması, ne katliamlar, ne de hapishaneler korkutmaktadır. Bu Newroz son yıllarda ağırlaşan baskılara, işkence ve zulümlere karşı bir cevap niteliğinde gerçekleşti. Kürt halkı gerek sayın Öcalan, gerek Kurdistan özgürlük hareketi ve gerekse kendi hak ve kimlik mücadelesinden vazgeçmeyeceğini bir kez daha gösterdi.
Newroz çok uzun süredir Kürtler için bir bayram niteliğini çoktan aştı. Newroz’u kutlayan başka halklar için bir bayram niteliğinde olabilir ama Kürtler için sadece bayram değil hem özgürlük mücadelesi, hem sömürgecilikten kurtulma kavgası, hem de hepsinin üstünde ulusal birlikteliğe doğru adım adım bir yürüyüşün bayramı niteliğine büründü artık. Öyle devletin sonradan üretme bayramı olan ve halktan uzak, kravatlı bir ekibin demir dövme ritüeli değil, halkın yaratıp sahiplendiği bir kültürel olgu niteliğinde bir bayram oldu artık. Bu sene sayın Öcalan’ın görüntülü mesajının verileceği beklentisi gerçekleşmedi, kitlenin beklentisi bu anlamda gelecek seneye kaldı. Kitlesel olarak katılım sağlaması beklenen çevrelerin katılımları ise çoğu yerde çok az sayıda gerçekleşti. Genelde bir mesaj ile yetinildi. Doğaldır, seçimlere daha var. Kürtlerle beraber görünmelerine şimdilik gerek yok. Newroz kutlamasına İstanbul katılımı da damgasını vurdu. Sayısal olarak beklenenin üstünde gerçekleşen bu katılım hem partiyi, hem politikasını, hem de kültürel olgusunu sahiplenme anlamında güçlü bir ses oldu.
Newroz’un bu seneki teması “barış ve demokratik toplum” olarak belirlendi. Sayın Öcalan’ın yeni dönemde aldığı inisiyatifle Kürt ve Türk halklarını ortak demokratik bir ülkenin inşası için çağırdığı yeni dönem barış mücadele çağrısı çoğunlukla Kürtler tarafından sahiplenildi. Türk halkı bu çağrıya karşı sessiz mesafeli duruşunu devam ettiriyor. Demokrasi ve barış kavramlarının içeriğini kavramaktan uzak, Kürtlerden ne gelirse gelsin mesafeli durma tutumunda ısrarlı. Oysa yüz yıldır yaşadıkları yoksulluk, baskıcı devlet yönetimi hep bunların olmamasından kaynaklanıyor. Devletin Kürtlere açtığı savaşı zaman içinde benimseyerek, Kemalizmin zehirli eğitim sisteminin yarattığı bu beyinler yoksulluk, distopik yönetim ve dünyadan uzak bir yaşam anlayışının sahiplenmesinin kendilerini ne hale düşürdüğünü bilemeyecek bir noktaya geldiklerinin farkında bile değiller. Newroz’da ne Türk halkının, ne de Türkiyeli sol yapının belirgin bir katılımı yoktu. Newroz Kürtlerin bayramıydı, öyle de kaldı.
E. İmamoğlu’nun görevden alınıp tutuklanması karşısında yükselen toplumsal muhalefet bir kez daha gösterdi ki Türkiye’de partilerle halk arasında bir uçurum var. Halkın taleplerine cevap olabilecek, sokaklara çıkan kitlelere önderlik edip iktidar değişikliğini sağlayacak yolu açacak bir parti yok. Birikmiş enerji ya derin bir umutsuzluğa dönüşecek, ya da faşist bir temsiliyetin arkasına takılıp toplumsal değişimi sağlayacak. Sol ve sosyal demokrat kimlik iddiasındaki partiler halka önderlik edecek bir programa sahip olduklarını dile getirseler bile pratik olarak hayatın içinde yer almıyorlar. İktidarın belirlediği çerçevede hareket ediyorlar. Günlerdir halk sokakta ama parti yöneticileri “itidal” çağrısında bulunuyorlar. Faşizm bu kitlesel protestoları kendi alanına kanalize edecektir. Günlerdir Kürtlerin değerlerine karşı yapılan gösterileri “münferit” olarak değerlendirenler, o gösterilerin görünen parti olarak “Zafer Partisi’nde” vücut bulmuş haliyle bir süre sonra karşılaşacaklardır. Faşist ideolojinin altyapısından yoksun olarak sadece ismiyle müsemma olan bu kitle Nazilere rahmet okuturcasına tarih sahnesine girecektir. Türkler Newroz’da yoktu ama Kürtler Türkiye’deki bütün protestolarda vardı ve bütün ırkçı dışlanmalara rağmen yer aldılar.
Tarafsız bir gözle baktığımızda bile şu gerçeği görmekte zorlanmayacağız; iki halk birbirinden ayrılmıştır artık, hem duygusal, hem de düşünsel olarak. Bu gerçekle sürekli yüzleşiyoruz ama bilince çıkarmakta zorlanıyoruz. Bir an fikir yürütelim. İktidarın ekonomik-politik baskısı altında bunalan kitleler protesto gösterileri düzenliyor, hedefin iktidar ve iktidar değişiminin olması gerekiyor ama medyaya düşen görüntüler Kürtlerin değerlerine saldırı, Kürtleri dışlayıcı ve faşizm eğilimli görüntülerden oluşuyor. Öte yandan muhalefetin bir erken seçim isteği de yok, erken seçim olup, iktidarı eline alsa bile yönetecek kadro hazırlığı da yok.
Demokrasi bir kültürel olgudur. Çok uzun zamanlara dayanan toplumsal üretimi gerektiren bir eylemdir. Bir partinin çağrısıyla veya dileğiyle gerçekleşecek bir pratik değildir. Türk halkı bu kavramdan yoksundur. Kültürel bir yaşam bir yana, beslenmesinin bile neden makarna düzeyinde olduğunu sorgulamayan bir halk nasıl demokrat olabilir? Elli yıldır yanı başındaki bir halka karşı neden savaş açıldığını ve o halkın onbinlerce insanının neden öldürüldüğünü sorgulamayan bir halk demokrasiyi nasıl özümseyecek? Bir halkın anadilinin yasak olmasını canla başla savunmak gibi bir utanç seviyesini nasıl açıklayacak? Newroz ile Saraçhane arasında bir uçurum var.
Bir beklenti sürecindeyiz. Sayın Öcalan tarafından yapılan çağrıya cevap verilmesini bekliyoruz. Devlet uzun yıllardır “bir şeyler olacak” cümlesine mahkum etti Kürtleri ve temel politikasından milim bile sapmadı. Çünkü “Türklük Sözleşmesi” Kürtlere yaşam hakkı tanımıyor.