19 Temmuz 2012 tarihinde Türkiyeli Kürtlerin de içinde oldugu partizanlar, yıllar süren savaşta düşman kuvvetlerini zayıf düşürüp ve halk desteğini de alarak elde ettikleri siyasi ve askeri üstünlük sonucu, resmi kurumlara ağır silahlarla saldırdılar. Yoğun çatışmaların ardından düşürülen resmi kurumlara “halkların kardeşliği” bayrağı çekildi. Savaşın bitmesinden kaynaklı evlerine gitmek isteyen partizanlar, MK tarafından yapılan çağrıya uyarak “savaş bitti ama devrim yeni başlıyor” şiarıyla yeni toplumu kurma çalışmalarına başladılar ve “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” sloganıyla devrimci emeğin üretim sürecine girildi. “Kızıl Atılım” sloganıyla her gün bir saat, devrimci süreç için fazladan çalışılma kararı alındı. Toplumsal üretim ilişkilerinin son derece gelişmiş olması olgusundan yola çıkarak yeni devletin kuruluş ve yönetim temellerini sosyalist ideolojiye göre şekillendirileceği bir manifestoyla ilan edildi. Dünya devrimci örgütleri tarafından selamlanan devrimin, diğer devrim mücadelelerinin zaferinin ayak sesleri olduğu ilan edildi.
Ama böyle olmadı, böyle olsaydı herhalde sinemaya aktarılan bir film tadı, okunan direniş ve zafer romanlarının keyfi olacaktı ve kabul görecekti.
Tarih, bize kendi tarihimizi yazarken, kendi istediğimiz elverişli koşullarda, kendi istediğimiz üretim ilişkilerini vermediği, hazır bulduğumuz üretim ilişkilerini önümüze koyduğu için başka türlü oldu. Çünkü “tarihte ne olduysa öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur” nesnel gerçekliği kaçınılmazdı, kaçınılamadı da. Belki de bu nedenden dolayı “Rojava Devrimi”, kendini “sol olarak gören” çevrelerin bir bölümünde “devrim” olarak görülmedi, kabul edilmedi.
Marxizm, temel olarak “maddenin hareketidir”. Bunu kabul etmeyip, ülkelerin nesnel gerçekliklerine uygun olarak ortaya çıkan, Avrupa, Afrika, Asya ve diğer ülkelerin devrimci örgütlerinin ve liderlerinin yorumlarıyla bilinen ve genel anlamıyla Leninizm, Stalinizm, Troçkizm, Enverizm, Maoizm gibi tanımlarla kabul gören ve kendi dönemlerinin koşullarının ürünü olan “devrimlere” uygun olmadığı için kabul edilmedi. Maddenin hareketi olarak görülmedi. “Devrim”in sadece bu örneklere uygun olması gerektiğine “amentü” edildi. Öyle ya neden olsunki? Sonuçta onurları paramparça edilen, tarihi, toprağı, kültürü gasp edilen Kürtlerdi. Her ne kadar dünyanın her yerindeki ulusal kurtuluş hareketleri desteklense ve literatüre göre “ilerici” kabul edilse bile, Kürtler bundan muaftı. K. Marx’ın, Engels’in ve Lenin’in sözlerini ve eylemlerini rehber edinenler Kürtlerin kaderleri söz konusu olunca görmezden geldiler. Örneğin sömürge ülkelerin kendi kaderlerini tayin hakkını Kürtler dışında rehber edindiler. Amerika kıtasında yerlilerin soykırımını bildiler ama hemen yanıbaşlarındaki “kardeş halklar” olan Kürt, Ermeni, Pontos ve Süryani soykırımlarını bilmek istemediler.
Peki, Rojava devrimi nasıl oldu?.. Paramparça edilen, soykırımdan geçirilen Kürt halkının bin yıla dayanan sömürgecilik sürecine karşı, yüzlerce yıllık direniş ve isyanlarının ardından, Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin 40 yıla yaklaşan ve uzun süreli halk savaşı stratejisiyle yürüttüğü isyan ve savaş bir yerde boy vermek durumundaydı, zincir zayıf noktasından kırıldı. özerk yönetim ilan edildi, ardından askeri ve siyasi yapılar kurularak yeni toplumsal ilişkiler ortaya çıkarıldı ve bütün bunlar kadınların öncülüğünde gerçekleşti, bu nedenle “Rojava devrimi bir kadın devrimidir” denildi. Geçen dokuz yıl boyunca başta sömürgeciler olmak üzere, (o sömürgecilerin cok sevdiği tanımla) “dış güçler” tarafından da boğulmak istenmesine rağmen ayakta kaldı.
Devrim denilince bir üst aşamaya geçmek isteyen üretici güçlerin, kendilerini engelleyen üretim ilişkilerinin değişimi olarak ifade edilmesi doğrudur ama nerde kaldı o zaman “somut koşulların somut tahlil?” KP önderliğinde militan kadroların kitlelere yön vererek kapitalist devlet aygıtını ileride sönümlemek üzere ele geçirmek dışında bir devrim anlayışı kabul edilmiyorsa, şu soruyu sormak hakkımızdır: M. Kemal’in yaptıklarını hangi ölçüye göre “devrim ve mazlum milletlerin emperyalizme karşı savaşı” olarak kabul ediyorsunuz? M. Kemal’in tampon cumhuriyeti yıllarca devrim olarak selamlanmadı mı? Sesleri duyar gibiyiz: “ama, küçük burjuva, ama milli demokratik devrim, ama, ama, ama….” Kürt isyanlarının niteliği değişmedi, öyleyse bu bakış açısı devam ediyor olmalıdır, peki neden, şimdiki Kürt isyanını TC’nin kuruluş yıllarındaki Kürt isyanları gibi “feodal, gerici…” olarak değerlendirmiyorsunuz? Bir ulusal hareket deniliyor, bir milliyetçi hareket deniliyor.
Şêx Seîd, Agirî, Qocgirî isyanları ve Dersîm, îilan katliamları da o dönemde yaşayan TKP ve türevleri açısından feodal, gerici unsurların ezilmesiydi, şimdiki isyan ise biraz daha utangaç ve modern tanımlamalarla ifade ediliyor hepsi bu. Elbette her zamanki notu düşmek kaydıyla, gerçek devrimci örgütler bunlardan ayrıdır. Başta, Rojava devriminde bedel ödeyen MLKP’yi belirtmek bir borçtur.
Eğer Kürtler mücadele ile kendilerini var etmeseler hiç kuşkusuz bu isyan da öyle değerlendirilecekti.
Rojava bir toplumsal sözleşme yapılarak, her milliyetten, inançtan toplulukların bir arada yaşadıkları ve kendi kaderlerinde söz sahibi olmalarının temsiliyetinin bulundugu bir paradigmadır.
(En altta verilen linkte bu sözleşmenin ayrıntılarını isteyen okuyabilir. Bu sözleşmenin kurulan bir komite ile yeniden hazırlanmaya başlandığını ve iki ay icinde bitirilmesinin hedeflendiğini de belirtmek isterim.)
Bir toprak parçasında yaşayan halklar kendi öz yönetimlerini ilan edip, kendi kaderleri hakkında söz sahibi olmuşlar, toplumsal yaşam biçimlerini eşit bir şekilde ve temsiliyetlerin sağlanarak düzenlenmesini onaylamışlar. Daha nasıl olabilir, daha nasıl olmalıdır? Marxist literatüre bakalım. Bir sosyalist sistemin bankalar ve kapitalist ilişkilerden uzak durması temel hedeflerdendir. Peki bu konuda eleştiri yapılıyor mu, elbette yapılsın ama şöyle tarihe bir uzanalım. Lenin, Stalin, Castro, Mao ve diğer liderler kuruluşuna önderlik ettikleri “sosyalist” devletlerin “kapitalist” devletlerle ilişkilerini nasıl ve ne şekilde yürüttüler?
Tarihi öğrenmek isteyenler okuduklarında göreceklerdirki, hepsi de kapitalist devletlerle hem ticari hem de siyasi anlaşmalar yaptılar. Hayatın olağan akışına ters değildi, çünkü Teorik ve pratik önder, kuramcı Marx net bir şekilde bütün dünyada kapitalist ilişkilerin son derece gelişimi sağlanmadan sosyalist sisteme geçilemeyeceğini belirtir. Bugün yaşanan hayal kırıklığının arkasında yatan bu belirlemeyi es geçmektir. Elbette bu belirleme asla ve asla “madem tüm dünya kapitalist ilişkilerini geliştirmeden devrim gelmeyecek, hadi vazgeçelim” gibi basit ve deyim yerindeyse cahilce bir çerçeveye sığdıralamaz. Her an mücadele devam edecektir.
Bir i̇nsanın veya bir toplumun karar alma becerisi ancak ve ancak o kararın kendi iç ve dış çelişkilerini netlikle görebilmesi, maddenin hareketinin gelişimini tahlil edebilmesinden geçer. Rojava halkları bir karar aldılar ve bedelini ödeyerek kendi yaşamlarının söz sahibi oldular. Bu kararın üzerinden 9 yıl geçti ve devrim ayakta ve devrim yaşıyor. Çünkü yapılan tercih korkulardan, rutine bağlanmış alışkanlıklardan oluşan bir hayatın zincirlerini koparıp attı. Tarihi erken bulanlar olabilir, devrimin hayallerindeki gibi gerçekleşmediğini, kendilerinin öncülük edemediklerini düşünebilirler, onlara da Lenin’den cevap verelim: “dün erkendi, yarın çok geç, bugün ise tam zamanı”…