Ali Engin Yurtsever: Bulanıklığın Ötesi 

Yazarlar

     Politika günümüz gerçekliğinde genel olarak “söylenenler” degil de “söylenmeyenler”den oluşan bir retorik haline dönüştü. Gercek bir devrimci politik kimliği taşıyıp, temsil ettiği kitleye karşı sorumluluk duyanlar dışında, bu durum artık kanıksanmış bir hale dönüştü. Hangi politik görüşü taşırsa taşısın, kitlelerde “arka planda ne var acaba?” düşüncesi harekete geçiyor. Elbette, neyi savunursa savunsun, aklını saf tuttuğu iradeye teslim etmiş olanlar ayrı. Bunlar olan herşeye “amenna ve saddakna” dedikleri için düşünmelerini gerektiren bir olgu söz konusu olmuyor.

    Taksim’deki sivil kitleyi hedef alan bombalı saldırı, saldırganın kim olduğu konusunda boyutlanarak gelişti. Türk devlet yetkilileri alışılageldik bir biçimde ve sürekli gerekçe üretmeye çalıştıkları Rojava’ya saldırının bir adımı olarak, saldırıyı Kurdîstan Özgürlük Hareketi’ne bağlamaya çalıştılar, çalışmaya da devam ediyorlar. Saldırının arka planının ortaya çıkmasının pek de kolay olmadığı görülüyor. Çünkü (şimdilik) bütün veriler örgütleyicinin Rojava’ya saldırmak üzerine oluşturulan bir planın parçası olduğunu gösteriyor. Ne kadar da hukuki olarak mahkum edilse bile sonuç değişmeyecektir. Hitler, kendi askerlerine Polonya askeri üniformasını giydirip, Almanya sınır bölgesine saldırı düzenlediğinde tıpkı bugünkü gibi, Nazilerin yaptığı ortaya çıktığında ne değişti? Hedef değiştirerek, uluslarası ve Türk halkının desteğini almaya çalışmak bir noktadan sonra sorun olmayacaktır. Bugüne kadar Türk devletinin hangi saldırısına ciddi bir şekilde karşı çıkıldı, hangi saldırının bedeli olarak yaptırım uygulandı?

En ağır insanlık ve savas suçlarından biri olarak kabul edilen kimyasal silahlarla saldırı bile görmezden gelinmedi mi, DAİŞ hamisi olarak yürüttükleri savaşta yaptıkları bile sorun olmadı. Bu nedenle Türk devleti Rojava’ya saldırı için “izin alamazsa saldıramaz” gibi hayallerle vedalaşıp gerçeğe dönmek gerekir. Türk devleti henüz saldırmadıysa, hazırlıklarını bitirmediği ve planladığı aşamaya geçmediği içindir. Saldırganın tişörtündeki New York yazısı, S. Soylu’nun nefes bile almadan ABD’yi suçlaması, odak noktanın Rojava olarak belirtilmesi neyin, ne olacağının diplomatik dilde ifadesidir.

        Kurdîstan Özgürlük Hareketi başta olmak üzere politik verileri değerlendirerek hareket eden her görüş: Türk devletinin dönülmez bir yolda yürüdüğünü, Kürtlerin tüm kazanımlarını yok ederek ve sınırlarını daha da büyüterek Güney Kurdîstan’ı da kendi sınırları içine katarak ve ikinci cumhuriyet yüzyılına girmek istediğini görüyor. Buna karşılık yapılması gereken ilk olarak ulusal birlik sağlanması ve bu tanımın içinin doldurulmasıdır. Ulusal kurtuluş mücadelesi içinde olan her halk gibi Kürt halkının da içinde bir bütünlük sağlanmasnı beklemek saflık olur. Mutlaka paranın, kişisel ikbalin, işbirlikçiliğin çizgisinde olan kişiler de olacaktır, bu sadece Kürt halkına özgü bir şey değil, bütün halklara özgü bir şeydir.

    Ancak temel sorun ne istenildiğine, nasıl bir gelecek kurulacağına ilişkin kararı verebilmektir. Çünkü mücadelenin belirleyici çizgisi bu olacaktır. Elbette diyalektiğin yasaları gereği alınan kararların ömrünün ne kadar olacağını pratik belirleyecektir. Fakat temel gerçekliklerden yola çıkarak nasıl bir yol yürünecegini az çok görebiliriz.

   Türk devletinin demokratik olması yönünde verilecek mücadele neden sadece Kürtlerin ana sorumluluğu ve temel hedefi olsun? Bu durumda Kurdîstan’ın komşu halklarının ve çemberi genişleterek diğer halkların da demokratikleştirilmesi mücadelesinin öne çıkarılması sorumluluğu kendini dayatır. Öyleyse ana soru: bir halk ilk önce kendi evinde yanan ateşi mi söndürmeli, yoksa başka ateşleri söndürmek sorumluluğunu mu üstlenmelidir? Sömürgeciliği hücrelerine kadar kabul eden bir toplum, bu gerçeklik ötesi durumunu kabul edebilir mi? Yüzyılın direnen ve kabul gören mücadelesine sahip olan Kürtler bütün enerjilerini Türk toplumunun demokratikleştirilmesine harcamakla tarihin seyrini kendileri açısından ne ölçüde olumlu yönde değiştirebilirler?

   Gelecekte, ya kendi toprağımızda özgür ya da Türk kılıcının altında köle olarak yaşayıp yaşamayacağımız bu bir kaç yıl içinde belli olacaktır. Ya Türk devletinin Rojava’ya saldırısı bizi birleştirip mücadele sonucu özgürleştirecek ya da demokratikleştireceğimizi sandığımız ırkçı ve faşist bir güruhun kanlarımızı silecekleri kılıçlarının kurbanı olacağız. Bir defa kılıçlar karşılıklı çekildi ve kan dökülmeden kınına girmeyecektir.

İlginizi Çekebilir

Cavidan Rawer: Tanrının yorduğu kadınlar- 2
Merkan Aksoydan: Marx’ın tahrifatı ve “ulusalcı sol”

Öne Çıkanlar