Bir düğüm haline dönüşen Kurdistan sorunu, ülkesel bir bütünlük yerine dört parçalı bir düğüm halinde birbirine bağlanmış olarak çözülmeyi bekliyor. Bu çözülme doğal olarak iç ve dış dinamiklerin hareketini içeriyor. Toplumsallığın gerçekliği diyalektik bir çizgiye uygun olarak ilerliyor. Bu nedenle uzun zamandır uluslararası bir nitelik kazanan Kurdistan gerçekliği kendisinden bağımsız olarak bütünlüğün içinde yer alan ve çözüme doğru giden bir noktada duruyor. Tarihsel sürecin gelişimi, karar verici ve sonuc alıcı olanın tek bir merkeze bağlanmaktan ziyade bir çok merkezin müdahalesiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Orta Doğu merkezli olarak gelişen yeni yapılanmanın karar verici ve pratik uygulayıcısı olan kapitalist güçler, bütün ekonomik ve siyasi güçlerine, bölgede devletleri yıkıp yeniden kuracak etkilerine rağmen Kürt sorununu tek başlarına çözecek güce ve etkiye sahip değiller. Aynı tanım sömürgeci devletler için de geçerli. İstedikleri bir çözüm mümkün değil. Kürtleri himayeleri altına alıp, Orta Doğu’da emperyallikten emperyalistliğe geçecek ne ekonomik-politik güçleri var, ne de kendilerinin ve diğerlerinin toplumsal altyapıları buna uygun. Kürtler açısından da benzer bir durum söz konusu. Kendi istediğimiz çözümü tek başımıza gerçekleştirecek gücümüz yok. Bu somut durumdan yola çıkarak gerçekleşecek çözümün hiçbir tarafı tam olarak tatmin etmeyeceğini, ekonomik-politik dengelere göre oluşacağını kabul etmek gerekir. Aynı zamanda bulunacak çözüm yönteminin de kaçınılmaz olarak geçici veya kısmen de kalıcı ittifaklar çerçevesinde olacağını belirtmek gerekir. Bir ittifakın gerçekleşmesi için iki temel faktör vardır. Birincisi çözüme yönelik bir isteğin olması, ikincisi ise taviz verilmesi gerektiğidir. Bu somut durum ışığında tabloya baktığımızda karşımıza ilk çıkan karışıklık, tarafların söylemlerinden oluşan bilgi kirliliğidir.
Her savaşın diplomatik söylemi önce gerçek talebin saklanıp muhatabın ve halkın neyi kabul edip etmeyeceğinin anlaşılması için “olmaz”lardan yola çıkar. Gündeme düşen ve tartışmaya açılan söylemler üzerinden yürüyen görüşmeler bir sonuca bağlanmadığı sürece savaş devam eder. İmralı zindanında Türk devleti tarafından tutsak tutulan sayın Öcalan’ın yapacağı çağrının niteliği kısmen de olsa medya aracılığıyla gündeme geldi. Kurdistan Özgürlük Hareketinin isyanına temel oluşturan sömürge-sömürgecilik çelişkisinin çözümünün silah değil barış yoluyla sağlanması için kurulmasının yararı olacağı düşünülen Kürt-Türk ittifakı çerçevesinde anayasal hakların ve Kürt halkının haklarının tanınmaya bağlı olarak sağlanması için bir yol açma girişimi (Türk devletinin geçmiş pratiğine bakarak ve bu pratik unutulmadan) geniş anlamda Kürtler tarafından desteklendi.
Ancak Türk tarafının Ekim 2024 tarihinden itibaren D. Bahçeli tarafından dile getirdiği koşullar ortada duruyor. Bunların bir anlamda kendi kamuoyuna yönelik olduğunu düşünsek bile, ortada yanlışla doğruyu birbirinden ayıracak bir halk yok. Kuruluşundan itibaren resmi ideolojiyle zehirlenmiş, yoksulluğun pençesinde kıvranırken bile isyan etmeyen, bu yoksulluğun nedenini düşünme becerisinden yoksun ve neredeyse tüm dünyayı küçümseyerek kendini üstün gören bir halkın hissetmediği savaşın barışını yapacak bir aklı yok. “Devlet bilir” sözünü düstur edinmiş bir güruh savaşı da barışı da devletinin verdiği karar ölçüsünde kabul eder.
Görünen gerçeklik: Türk devleti Kürtlerin direnişten vazgeçmesi ve Rojava’nın asla statü sahibi olmamasını temel koşul olarak öne sürüyor. Bu iki koşulun da gerçek hayatta karşılığı bulunmuyor. Daha Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü, hasta tutsaklar gibi konulara değinmiyor bile. Kürt tarafı ise elbette taleplerde bulunacak, elbette ödenen bunca bedelin karşılığında “yaşasın Türk-Kürt ittifakı” denilmeyecektir. Yeri gelmişken siyasi söylemlerde kullanılan dil kurulacak ittifaka hizmet eder. Türk tarafi “Türk-Kürt ittifakı” diye söze başlayabilir, ama Kürtlerin de aynı söylemi dile getirmesi yanlıştır. Kullanılacak kelime “Kürt-Türk İttifakı” şeklinde olmalıdır. Bu talep ilk onlardan geldi, öyleyse isimleri ikinci plana düşmelidir.
Çözümün üçüncü tarafı bölgede gücü bulunan görünür veya görünmez devletlerdir. Bunları dışlamak niyeti olabilir ama o güçlerin de süreci etkilemek ağırlığı vardır. Türk devletinin istediği Rojava’nın statüsüzlüğü hem Kürtler, hem de bu güçler tarafından kabul görmeyecektir. Statüsüzlük isteğinin temel olarak dile getirilmesinin altında Kürtleri bir yüzyıl daha dağlarda savaşa hapsetmektir. Çünkü statüsüz bir halk sadece savaşacaktır. Statü elde edildiği zaman akan bir nehir gibi başta kültürel olmak üzere her alanda gelişecek, dünya devletleri tarafından da tanınacak ve daha güçlü, daha anlamlı bir statü elde edecektir. Sorun sadece kuzey Kurdistan değildir.
Suriye’de henüz oluşan bir yönetim yok. Mevcut yönetimin henüz Suriye’de bulunan halklar tarafından da kesin kabulu yok. Bir dayatma ile iktidarı ele almak ayrı, o iktidarı kalıcı hale getirmek çok ayrıdır. Türk devletinin tüm gücüyle girdiği/girmeye çalıştığı Suriye’deki varlığı hiç kuşkusuz bir süre sonra her devletin hükümranlık hakkı gereği kendisine yöneltilecek suç dosyasının ana maddesi olacaktır.
Bir düğüme dönüşen bu ilişkiler çözülecek, fazla zaman kalmadı. Savaş önce İran’a sonra da Türkiye’ye doğru yol alıyor.
Efsaneye göre Frig Kralı ölünce, kahin, sabah kente ilk giren kişinin kral olacağını söyler. Sabah olunca kente ilk giren Gordion arabasını bağlarken sıkı bir düğüm atar ve bu düğümü çözecek kişinin hem kral olacağını hem de tüm Asya’yı ele geçireceğini söyler. Ancak kimse düğümü çözemez. Makedon kralı İskender Asya işgaline çıkarken yolu kente düşer ve efsaneyi bildiği için düğüme gider ve bir kılıç darbesiyle düğümü ikiye böler, düğüm çözülür. Sadece Rojava düğümünü değil, Orta Doğu düğümünü çözecek olan Kürtlerdir. Ve Kürtler bu yüzyılın yükselen güneşidir, bunu gölgelemeye hiçbir devletin gücü yetmeyecek. Çünkü Kürtler ateşin olduğu kadar güneşin de çocuklarıdır.