1 Ekim’de D. Bahçeli tarafından tokalaşmayla başladığı kabul edilen ancak gerçekte çok daha önceden sayın Öcalan ile başlatılan devletin yeni Kürt politikası karanlığın kapısına doğru ilerliyor. Iktidar tarafından yapılan açıklamalar, muhalefet üzerinde artan baskılar, Suriye’de yeni yönetimin “gölge kabinesi” olmaya doğru ilerleyen adımlar barışın değil, savaşın tercihini gösteriyor. Geleneksel olarak kabul edildiği üzere bu tür ulusal sorunların çözümüne ilişkin politika değişikliğine gidildiğinde her iki taraf önce kullandıkları “dil”den başlayarak toplumsal tabanları hazırlamaya yönelir, soruna alt yapı oluşturan yasaları değiştirmeye yönelik adımlar atar.

 

Uğradığı haksızlıkların çözülmemesi üzerine zorunlu olarak şiddete başvuran tarafla, şiddet tekelini elinde bulunduran devletin ortak bir noktaya gelmesi adına devlet, ağır silahlar kullanımından vazgeçer, işgal ettiği yerleri boşaltır, asker-polis ve mahkemelerden oluşan gücünü kabul edilebilir bir noktaya indirir ve esirleri hemen veya kısa vadeyi içeren bir takvime bağlı olarak serbest bırakır. Buna karşılık ise devrimci şiddet uygulayan direniş veya gerilla güçleri de eylemlerini durdurur, atılan adımları yeterli gördüğü ölçüde silah bırakmaya kadar giden bir yola çıkar. 

  1 Ekim sürecini milat olarak kabul edersek bir kısır döngü içinde geçmişi tekrar yaşıyor gibiyiz. Yoğunlaşan baskılar, halkın tükenmeye yüz tutmuş umudu, devletin katı tutumu geleceğe güvenle bakmamızı engelliyor. Eger uygulanan politika sertleşip sonra yumuşamaya dönüşecek ve bizlere “bakın binlerce insanı bıraktık, yasalarda da bazı değişiklikler yaptık” denilecekse, bilinmelidir ki bu tür Ali Cengiz oyunlarına gerek yok, atılmasının gerekli olduğunu bildiğiniz bütün adımları atın. Bir ciddiyetiniz varsa önce sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü ve iletişim kanallarını kullanmasını sağlayın.

Hiçbiri yok. Bizleri getirdikleri nokta “bir şeyler olacak, bekleyin.” Bu nedenle siyaset ağırlaştı. Yüzlerce gözaltı, tutuklamalar ve aynı ceberrut politikalara devam edilirken ‘gelecek güzel yarınların’ umuduyla yaşamamızı istiyorlar. Halkın talebi ile beklentisi birbirinden bağımsız değildir. Asgari ölçülerde vazgeçilmez olan ilkelerin kabulü ve yerine getirilmesinin sağlanmasıdır. Örneğin anadil eğitimi, tutsakların özgürlüğü, sayın Ocalan’ın rolünü oynayabilmesinin koşullarının sağlanması ve adem-i merkeziyetçiliğin azami pratiğinin tanınması. Muhtemelen önümüzdeki mart ile haziran ayları arasında önemli ölçüde yasal değişikliklere tanık olacağız. Fakat hafızamıza dönüp baktığımızda geçmişten bugüne Türk devletinin son noktaya kadar getirip, sonradan basit bir bahane ileri sürerek vazgeçtiğini ve eskisinden daha ağır bir şekilde saldırdığını görüyoruz. Aylardır “ bu sefer çok farklı olacak” açıklamalarını okuyor, dinliyoruz ama bu beklentiyi karşılayacak bir adım şimdilik yok.

Erdoğan ve Bahçeli arasında bir politika anlayışı ve uygulaması mı var, ya da aynı senaryonun farklı rolleri oynayan oyuncuları mı henüz netliğe kavuşmadı. Erdoğan’ın klasik yöntemidir; önce rengini belli etmez ama sonradan çıkarına uygun düşmediği zaman elindeki kozları oynamaktan da vazgeçmez. Bir anlamda geleneksel olarak Türk devletinin kuruluş ilkelerini ve bürokratik gücünü temsil eden Bahçeli’yi de böyle bir yöntemle harcayabilir mi? Bu olasılık yabana atılacak bir şey değil. Tam tersi de olabilir. Bahçeli nasıl ki “güven tazeleyelim” diye bir anda Ecevit başkanlığındaki hükümeti dağıttıysa benzer bir adımı yine atabilir. Görüldüğü gibi ihtimaller dahilinde yorum yapmak zor, dengeler her an farklı bir yöne evrilebilir. Koca bir geçmişin izi hepimizin beyninde duruyor.

 Kürt halkı olumlu yaklaştı, bağlılığını yineledi. Ancak Türk halkının düşüncesi nedir henüz bilinmiyor? Iktidar tarafından da olumsuzlanmanın olumlanması için neler yapılıyor, bu da bilinmiyor. Bir tur jakobenizmi benimsemeye giden iktidar bütün toplumu baskıyla susturup M. Kemal gibi tepeden inme değişim ve dönüşüm yasalarını dayatabilir mi? Çok zor. tepeden tırnağa ırkçılıkla zehirlenmiş bir toplum bin yıllık geleneğinden devraldığı suskunluğu benimseyebilir ama içindeki zehri mutlaka kusar.

 Bütün ihtimallerin netleşeceği ilk adım sayın Öcalan’ın görüntülü ve sesli yapacağı açıklamanın ardından iktidarın takınacağı tutuma göre belirlenecektir. Devlet ciddiyse ve savaşın çözümsüzlüğünü anladıysa olumlu bir sürece evrilebilir. Ancak bir başka unutulmaması gereken nokta 2013-2015 arasına yayılan uzun beklentilerin bu sefer yeniden yaşanmasının ağır bir sonuca gideceğinin gerçekliğidir. 

Az kaldı sayın Öcalan tarafından yapılacağı söylenen açıklamaya. Kürtler bütün olarak hazırlar, şimdi devlet ve milletiyle bir bütün olmakla övünen karşı tarafı bekliyorlar.