Ali Engin Yurtsever: Tarihe Müdahale Etmenin Zorunluluğu

Yazarlar

Tarih nedir, insan iradesinden bağımsız, kendiliğinden oluşmuş bir nesnel gerçeklik ya da soyut bir nesne midir, ya da insan iradesine bağlı, insan olmaksızın ol(a)mayan bir şey midir? Net ifadeyle tarih, insan olmaksızın ol(a)mayan, insan eylemlerinden bağımsız olmayan, tamamıyla i̇nsanın oluşturduğu bir nesnel gerçekliktir. Her insan her gün hem kendi tarihini yeniden yazar, hem de içinde bulunduğu toplumsallıkla beraber hareket ederek toplumsallığın tarihini yazar. Böylelikle her insan aynı zamanda bir tarih yazıcısıdır.

Sanılanın aksine tarih bugünün geçmiş olmasının ulaşılmaz, entelektüel insanlar tarafından yazılması değildir, tamamıyla insan ürünüdür.

Egemenliği eline geçiren ve ulusal veya sınıfsal baskı kuranlar kendi yazdıkları tarihi, değişmez ve gerçeklik olarak empoze etmeyi başarmaları gereken bir hedef olarak önlerine koyarken, baskı altında bulunanlar ise bunun farkına vardıkları ve değiştirmeye çalıştıkları ölçüde gerçek birer tarih yazıcısı olurlar. “Aslanlar kendi tarihlerini yazmaya başlayınca…”

Gerçekliğe ulaşmak, doğru bir değerlendirmede bulunabilmek için tarihsel olaylar yığını içinde toplumsal gelişmenin kararlaştırıcı etkilerini bulmak, sürecin gelişim yönünü görebilmek, kavrayabilmek, toplanan verilerin arasında gerçeğe en uygununu bulabilmektir.

Tarihsellik içeren toplumsal olaylarda önemli olan sadece olmuş olanı anlamak değil, sürecin temel öz yönelişini de anlamaktır. Bunu kavramak bize toplumsal olayların hangi yöne gideceği ve nereye evrileceği hakkında bilgi verir. Ancak bunu değerlendirirken de hangi ölçülere göre değerlendirmek gerekir? Tanrılardan haber aldığımızı söyleyerek kehanetlerde mi bulunmak yoksa çelişkilerin aşılmasında kitlelerin kurduğu ve kuracağı ilişkilerin hangi sonuca dönüşeceğini geçmiş ilişkilere (bir anlamda) tecrübelere bakarak mı değerlendirmek gerekir? Kahinler, niyet taşıyıcılar, idealist tutumların genel kabul gördüğü günümüzde ne yazıkki gerçekliği dile getirmek, bir anlamda lanetlenmeyi de beraberinde getiriyor.

Bu görüşü savunmak içinde taşıdığı korkunun esiri olmanın ikizi gibidir. O korku, kişinin içinde bulunduğu toplumsallıktan kopuşunu , varolduğu cevresel yapıdan dışlanışını da beraberinde taşıdığı için herkesin böyle davranması gerçekleşmiyor. Örneğin şimdi yaşanan ağır faşizan baskıların kırıldığı ölçüde suskunlaşanların bu dönem geçince birer kahraman olarak ortaya çıkacak olmaları gibi. Bu nedenle tarihte liderler çoğu zaman öne çıkıp, kitlelerin yaşamında belirleyici oluyorlar. Böyle önderler çoğu zaman aldıkları kararların nereye doğru gideceğini görüp, bazen kendi tabanlarının isteklerine ters olduğu sanılan ama uzun vadede o isteklerin gerçekleşmesinin alt yapısı olduğu görülen kararlar almak riskini gösterdikleri için lider oluyorlar. Tarihten bir iki örnek verecek olursak, “Hudeybiye Antlaşması” açıklayıcı bir örnektir. İmzalandığında bazı müslümanlar karşı çıkmasına rağmen kısa vadede itirazlarının yanlış olduğu kanıtlanmıştır. Başka bir örnekte ise Kürt halk önderi A. Ocalan’ın aldığı barış kararlarının toplumsal etkisinin değeri kan döküldükten sonra anlaşılmıştır veya stratejik olduğu defalarca açıklanan paradigma değişikliği sürecin gelişimi içinde anlamına kavuşmuştur.

 Öyleyse tarih yazımının gerçekleşmesine dair güncelliğini yitirmeyen, felsefi tartışmayı da beraberinde getiren soru üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Tarihsel determinizm nesnel bir gerçeklik midir? Nedir tarihsel determinizm sorusunu kısaca yanıtlamak gerekirse, tarihsel determinizm: olayların önceden belirlendiği veya çeşitli güçlerce işlendiğini savunan tezdir. Uzun ve felsefi görüşün de katkısını da içeren bir tartışmayı gerektiren bu sorunu, konunun bağlamından koparmadan kısaca değinerek devam etmek gerekir. Tarihin determinist yani belirlenimci bir çizgide gidip gitmediği konusunda da düşünmek ve tartışmak gerekir. Eğer determinist bir özelliği varsa yani olaylar önceden belirlenmiş bir sonuca gidiyorsa akla ilk gelen soru: neden mücadele ediyoruz?” Yanıtlanmaya gereksinim duyulan bir sorudur ancak tamamıyla tarihsel determinizmin belirleyiciliği yoksa, kitlelerin hareketinin de etkisi varsa o zaman soru yanıtlanmış demektir.

 Olaylar sebep-sonuç ilişkisi bağlamında gelişirken gerek kitleler, gerekse kitlelere yön veren önderler bir anlamda tarihsel determinist olarak hareket edebilirler. Bu taleplerini içeren eylemliliklerinin bir sonucudur. Ancak elbette bilindiği gibi tarih, herkesin istediği koşullarda oluşan ve yazılan bir dizin değildir bu nedenle, kendi içinde barınan ilişkileri doğru okuyan ve sonuç çıkaran düşünce zafere giden yolun yolcusudur.

Ulusal anlamda zor ve sonuç anlamında belirleyiciliği olan bir sürece girdik. Rusya’nın Ukrayna işgaline karşı, kapitalist modernite devletlerinin “insan haklarına” duyarlılığına bakıp da duygulanmamak elde değil! Meğer ne kadar da değer veriyorlarmış halkların bombalanmasının yarattığı yıkımlara. Bu incelik, bu derin düşünce denizi Kürtlere gelince deniz bitiyor, karaya vuruyor. Şu bir haftada Rusya için alınan ekonomik ve politik ambargo kararları TC için alınsa, ne Kurdîstan’ın işgali kalır ne de TC’nin varlığı… Ama alınmaz çünkü kendi tarih yazımlarında Kürtlerin gaddarlıkla yok edilmesine, soykırıma uğramasına karşılık olan tek kelime : ”endişeliyiz”…

Tarihin bu aşamasında karşımızda duran somut gerçeklik bizi tercihe zorlamanın ötesinde doğru bir tarih yazımına zorluyor. Kendi tarihimizin yazıcıları olacaksak yaşamaya zorlandığımız sahte tarihe dur diyecek ve müdahale ederek kendi tarihimizi yazacağız. Korku duvarını çoktan aştık. Binlerce kez öldürüldük, sürgün edildik. Zindanlar ve işkence yerlerini tanımayanımız kalmadı. Her eve bu ateşin bir parçası düştü.

Rusya’nın Ukrayna işgali ve gelişen savaş, kısa sürede bitebilir diye düşünülse bile, coğrafyamızda devrimleri tetikleyen bir ilk adımdır, domino etkisini göstereceğini hep beraber göreceğiz.

Şimdi toplumsal mücadelelerin kaçınılmaz kanunlarından birini gerçekleştirerek, tarihi yerli yerine oturtmanın zamanıdır. Katılım kanununa göre, kitleler her baskı döneminde kısa bir süre geri adım atarak daha büyük sıçramalara girişerek, mücadeleye daha çok katılırlar. Çünkü tarih bu sefer onların kanından canından verdikleriyle yazılacaktır, tamamıyla kendi eserleri olacaktır. Devrim için nüfusun bir fazlasının olması gerektiğini düşünenler, konformist yaşamlarına düşkün olanlardır. Bunlar: bir yangın için büyük bir ateşe ihtiyaç duyarlar, oysa bir kıvılcımın yeteceğini bizler biliyoruz bu nedenle tarihe müdahale etmenin yangın çıkarmakla eşdeğer olduğu bir dönemdeyiz ya yangını çıkaracağız ya da başkalarının yazdığı tarih bize hükmedecek …

İlginizi Çekebilir

Fırat Aydınkaya: Azadî Çınlaması: Şeyh Said’in Fetvaları
Kemal Okutan: 8 Mart’ta alanları dolduran kadınlar kimdi?

Öne Çıkanlar