Ali Engin Yurtsever: Devrimden Sonrasına Hazır Olmak

Yazarlar

     Bireyler veya toplumlar amaçları uğruna çeşitli eylemliliklere girişirler, ancak bu eylemlilikler teorik bir çerçeveden yola çıkar, belirli aşamalardan geçer ve pratiğe dökülürler. Bu sürecin başlangıcından bitimine kadar, eğer başarı isteniyorsa bir planlama gerekir. Aksi halde amaçsız eylemlilikler teoriyi istenen sonuç yerine denetlenemeyen bir sonuca götürür ve amaç uğruna girişilen eylemlilikler, amacından sapar, bir hayal kırıklığı ve zaman kaybı yaratırlar. Bu tür eylemlilikler eyleme girişenin değil, eylem uygulananın durumunun, sarsılsa bile yerinde durmasını, sağlamlaştırmasının yolunu açar.

 

     Kurdîstan Özgürlük Hareketi, toplumsal amaçlarını gerçekleştirmek için diğer benzer hedeflere odaklanan örgütlenmeler gibi 40 yıldır bir amaç uğruna eylemliliklerde bulunmaktadır. Hayatın her alanına yayılmış olan bu süreç sadece Kurdîstan’da değil, dünyanın neredeyse bütününe yayılmış olarak devam etmektedir. Başlangıcında çıkış adımı olan teori, bugün belirli konularda değişmiş görünse bile özünü korumakta, bir halkın dili, kimliği, tarihi, coğrafyası ve kültürüyle birlikte sömürgeciler tarafından tarihten silinmesinin önüne geçilip kendisi olarak yaşamasının pratik mücadelesi verilmektedir. Elbetteki başlangıcından bugüne belirli bir plan, program doğrultusunda hareket edilmesine rağmen teori ve pratik arasındaki yadsıma yasası hedefe ulaşmada doğal olarak farklılık göstermektedir, göstermiştir de.

    Gerek Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin, gerek TC’nin, gerekse ilgili devletlerin ve konjonktürel durumun geldiği nokta aktörlere ve onların hedeflerine göre farklılık içerdiği  gerçekliğidir. Kurdîstan Özgürlük Hareketi mücadelenin ödenmiş ve ödenen bedelleri, yok olmak üzere olan kimliğin dünya gündemine taşınması, ulusal bilincin gelişmesi noktasından hareketle bulunduğu yerden ve talepler bakımından geri adım atmayacak politik durumdadır. Zor ve sancılı da olsa kurtuluş ve zafer dışında bir seçeneği yoktur. Sömürgeciler ise, özgür bir Kurdîstan’ın kendi toplumsal yapılarının ve devletlerinin yıkılışı demek olduğunun bilincindedirler. Asimilasyonun da ötesinde soykırımı hedefleme ve bu amaç doğrultusunda uyguladıkları bütün politikaların temel nedeninin bu olduğu herkes tarafından bilinmektedir.

İlgili devletler ise sürecin ne demokrasi, ne insan hakları ne de başta toprak olmak üzere tarih, dil, kültür gasbına dayalı bölümüyle ilgilenmemekte, sadece kendi çıkarlarına bakmaktadırlar. Kapitalizmin temel hedefi olan “kar” hırsı nedeniyle hem silah satıp, hem soykırımları görmezden gelmekte hem de kulaklarımızın aşina olduğu “kaygılıyız” mesajlarını aksatmadan tekrarlamaktadırlar. Elbette sömürgeci devletlerin neler yaptığından haberleri vardır, elbette bunların bir insanlık suçu olduğunu bilmektedirler. Deyim yerindeyse müdahale etmeyip kazanacak olan tarafın yanında yer alacaklardır. Hiç kuşkusuz ileride basta TC olmak üzere diğer sömürgecilerin son derece “kötü, zalim ve hırsız” olduklarına dair haberleri ve belgeleri yayınlayacaklardır.

     Bir mücadele geniş halk kitlelerinin tarihsel ve haklı talepleri üzerinden örgütlenip, ağır bir bedeli kapsayan süreçten sonra zafere ulaşır, işte burası bazen savaşın kazanılmasından da önemli olabilir, çünkü kitleler kurtuluşa adim attıktan sonra günlük yaşamın zorluklarının da çözülmesini beklerler. Geçmiş dönemlerin yaşanan olumsuzluklarının tekrarına düşmemek isterler. Mücadelenin bedel ödeyenleri değil, “devrim tüccarları” sıraya girmiş ve yeni dönemin yükselen yıldızları olmaya aday ve popülizmle elde ettikleri rantı siyasi ve ekonomik kazanca çevirmeye yönelik politikaların mimarları da sırada beklemektedirler.

   Devrimler tam saatinde buluşulacak bir randevunun bekleneni değildirler, sosyal ve siyasal değişimler bir anda gerçekleşebilirler. Öyleyse şu soruyu kendimize soralım: karşımıza bir anda çıkacak olan bir devrimin sonrasına ne kadar hazırız? Önümüzde belirecek toplumsal sorunların çözümüne ne derece sahibiz? N. Krupskaya “Lenin’den Anılar” adı altında yazdığı kitapta, bir yerde şöyle yazmıştır: “Devrim olduktan sonra asıl sorunlardan ne kadar uzak olduğumuzu gördük. Devlet bürokrasisinin nasıl işlediğinden habersizdik. Çar döneminin bürokratlarını görevden almış olmamıza rağmen bir çoğunu geriye çağırdık ama bir süre sonra onların toplumsal hayata ilişkin yaptıkları birçok şeyin yanlış olduğunu ve devrimi geriye götürmeye çalıştıklarını gördük. Daha sonra zamanımızın çoğunu onların yaptıklarının deyim yerindeyse tersini yaparak çözüme ulaşmaya çalışıyorduk”. Bir başka örnek (yakıştırma da olabilir ama konuya uygun bir yakıştırma) :” Cuba’da zaferden sonra MK toplantısında Castro sorar “ içinizde ekonomist olan var mı”? Che elini kaldırır, Castro şaşırır, “ben seni doktor biliyordum, ekonomist olduğunu bilmiyordum” Che cevap verir: “ekonomist değilim, sen içimizde komünist olan var mı diye sormadın mı?” Ve ekonomiden anlamayan Che günlerce ekonomi öğrenmeye çalışır.

    Nesnel gerçeklik olarak daha önceki örneklerde de görüldüğü gibi, kitleler günlük taleplerinin yerine getirilmesinin önemini öncelik olarak belirlerler. Bu nedenle devrimin son aşamasında devrime katılırlar. Peki bizim bu sorunların üstesinden gelmek için bir plana bir programa olan gereksinimimizin ne kadarını şimdiden çözebiliyoruz veya hazırlıklıyız? Yaşanan yerel yönetimlere ait uzun süreç ciddi olarak bir deney kazandırmış olmasına rağmen toplumsal karşılığı tam anlamıyla sağlamış mıdır? Sağlamışsa neden eleştiri almıştır, bunca yılın ardından toplumsal ekonomik-politik üretim araçları ve ilişkileri nelerdir? Soruların amacı gelecek toplumsal hayatın altyapısına ne kadar hazır olduğumuzdur. Örneğin hepimiz kendimize şöyle bir soru soralım: bir şehrin yönetimi bir komite sorumluluğu altında verilirse, o şehrin ihtiyaçları anlamında yönetmeye, karşılamaya ne kadar hazırız? Barınma, sağlık, eğitim, hukuk, güvenlik, besin maddeleri vb….

    Bir halkın hayatını kendisi olarak yaşamasını  sağlamak ayrı şeydir, o halkın toplumsal ilişkilerine ve taleplerine cevap olmak çok ayrı şeydir. Bugün halklar kendilerini ezenlerle bunca kabul edilemez zorbalıklara rağmen ilişkilerini koparmakta zorlanıyorlarsa bu gerçeğin üzerinde düşünmek gerekir.

   Bir hareketin kadrosu olmak, bedel isteyen bir tercihtir, ancak kadronun da hayata kitlelerden geniş bakabilmek, sorunlara çözüm üretebilmek sorumluluğu vardır. Tam anlamıyla devrimin çıkarlarına yoğunlaşmak gerekir, gündelik pratik işlerin yürütülmesinin içinde boğulmaya değil.

  Rojava’dan başlayarak önümüzde duran temel sorunlardan biri de gelecekte bu konuda olacaktır. Güney yönetiminin düştüğü sorunların açmazında boğulmasının nedenlerinden biri de budur. Onca olanağa, kendisine sunulan onca desteğe rağmen yönetememek.

  Özgürlük Hareketi’nin bu konuda da sorunların üstesinden geleceğine olan inancımı belirtmek isterim. Dünya tarihinde başka bir örneği bulunmayan bu hareketin başka türlü yapacağını düşünmek yanlış olur.

     Halk meclisleri ve toplum merkezleri çalışmaları özünde altyapı çalışmalarıdır. Halkın yönetime kendisinin katılımı, karar ve  söz sahibi olmasıdır. Toplumsal hayatın temel sorunlarına yönelik çözümleri üretmek amacıyla komisyonların çalışmasıdır. Diplomasiden eğitime, ticaretten sağlığa kadar. Böylelikle halk tepeden alınan kararlarla değil, kendisinin aldığı kararlarla yönetip yönetilecektir. Bu nedenle bu sorumlulukları üstleneceklerin bu bilinçle hareket etmeleri gerekir, bir rant, bir zaman doldurma süreci olarak görmemeleri gerekir.

İlginizi Çekebilir

Zülküf Kurt: Rojava, ABD’nin Afganistan yenilgisine kurban edilebilir
Hakan Tahmaz: Afganistan dersi 2

Öne Çıkanlar