Genel anlamıyla konuşmalar ve yazılar hep güncele ilişkin gerçekleşen olayların değerlendirilmesini içeriyor, oysa dün ve bugünü değil, geleceği de konuşmak gerekiyor. Çünkü kendi tarihimizi yazarken bir amaç doğrultusunda hareket etmeliyiz, heleki “iddia” sahibiysek…
Peki dün, bugün ve geleceği nasıl konuşmak gerekiyor? Dün ve bugünü bilebiliyoruz ama ya yarını? Elbette yarını bilebilecek hiç kimse yok, öyleyse yarın hakkında ancak fikir ileri sürebiliriz. O zaman burası başlangıç noktamız olmalı: neye dayanarak yarın hakkında fikir ileri sürebilmeliyizki, bir anlam, bir değer ifade edebilsin, ideolojik olarak kitlelere umut, perspektif ve amaç sunabilsin.
Felsefi görüşler bu konuda temel olarak iki ayrı dünya görüşüne ayrılır: idealist ve materyalist. Nesnel gerçeklikten yola çıkan materyalist dünya görüşünün mü yoksa her şeyin düşüncenin bir yansıması olduğunu savunan idealist dünya görüşünün mü temel olarak alınacağını seçeceğiz? Her iki dünya görüşünün eleştirisi veya savunusu ayrı bir yazı konusu olacağı için konuyu bağlamından koparmadan devam etmek istiyorum.
Bir gömleğin yanlış iliklenen ilk düğmesinin ardından hepsinin yanlış iliklenmesi gibi kuruluş temelinin soykırıma ve oligarşik bir yapıya dayandığı TC’nin kuruluşu başından beri sorunludur. Sadece elde ettiği yapay sınırlar bakımından değil, dış ve iç ilişkileri açısından da sorunludur. Kaba bir anlatımla yapılan askeri darbeler, adı var kendi yok demokrasi, talan, yağma ve yoksullara bindirilmiş vergi yükü ile baskıya dayanan yönetim anlayışı artık sonuna gelmiş bulunuyor.
Bir yol ayrımının başında olduğumuz, üç ayrı kutup tarafından biliniyor ve buna göre cepheler tutulmuş durumdadır. Kürtler (bir anlamda kendi cephelerini genişletmiş ve Türkiyeli sol kimlikleri de dahil etmiş durumdalar), Kemalistler (tabanları az sayıda olmalarına rağmen bürokrasiden tam anlamıyla tasfiye edilemedikleri ve “laik” sanıldıkları için de bir desteğe sahipler), Siyasal islamcılar (devlet kurulurken tasfiye edilmiş gibi görülmelerine rağmen aslında tasfiye edilmedikleri süreç içinde de palazlanarak Kemalistlerin bir kanadıyla girdikleri tasfiye savaşını şimdilik kazandıklarını varsayarak bir cephe olduklarını) belirtmek gerekiyor.
İktidar kanla beslenerek büyür, ikna veya çiçekle taraftar kazanmaz, hüküm süremez. Bu nedenle tarihteki bütün iktidarlar kılıç zoruyla sözlerini dinletmişlerdir. İknaya dayalı yöntemler zorun gücüne karşı tutunamamışlardır. “Zor” oyunu bozmuştur. Bu nedenle ister dini ister siyasi bütün iktidarların kılıç kullananı egemen olmuştur. İktidar ortaklık kabul etmez, mutlaka kanlı bir tasfiye gerçekleştirmek zorundadır. Bu nedenle F. Gülen çetesi tasfiye edilmiştir, öte yandan Kemalistler tasfiye edilmiş görülmelerine rağmen halen her an güçlenebilecek durumdadirlar.
Kemalistlerin tasfiye edilmelerinin tarihçesi kanımca 2002 yılında, dönemin MGK gnl. skt. Tuncer Kılınç’ın bir toplantıda TC’nin AB olmazsa Avrasya bloğuna katılmasının değerlendirilmesini önermesiyle açıklanmıştır. Neredeyse ordusunun iğnesini bile NATO’dan alan bir devletin askeri yetkilisinin bu görüşünü elbette NATO karşılıksız bırakmaz, bırakmadı da.
Yıllara yayılan tasfiye devam ediyor, TC tekrar NATO’da kalacağını kesin ve inandırıcı bir dille ifade edene kadar tasfiye daha da derinleşecektir. Yeri gelmişken TC’de askeri bir darbe olmayacağını kesin bir dille ifade etmek, yanlıştır. Polisler, bekçiler, silahlanmış islamcı yapılar olmasına rağmen; uçağa, tanka, topa ve en geniş silahlı örgütlenmeye sahip olan askeri güçtür ve yeri geldiğinde “milli birlik ve bütünlük” adı altında bir darbe gerçekleştirebilir.
Ancak şu gerçekliği de belirtmek gerekir: Temmuz darbe tiyatrosundan sonra ordunun savaşma ve kurmay gücü olabildiğince tırpanlanmıştır. Askeri okullarda temel eğitim olarak verilen 8 yıllık süre şimdilerde 4 yıllık üniversite eğitimine dönüşmüştür. Bu kadar sürede alınan askeri eğitimin, sürekli savaş alanında yaşayan gerillanın karşısında ciddi bir değeri yoktur.
Bu nedenle Kurdîstan’daki savaşta IHA, SIHA, yerel işbirlikçiler, lejyoner görevi gören cihadcılarla kurduğu birlikleri savaştırmaktadır. Karada üstünlüğü yoktur.
İç ve dış sorunların çeşitliliği karşısında hem soruna hem de çözüme giden özneleri belirterek geleceğe dair öngörüde bulunmak bir fikir verebilir.
*
Bu yazı dizisi dört bölüm olarak, Kemalistler ve AKP-MHP faşist bloğu öncülüğünde gelişen yapıyı daha sonra da tarih sahnesine çıkan Kürtlerin dahil olduğu sürecin gelişimini anlatmayı hedef almaktadır. Aslında Kürtler ve TC olarak tanımlanması gerekir ancak maddeyi bileşenlerine ayırıp incelemek daha sağlıklı olacaktır.