Sonbaharın başlangıcı olan Eylül ayı, edebiyata esin kaynağı olmuş ve bir çok edebi alanda yaprak dökümü gibi benzetmelerle işlenmiş, bundan ayrı politik literatürde de kendine yer bulmuştur. Her türlü siyasal güçlerin olası değişimlerini anlatmak için de kullanılır olmuştur. Eylül ayı hep bir hüznü, hep bir dökülmeyi anlatır ama kimi zaman insan ömrünü, kimi zaman umutlarını, kimi zaman da toplumsal dökülüşü anlatır. Eylül en çok ağaçların yapraklarının herşeye benzetilerek dökülmesini anlatır.
Kürtler olarak ne yazikki gündemimiz bir zincirin halkaları gibi birçok faktöre, kendi dinamiklerimizden başka birçok zincirin halkalarına bağlı. Sömürge olmanın, sadece dört sömürgecinin değil, onları destekleyenlerin de oluşturduğu ve amacı kendi gündemimizi oluşturmamıza çok izin vermemeye çalışan zincirin halkalarına bağlı olmanın trajedisi bu olsa gerek.
Mevsim sonbahara dayandı, yaz aylarının sıcaklığının yerini sonbaharın serinliğine bırakacak olmasına rağmen bizim gündemimiz, daha da sıcak günlere doğru ilerliyor. Başta TC olmak üzere diğer sömürgeci güçler ve onları destekleyen uluslararası güçler açık veya gizli, elbirliğiyle önce Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin direnişini durdurmak ardından da Kürtleri soykırımdan geçirip gelecek yüzyılı hatta bin yılı yeniden tasarlamak istiyorlar. Elbette karar almak, kararı pratiğe dökmek ayrıdır, hayatın gerçeklikleri çok daha ayrıdır.
Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin direnişi kırılamadığı, toplumsal tabana sahip oldugu için karşı güçler böl-yönet, baskı uygula ve masaya güçsüz halde getirip kendi koşullarını kabul ettir çerçevesinde sistemli bir şekilde devam ediyorlar.
Kuzey Kurdîstan’ın bulunduğu sömürgeci TC iç ve dış siyasal gündemiyle hareketli günlerin eşiğinde bulunuyor. Erdoğan bir dönem daha iktidarda kalabilmek için gerek TC merkez odağı gerekse uluslararası yönetimlerle anlaşmış görünmesine rağmen bir ayağı sallantıda olan bir güce sahip. Bu nedenle değişken dengeleri gözetmeyi temel politika haline getirmeyi zorunluluk olarak kabul ediyor, öte yandan Makyavelist tutum, Erdoğan’ın temel karakteri olduğu için öngörülemez politik tercihlerini de akılda tutmak gerekir.
Bir devlet yönetiminden elde kalan tek şey Kürt düşmanlığından başka birşey değildir. Dağılmış devlet yönetimi, hukukun, güce sahip olanın elinde olması, ekonomik çöküşün neredeyse uyuşturucu ticaretiyle engellenmeye çalışılması, karapara aklama düzeninin bir avuç oligarkın cebine çalışması ve benzer faktörleri göz önünde bulundurarak diyebilirizki, ulusalcısı, dincisi, sosyal demokratı, faşisti ve suskun halk adi verilen güruh kitlesi tek bir noktada birleşiyorlar: Kürt düşmanlığı. Bunun dışında birbirlerinin kuyusunu kazmak eylemini de aksatmadan sürdürüyorlar. Bu konsensus hali yeni bir aşamaya geçeli çok oldu.
Çöktürme Planı doğrultusunda Güney Kurdîstan’a (yönetiminin de yardımıyla) yerleşmesi, askeri-politik hazırlık, uluslararası sağlanan destek ve beklenen erken seçimler öncesi zafer sunulması diye imha saldırısının yoğunluk kazanması gerçekliğidir. Zaman içinde çeşitli saldırıları yapıp geriye çekiliyorlar ve bizler de ani tepki gösterip öfkemizi boşaltınca yeni bir saldırıya hazırlık yapıyorlar. Sürdürülen savaşı açıkça ilan etmeyip, “teröre karşı” kapsamında tutarak haklılık kazanmaya çalıştıkları için KDP-YNK içerisinden bir saldırı başlatmak için sürekli politika geliştiriyorlar. Er ya da geç bu savaş hali açıkça ilan edilecektir.
Bu süreçte bin yıllık tecrübelerinden yola çıkarak bir yandan da “çözüm süreci, barış masası” gibi ninnileri söyleyip yükselen öfke ve nefreti dindirmeyi amaçlıyorlar, bir noktada da başarılı oluyorlar çünkü halen TC politikalarını çözememiş, medet uman politik ! temsilcilerin veya halk kitlesinin bir bölümünü etkilemeyi başarıyorlar. İdeolojik bakılmadığı sürece baş dönmesine yol açacak, bilinmezlerle dolu bir gündem izlenimi vermesine rağmen TC’nin geleneksel davranışlarını bildikten sonra netlik olanca çıplaklığıyla önümüzde duruyor. Her türlü hile ile savaşı sürdürmek, düşman bildiğini imha etmek temel felesefesidir. Barışla sonuçlanan hiçbir savaşları yoktur, geleneklerinde “barış” kelimesi yoktur. Ya diz çökmüşlerdir, ya da diz çöktürmüşlerdir.
Diktatörlüğün açık haline evrilen TC yönetimi bu süreci politikaları aynı kalmak kaydıyla oyuncularını değiştirerek sürdürecektir. Erdoğan’ın yönetimden gidişi istenildiği/beklenildiği gibi mahkeme, hapishane veya hayatına son verilmek suretiyle olmayabilir, unutmayalım ki padişahlarından başlayarak başbakanlarına kadar öldürmeyi beka meselesi gören bir devlet var karşımızda, yaratılan bir hastalık sonucu da tahtından indirebilirler. Böylelikle birikmiş öfke, öncü depremlerle ertelenen gerçek deprem gibi bir süre daha görülmez olacaktır.
Her koşulda Kürtlere karşı sürdürülen imha politikası ertelenmeyecektir, bu yüzyıl ya biz Kürtlerin kendi coğrafyamızda diğer halklarla eşit bir koşulda yaşayacağı yüzyıl olacak ya da uzunca bir süre sonra tekrar başlamak üzere şimdilik yenilecek isyanımız olacak. Sadece bir umut taşımaktan öte, kişisel olarak Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin bizleri bu sefer başarıya götüreceğine inanıyorum. Bunca zulmü, kederi boşuna çekmedik, hepsini sahiplerine iade edeceğiz. “Barış” kulağa hoş geliyor ama nasıl bir “barış?”, bizlerin adalet duygusunun sağlandığı düşüncesinin gerçekleştiğini görmeden kabul edilecek bir barışın gerçekliği yoktur.
Ulusal birlik düşüncesi ne kadar uzak olsa da yakınlaştırmak gerekiyor. Bir bütün olarak sömürgecilerin saldırısını göğüslemek gerekiyor. Tam da istenildiği gibi kendi içimizde olması beklenen savaşı olabildiğince seçenek dışında tutmak gerekiyor. Sun Tzu, akıllı bir komutanın savaşı, savaşmadan kazanacağını yazmıştır.