Felsefe üzerine geliştirilen düşünceleri incelemek, araştırmak ve bu konuda yazmak için önce “felsefe’’ tanımı üzerine bilgi aktarımında bulunmak bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır.
Bir maden ocağının kapısından çıkan iki işçinin birinin her yeri kirli, diğerinin ise temizdir. Bu işçilerden hangisi yıkanmalıdır, sorusu karşısında verilen yanıt genellikle ” kirli” olanın yıkanması gerektiğidir. İşte felsefe veya felsefi düşünce burada devreye girer. Felsefe hangisinin yıkanması gerekliliği üzerine değil, madenden çıkan işçilerin neden birisinin temiz diğerinin kirli olduğu üzerine soyut bir düşünce yürütür.
Düşün dünyasına ilişkin olarak bir belirlemeyi öne almak gerektiğine inanıyorum. Kapitalizm tarihsel olarak yaşadığımız dönemsel anında-ki bu ‘’an’’ bir anlamda 1980’’li yıllar baz olarak alınırsa- herşeyi çürüterek varlığını sürdürmek durumundadır. Bu kaçınılmaz ve tarihsel bir zorunluluktur.
İnsan, doğa ve hayatı sadece ‘’ kar’’ amacına indirgeyerek sürdürülen bir ideolojik bakış ve buna bağlı olarak şekillenen kültürel yaşam; çürümek ve çürütmek zorundadır. Çünkü verili koşullarda ne oluyorsa, öyle olmak zorunda olduğu için olmak zorundadır, bu verili koşullarda başka türlüsü olamayacağı için öyle olmak zorundadır. (K. Marx)
Yaşanan bu çürüme veya bakış yozlaşması elbette egemen kültür tarafından önce düşün dünyası hedeflenerek başlatılmak zorundaydı çünkü düşünce sistemi felç edilmiş bir toplum kolayca egemen bakış açısını benimseyerek, kendine yabancılaşacaktır. Böylelikle genel anlamda toplumsal bakış ‘’ felsefe yapma, düşünüp de ne yapacaksın, bu dünyayı sen mi değiştireceksin…..’’ gibi yüzeysel bir bakışa indirgenecektir.
Yaşanan bu çöküşe ‘’dur’’ demenin, kendi farkındalığına vararak, ‘’ yeni bir hayat mümkün’’ demenin yolu, düşünmeye başlamaktan geçer. Empoze edilen ‘’ akıl’’ yerine, kişi, kendi aklını kullanarak ilk adımı atmalı, sunulan fikirlere eleştirel bakmaya cesaret etmelidir. Unutulmamalıdırki, teori olmadan, pratik olamayacaktır. Yeni bir hayat sistemli ve yapısal bir düşünce disiplini ile, yani felsefe ile ayaklarını yere basar ve ileriye doğru yürür.
Felsefe sözcüğü etimolojik köken olarak Yunanca ‘’phileo (aramak, peşinden koşmak veya sevmek)’’ ve ‘’sophia (bilgi veya bilmek)’’ sözcüklerinden türetilmiştir. Bu terimin gösterdiği ‘’ bilgi severlik veya bilgi araştırmak’’ anlamındaki entelektüel faaliyet ve içerdiği disiplin olarak kabul edilegelmiştir.
Felsefe ‘’soru sormak’’ ile düşünce dünyasına giriş yapmış, zamanla bir düşünce sanatı olarak da adlandırılarak sıradan düşünüşten farklılığını ortaya koymuştur. Felsefi düşünüş sıradan düşünüşten farklıdır. Bu farklılık ‘’kavramsal veya soyut düşünüş’’ olarak adlandırılır. Bir felsefi düşünce soyut olarak tanımlansa bile bu soyut ifadesi temel olarak önceden kazanılmış bilgiler üzerine inşa edilir.
Daha yalın anlamıyla insan düşünce, deneyim ve pratiğinin yeniden ve sürekli sorgulanarak, yeni ve soyut düşüncelere ulaşılması, bu düşüncelerin sistemli bir açıklamasının da olması gerekir. Her soyut düşünce felsefi bir düşünce niteliğini taşımaz.
İnsanın felsefi düşünce disiplinine ne zaman ulaştığı elbette kesin bir tarih verilerek ifade edilmez. Genel kabul görmüş anlatımıyla ‘’sorgulayan bir düşünce’’ sisteminin insan aklında belirleyiciliğinin başlangıcı ile birlikte denilebilir. Süreç içinde bu düşünce sistemi belirli bir disiplin anlayışıyla şekillenmiş ve sıradan düşünceden ayrılarak varlığını sürdürmüştür. Felsefi düşünce mutlak anlamda eleştirel bir düşünce özelliğini yapısal olarak taşımak zorundadır. Bu özellik felsefi düşünceyi sıradan veya edinilmiş düşüncelerden ayırır, sürekli yenilenerek yeni sorularla birlikte yeni soyut kavramlar/yanıtlar üretmeye yönlendirir.
Felsefi düşünce insanın kendini, doğayı ve hayatı merak edip, bu merak üzerine sorular geliştirmesiyle ve bu sorulara yanıtlar üretmesiyle başlamıştır. Elbette ilk düşünceler sistemli değildirler, henüz soyut bir anlam olamamış, tamamen somut niteliktedirler. Sadece basit sorular ve basit yanıtlar üzerinde yoğunlaşarak düşünce yolculuğuna ilk adımlarını atmaya başlamıştırlar.
Bu konuda basit bir felsefi düşünce bağlamında yazmak istersek, soyut düşünceden yola çıkarak kavramsal bir -basit- sistem kurabiliriz.
Temel olarak ilk düşünce yapısının kendini veya hayatı sorgulamaktan henüz uzak olduğundan hareketle, bütünsel anlamda yaşadığı doğa ve basit üretim ilişkilerinin üzerinde şekillenen yaşama ilişkin sorular olduğunu varsayabiliriz. Bu sorular maddi hayatın üretiminden ve o hayatın yeniden üretiminden başka ilerletilecek sorular olmamalıdırlar. Yalın bir ifadeyle maddi yaşamın günlük üretimine ilişkin sorulardır.
Bazı düşünceleri, felsefi düşünce yapısının dışına taşırmadan ama henüz felsefi bir düşünceyi soyut anlamda taşımadığını da bilerek geliştirelim.
Kaçınılmaz olarak bu insanlar sadece maddi yaşamın yeniden üretiminin dışında herhangi bir düşünceyi kavramsal olarak kullanamazlardı. Materyalist düşünce sisteminden hareketle ‘’ o gün olduğu gibi bugünde ‘’ bilinçlerini belirleyen yaşamlarıydı, yaşamlarını belirleyen bilinçleri değildi’’.
Basit bir soru üzerine felsefenin temelleri atılmıştır. ‘’ Neden veya niçin”….
Sözgelimi Mısır’da ateşin ne olduğu biliniyordu. Evi, ısıtırdı, tuğlayı sertleştirirdi, cam veya çeşitli metallerin ortaya çıkısını sağlardı, yemeği yenilecek hale getirirdi….. hayatın pratikleşmesine olan katkı sağlandıktan sonra bu düşünce sistematik bir yapısal özellik gerektiği gibi kazanamadı, bir anlamda buna engel olan şey, yaşamda geçerli olan kurallar bir anlamda inanç tarafından belirleniyordu.
Bu belirleme düşünceyi ilerletecek sorulara doğal olarak ket vurmak durumundaydı. Bu nedenle ana temel olan ‘’neden veya niçin’’ sorusu gerek duyulan birşey olamadı. Ancak çok değil coğrafi olarak yaklaşık 1500-2000 km ötede, Griekler bu soruyu sordukları için felsefenin tohumlarını ektiler.
Avcı-toplayıcı yaşam biçiminden toprağa bağlı üretim biçimine geçiş kaçınılmaz olarak bazı insanların üretim dışına çıkmasına, el üretimi yerine düşünsel üretime geçmelerine yol açmıştır. (Bu konu ileride ‘’Tarihsel Diyalektik ve Materyalizm’’ adı altında geniş çaplı olarak incelenecektir).
“Neden veya niçin’’ sorusu kişiyi önce kendisine sonra, topluluğa, sonra da hayata yönelik düşünmeye itmiştir. Böylelikle yaşama bir anlam biçilmeye başlanmıştır. Kişi gördüğü şeylerin veya yaşadığı hayatın bir anlamı olduğunu düşünmeye başlamıştır.
/Devam edecek/