Toplumsal ilerleme ve gelişme doğal ve diyalektik olarak zorunluluk içeren bir süreçtir. Bütün toplumlar bu aşamayı takip ederler, ancak her toplumun belirli tarihsel süreçlerinde kimi gerilemeler de gerçekleşir.
Bir toplum kültür başta olmak üzere birçok alanda geriye doğru gider. Bunun neden böyle olabildigi için, o topluma yön veren egemen iktidarin sosyal ve siyasal uygulamalarının ne olduğuna bakmak gerekir. Bir anlamda alt ve üst yapı ilişkilerine bakmak gerekir.
Günümüzde istisnalar hariç egemen iktidarlar parti örgütlenmesi altında faaliyet yürütürler. Toplumun her alanına kılcal damarlar gibi yayılan partinin organları sosyal ve siyasal programlarıyla toplumun isteklerine ve programlarının gerçekleşmesine dair çalışma yürütürler.
Diktatör veya otokrat yönetim sistemlerinde parti en tepedeki kişi ile birleşir, hayat bulur. Böylece parti anlamsal olarak işlevini yitirir, kavram olarak kalır ve sadece kişinin isteklerinin gerçekleşmesi için bir anlamda tasdik makamına dönüşür.
Erdoğan, diktatörlük ve otokratlık arasında gidip gelen yönetimiyle partiyi tamamen, devlet erkini de kısmen ele geçirmiştir. Söylemlerinde bu ifade tarzı belirgin bir şekilde görülmektedir: “Şahsım, bakanlarım, milletim, hükümetim, vb”.
Erdoğan, kuruluşundan itibaren askeri iktidarin toplum mühendisliğinin gölgesinde yaşayan, bütün halkları ve inançları Türk, Müslüman ve Sünni olarak gören bir yönetim anlayışının cenderesindeki toplumu demokratikleştirmek iddiasıyla liberaller, aydınlar ve toplumsal muhalefetin bazı kesimleriyle ittifaka girerek, bir anlamda askeri vesayeti tam olmasa bile kendi çıkarına uygun hale getiren, Kürt Özgürlük Hareketi’ni “barış görüşmeleri” altında tasfiye etmeye çalışan bir anlayışla hareket etmiştir.
Bir anlamda da başarı sağladığını her fırsatta ilan etmektedir. Ancak bu başarının gerçek başarı mı yoksa yenilgi mi olduğunu irdelemek gerekir. “Her şey göründüğü gibi olsaydi bilime gerek kalmazdi…”
Toplumsal değişimler üretim ilişkileri ve üretici güçler arasındaki çelişkiden kaynaklanır. Bu çelişki toplumu değişime zorlar. Erdoğan’ın toplumsal tabanı ırkçı, gerici, sorgulama ve anlamada yetersiz, kültürel anlamda lümpen bir temelde yükselen, tüm hayati: ezan, bayrak ve vatan diye yorumlayan bir yapıdadır.
Bu nedenle kendi tabanını kolayca yonlendirme ve elinde tutma eylemini sürdürebilmektedir. Kendisinin de temel anlamda farklı bir yapısı olmadığı için, önderlik ettigi kitleyle bütünleşmekte zorluk çekmemektedir. Esas olarak TC’nin toplum mühendisliğinin sonucu ortaya çıkan bu toplumsal yapıdır demek daha doğru bir tanım olacaktır.
Toplumsallık: bütünleşmek, aynı dert ve sevinci taşımak, aynı toplumsal refleksleri göstermek demektir. TC’nin günümüz toplumsal yapısına bakarsak ortada toplumsallık denilecek bir yapı bulunmamaktadır. İlk başta Kürtler ile derin bir ayrılık vardır.
Sevinçler ve dertlerde her anlamıyla bir ayrılık görünür hale gelmiştir. Cenazelerin toprağa verilememesi, bombalanan Kürdistan coğrafyası, dışlanan Kürt kimliği gibi. Bir Kürdün Kürdistan sınırlarının içinde veya dışında yaşama garantisi yoktur.
Kaldı ki ulusal kimliğine sahip çıkmayan Kürtler bile tehlike altındadır. Kürtçe şarkı dinlemek, Kürtçe konuşmak vb. konularda ödenecek bedelin karşılığı hayatları olmaktadır.
Öte yandan genel anlami ile Kürtler politikleşmiş durumdadır. Buna karşılık Türkiye cenahında ise biriken ve çözülemeyen sorunlardan kaynaklanan kendisini ifade edebilecek bir kanal bulamayan, örgütsüzlükten kaynaklanan, her an patlamaya hazır bir bomba gibi bir toplumsallık vardır.
Politika ile hayatları arasında bir bağ kuramayan, yaşanan sorunların kaynağını irdeleyemeyen, kendilerinden başka her şeye düşman bir toplumsallık ve nefret cinayetlerinden, kadın kırımına kadar ve her gün üçüncü sayfa haberleri diye tabir edilen vahşice işlenen cinayetler raydan çıkmış bir toplumun belgesidir.
Erdoğan öncülü olan diğer diktatörler gibi bir program izlemektedir ancak bir farkla: daha cahil, daha gerici bir tarzda. Karl Marx’ın deyişiyle: ilkinde trajedi, ikincisinde ise komedi… Çokça dile getirildigi şekliyle Erdoğan’ın Ergenekon tarafından teslim alındığı tespiti incelenmesi gereken bir tahlildir. Ordu’nun ve birçok devlet kurumunun Gülenciler tarafından ele geçirildiği tam anlamıyla doğru değildir.
Bu nedenle her gün onlarca görevden alınma veya yer değiştirme uygulanmaktadır. Ayrıca Sadat benzeri örgütlenmeye gidilmesi, binlerce AKP üyesi veya taraftarının bekçi ve polis kadrosu altında istihdam edilmesi, Erdoğan’ın militar zayıflığının göstergesidir.
İleride kendi içlerinde bir “Uzun Bıçaklar Gecesi”nin yaşanması olası bir olgu olarak zamanını beklemektedir. Bir yandan Ulusalcı kanatla ilişkisini koparmamak adına “Tekçi” argümani dillendirmesi, diğer yandan da dindarlik ile bütünleştirmeye çalışıp halifeliğe giden ve yeni Osmanlıcılık hayaliyle yaşayan güruha seslenmesi bir ateş çemberinin içinde olduğunu gösterir.
Bütün bu tablonun tamamlayıcısı olarak dışsal ekonomik ve politik etkenleri de gözardı etmemek gerekir. Erdoğan’in pragmatist anlayışının bilinebilirliği en başta kendisiyle beraber hareket eden çevreleri de hesaplı davranmaya iten bir faktördür.
Ne zaman, nerede ve ne şekilde insanları, kurumları yarı yolda bırakacağı belli olmayan biriyle yol yürünmeyeceğini çok iyi biliyorlardır. Bugün yaşanan herşeyi mutlaka herkes kendi kasasında biriktirip, gelecekte Erdoğan’a iddianame olarak sunacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın…
Not: Bir sonraki ve bu konuya ait son yazıda bu iktidarin yolun neresinde olduğu ve geleceğin nasıl şekilleneceği üzerine tahlil yapmaya çalışağim.
**
** Nazi Imparatorlugu Dogusu, Yukselisi, Cokusu William L. Shirer
***http://yeniyasamgazetesi1.
**** Karl Marx